Konuya cevap cer

Ahmet Süha


                          Bayezid II’ye ait vakıfların ruznamçecisi Mustafa Efendinin oğlu  olan Mustafa Reşid, 13 Mart 1800’de İstanbul’da doğmuştur.1  Biyografisi hakkında yazılanlara bakılırsa okuma-yazmayı babasından öğrendiğini,  daha sonra medrese derslerine devam ettiğini fakat icazet alamadığını görüyoruz.  Küçük yaşta babası ölünce eniştesi Seyyid Ali Paşanın himayesine girer.  Mora’daki Rum İsyanını bastırmak üzere Mora Seraskeri tayin olunan Ali Paşa,  Mustafa Reşid Bey’in kabiliyet ve kültürünü takdir ile kendine mühürdar olarak  tayin eder ve Mora Seferine beraberinde götürür.2 Bu sırada 21  yaşında olan M. Reşid Bey’in, Mora’daki isyanın sebeplerini araştırdığını ve bu  konuda bir mütalaa hazırladığını, Mehmet Selahaddin Bey’in “Bir Türk  Diplomatının Evrak-ı Siyasiyyesi” adını verdiği, Reşid Paşa hakkındaki  kitabından öğreni-yoruz. M. Selahaddin Bey’in bu konudaki ifadeleri şöyle: “Otuz  sene-i hicriyesinde Ali Paşa ‘Sekreter’ ünvanıyla Mora’ya memuren azimet  eylediği zaman, kendisi de birlikte oraya gitmiş ve Mora şibh-i ceziresinde  mevcut olan iğtişaşatın esbab-ı zuhurunu ve netayic-i şürurunu kamilen tedkik  etmişti. Reşid Bey ta o vakit devletin iade-i şevketini, istihsal-i selametini  mucib olacak ıslahat-ı esasiyeyi tasavvur etmeye ve çare-i husulünü düşünmeye  başlamış idi.”3 Bu arada Ali Paşa’nın Mora Askerine ait ulufe  meselesinin halli için Reşid Bey’i İstanbul’a gönderdiğini, böylece resmi  makamlarla ilk defa karşı karşıya geldiğini görüyoruz. Uhdesine aldığı bu  vazifeyi bihakkın ifa ettiği Cevdet Paşa’nın “Tarih-i Cevdet”inde  kaydedilmiştir.4 Daha sonra Seyyid Ali Paşa vazifesinden azledilir.  Bundan sonra Reşid Bey’in Davutpaşa civarındaki evinde sade bir ha-yata  başladığını, hatta sefalet derecesinde bir fakirliğe düştüğünü, yine M.  Selahaddin Bey’den naklen öğreniyoruz.5


 

 Mustafa Reşid Bey bu birkaç yıllık fasıladan sonra sadaret  “mektubi kalemi”ne intisap ediyor, oradan da amedi odasına geçiyor. 1828’de  çıkan Rus harbinde sefere memur olan Sadr-ı azam Selim Paşa, Amedi odasında  beylikçi olan Akif Efendi’nin tavsiyesi üzerine Reşid Bey’i de ordu ile beraber  Şumnu’ya götürüyor. Ordudaki katipliği esnasında sefer hakkında II. Mahmud’a  arzolunmak üzere yazdığı telhisler padişahın dikkatini çekiyor ve böylece  padişahla olan ilk temasları vuku buluyor.6 Bu sayede amedi odasına  naklediliyor ve 1829 Edirne müzakerelerinde katip sıfatıyla, Osmanlıyı temsil  eden murahhas heyetine katılıyor. Barıştan sonra ise İstanbul tarafından  Reisü’l-küttab Pertev Paşa maiyetinde, ikinci katip olarak Mısır’a gönderiliyor.  Dönüşünden sonra 1831 yılında amedi vekili ve 1832 Haziranında asaleten amedi  tayin olunuyor.



 Tam bu sıralarda patlak veren Mısır meselesi, Reşid Bey’in  siyasi kabiliyetini ortaya koyması ve mühim işler görmesi bakımından bir fırsat  teşkil etmiştir. Reşid Bey’e re’sen halletmek üzere ilk vazife Mısır  kuvvetlerinin Osmanlı ordusunu yenerek Kütahya’ya kadar ilerlediği günlerde  verilerek, Tophane Müşiri Halil Paşa ile beraber Mısır’a gitmeleri ve II.  Mahmud’un teklifini iletmeleri istenmişti.



