Huseyni
Müdavim
Sayfa No: 16
Sonra, hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı, câzibedar bir hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbânî de ona gaybî bir tarzda “Tevhid-i kıble et” demiş. Yani, “Yalnız bir üstadın arkasından git”
1 O çok yaralı Eski Said’in kalbine geldi ki:
“Üstad-ı hakikî Kur’ân’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur” diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl‑i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاحِدٌ
2 hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said’in Risale-i Nur’uyla göstermiş.
[NOT]Dipnot-1 İmam-ı Rabbanî, el-Mektubat, 1:87. 75. Mektubat. Dipnot-2 “Herbir şeyde Onun bir olduğuna delâlet eden bir delil vardır.” İbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1:24. [/NOT]
RİSALE-İ NUR’UN BİR NEVİ ARABÎ MESNEVÎ-İ ŞERİF’İ HÜKMÜNDE OLAN BU MECMUANIN MUKADDEMESİ
BEŞ NOKTA’DIR.
BİRİNCİ NOKTA: Kırk elli sene evvel, Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikatü’l-hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü, aklı, fikri hikmet-i felsefiye ile bir derece yaralıydı, tedavi lâzımdı. BEŞ NOKTA’DIR.
Sonra, hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların herbirinin ayrı, câzibedar bir hassası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbânî de ona gaybî bir tarzda “Tevhid-i kıble et” demiş. Yani, “Yalnız bir üstadın arkasından git”
“Üstad-ı hakikî Kur’ân’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur” diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl‑i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur’ân’ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ وَفِى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاحِدٌ
[NOT]Dipnot-1 İmam-ı Rabbanî, el-Mektubat, 1:87. 75. Mektubat. Dipnot-2 “Herbir şeyde Onun bir olduğuna delâlet eden bir delil vardır.” İbnü’l-Mu’tez’in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’âni’l-Azîm, 1:24. [/NOT]
Arabî: Arapça | Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah |
Eski Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî) | Mesnevî-i Şerif: her beyti ayrı kafiye olan manzum eser; Mevlânâ’nın Farsça eseri |
Mevlâna Celâleddin: (bk. bilgiler – Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî) | Yeni Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî) |
aklen: akıl vasıtasıyla | câzibedar: çekici |
ehl-i hakikat: gerçekleri bilenler, hakikatlere ulaşmayı temel alanlar | ehl-i istiğrâk: manevî zevklere dalıp kendinden geçen kişiler |
ehl-i tarikat: bir tarikata mensup olmak suretiyle hakikate ulaşmaya çalışanlar | ekser: pek çok |
gaybî: gayba ait; bilinmeyen âlemlerle bağlantılı | gayet: çok |
hadsiz: sınırsız | hakikat: bir şeyin aslı ve esası, gerçek mahiyeti |
hakikatü'l-hakaik: hakikatlerin hakikati; en büyük hakikat | hassa: nitelik, özellik |
hikmet-i felsefiye: varlıkların hakikatlerini felsefî yollarla açıklamayı esas alan sistem | hükmünde olan: bir şeyle aynı hükmü alan |
irşad: doğru yol gösterme | kalben: kalp aracılığıyla |
kanaat etmek: yetinmek | mazhar olma: ayna olma, nail olma |
mecmua: derlenmiş eser | mukaddeme: önsöz, başlangıç |
mücahede: cihad etme, din uğrunda çaba harcama | nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu |
nevi: çeşit, tür | sülûke başlamak: mânevî âlemlere ve derecelere yönelmek |
tahayyürde kalma: hayrete düşme; ne yapacağını şaşırma | tevhid-i kıble: bir tek hedef belirleme |
ulûm-u akliye ve felsefiye: aklî ve felsefî ilimler | ziyade: çok, fazla |
üstad: eğitici; lider, öncü | üstad-ı hakikî: gerçek öğretici |
üstad-ı kudsî: kutsal üstad, yol gösterici hoca | İmam-ı Gazâlî: (bk. bilgiler) |
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler) | şükûk ve şübehat: tereddütler ve şüpheler |
şükür: Allah’a karşı minnet duyma ve Ona teşekkür etme |