Fakat Mehmet Ali Paşaya Mısır, Girit ve Cidde eyaletlerine  ilaveten Kudüs ve Nablus Sancaklarını da tevcihini bildiren bir fermanı takdim  ettiklerinde, Mısır Paşası teklifleri kâfi bulmayarak, ayrıca Sayda, Trablusşam,  Şam ve Halep eyaletleriyle İçel ve Alaiye sancaklarının da verilmesinde ısrar  ettiğinden, Bab-ı Ali, Halil Paşa’nın Mısır’da kalmasını ve M. Reşid Bey’in  İstanbul’a dönmesini ister. Mehmet Ali Paşanın kaba tavırları ve küstahça  hareketlerinden niyetinin fevkalade kötü olduğunu sezen Reşid Bey’in bu durumdan  fevkalade müteessir olarak iyiden iyiye Mısır meselesinin halli için kafa  yorduğunu yine Selahaddin Bey’den öğreniyoruz.7 İstanbul’a dönüşünden  birkaç gün sonra, Kütahya’ya kadar ilerlemiş olan İbrahim Paşa ile müzakereye  memur kılınıyor. Reşid Bey müzakere sonunda Paşayı Şam ve Halep eyaletleri ile  Adana Muhassıllığına razı ediyor. Bu müzakere esnasında Fransız maslahatgüzarı  ile olan yakın münasebetlerini ve Fransız maslahatgüzarının adeta bir devlet  memuru gibi hizmet ettiğini, kendisine çok yardımcı olduğunu Bab-ı Ali’ye takdim  ettiği tahriratta teferruatlı olarak anlatmaktadır.8 Bu anlaşma,  Sultan II. Mahmud’un tasdikine uğramasına rağmen Bab-ı Ali, İbrahim Paşanın  Adana Muhassıllığını kabule yanaşmıyor. Bu hususta yapılan üç yazışmadan sonra  Adana muhassıllığı işinden dolayı hiddetlenen Sultan Mahmud, Reşid Bey’in  idamını ister. Fakat Darphane Nazırı Ali Rıza Efendinin araya girmesiyle bu  kararından vazgeçer.9 Bu arada sultanın hiddetini tahrik edenler  arasında yeni Reisü’l-küttab ve Akif Paşanın olduğu da söylenir. Bab-ı Ali,  Osmanlı ile Avrupa devletleri arasındaki münasebetleri tanzim, Avrupa’da Osmanlı  aleyhindeki kanaatleri müsbete tahvil ve Mısır meselesinin hal yolunda daimi  sefaretler ihdas olunmasını uygun görür. Mustafa Reşid Bey Paris ortaelçiliğine  tayin edilir.10 Reşid Bey’in 1834 yılında amedilik uhdesinde olarak,  Paris ortaelçiliğine tayin edildiğinde Fransızca bilmediğini, fakat “fart-ı zeka  (aşırı derecede zeki olması) ve dirayeti ve kemal-i samimiyeti (son derece  samimi oluşu) sebebiyle, öyle bir zamanda Avrupa’ya gönderildiğini” yine  Selahaddin Bey’in adı geçen eserinden öğreniyoruz.11 Artık Reşid Bey  doğrudan doğruya diplomasi mesleğine girmiş oluyordu. Beraberinde sır katibi  Nuri Efendi ile tercümanı Ruhüddin Efendiyi de alarak Paris’e doğru yola çıkar.  Yolda Viyana’ya da uğrayarak Avusturya Başbakanı Metternich ile görüşür. Bu  arada Reşid Bey’in resmen açıklanmamış bir vazifesi daha vardır:1830 yılında  Fransızların işgal ettiği Cezayir-i Garp eyaletinin Osmanlı Devletine iadesini  sağlamak. Reşid Bey, Cezayir meselesinin halledemez, fakat Mısır meselesinde  Mehmet Ali Paşaya taraftar olan Fransız kamuoyunu, Osmanlı Devleti lehine  çevirmek konusunda müsbet faaliyette bulunur.12 Sultanın tavsiyesi  üzerine Fransızca’yı da öğrenen Reşid Bey, ortaelçilikte bir yılını doldurduktan  sonra İstanbul’a döner. Üç ay sonra tekrar Paris’e bu defa büyükelçi olarak  gönderilir. Yine Cezayir ve Mısır meseleleri başlıca meşgalesidir. 1836’da ise  Londra büyükelçili-ğine naklolunur. Selahaddin Bey, Reşid Bey’in bu tayinini iki  sebebe bağlamaktadır: Birincisi, padişahın onun kabiliyet ve liyakatini takdir  ederek, İngiltere ile gereken siyasi müzakerelerin icrası için tayin etmesidir.  İkinci sebep ise, Bab-ı Ali’de iki parti olan Pertev Paşa ve Akif Paşa  taraftarlarından birincisine dahil olarak Pertev Paşa’nın nüfuzu ile bu makama  namzet gösterilmesidir.13 Böylece Fransız ve İngiliz kamuoyunun  Türkiye lehinde yer alması, Reşid Bey sayesinde olmuştur. Aynı zamanda uhdesinde  bir de Hariciye Müsteşarlığı vardır. Prof. Cavit Baysun’un Tanzimat aldı  eserinde, Reşid Bey’in İngiliz hükümeti hakkındaki takdirlerinin çok büyük  olmasına temas edilerek, bütün meselelerin hal merkezinin Londra, hatta  Fransızlarla olan ihtilafın da ancak İngiltere tarafından izalesinin mümkün  olduğuna inandığı ifade edilmektedir.14 İngiliz devlet ricali ile  olan görüşmelerinde İngiliz hükümetinin Fransa ile bozuşmayı göze alamadığını,  fakat Mısır meselesinde Osmanlı’ya yardım edeceğini ve bilhassa İngiliz  Dışişleri Bakanı Lord Palmerston’un görüşlerinin Bab-ı Ali ile paralel olduğunu  görür. Daha İstanbul’a dönmeden elçiliklerdeki çalışmaları takdir olunarak,  Hariciye Nazırlığına Müşir rütbesiyle ve paşa ünvanını kullanmamak şartıyla  tayin edilir.



 İstanbul’a döndüğünde Lord Palmerston ve Metternich ile yaptığı  görüşmeleri, İrlanda’ya yaptığı gezi hakkında, bilhassa İngiltere’nin sanayii,  iç ve dış politikası ve parlamentonun durumu hakkındaki tafsilatlı bir layihayı  Padişaha sunar. Bu layihanın sonunda Tanzimat’ın esas maddelerinden biri olan  ‘iltizamın lağvı’ ve ‘yerli sanayiin inkişafı’ hakkındaki görüşleri de yer  almaktadır.15 İstanbul’a döndüğünde, Pertev Paşanın ölümüyle Bab-ı  Ali’de kuvvet kazanan Akif Paşa taraftarları, Reşid Bey’in Hariciye Nazırlığı  uhdesinde kalmak üzere Paris sefaretine tayini için teşebbüs etmişlerse de  irade-i seniyye ile Reşid Bey’in İstanbul’da kalması uygun görülmüştür. Bir  müddet sonra Reşid Bey’e Paşa ünvanı verilerek tekrar Paris’e gitmesi için  irade-i seniyye çıkar, fakat bunun tehiri ile muvakkaten İstanbul’da kalması  istenir.



 Reşid Paşa birinci Hariciye Nazırlığı esnasında, ıslahata  yönelik çalışmalar yapar. Bu konuda ilk adım iktisadi mesele-lerde olmuştur.  Reşid Paşa, Hariciye müsteşarı Nuri Efendinin başkanlığında ziraat, sanayii ve  ticaret işlerine vukufu bulunan “beş nefer erbab-ı sadakat ve malumattan  mürekkep” iktisadi işlerin te-rakkisi için aldıkları kararları, çalışarak  kendisine bildirecek bir heyet kurdurmuştu. Daha sonra bu kararları kendisi  Padişaha arz edecekti. Reşid Paşa ıslahat işlerinde bilhassa tebaa arasındaki  eşitliğin tesisine çalışmakta ve Padişahı da bu hususta teşvik etmekteydi.  Sultan Mahmud, Reşid Paşa’ya devlet işlerinde hususi olarak fikir beyan etme  izini vererek, Mustafa Kani Bey’i aracı tayin eder. II. Mahmud’a, sefirlere  karşı; “ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hıristiyan’ını kilisede ve Musevi’sini  de havrada fark ederim, aralarında başka güna bir fark yoktur. Cümlesi hakkında  muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evladımdır.” dedirten Mustafa Reşid  Paşadır.16 “Meclis-i Umur-u Sıhhiye”yi kurdurarak karantina  merkezlerini çoğaltması, İngiltere ile önemli bir ticaret anlaşması kayda değer  icraatlarındandır. Bu ticari anlaşma ile Osmanlı ülkelerinde ‘yed-i vahid’ yani  tekel usulü kalkıyor, İngiliz tebasına ticari müsaadeler veriliyordu. Böylece  mültezimlerin fiyat tespiti de ortadan kalkarak İngilizlerin istifadesi temin  ediliyordu. Bu anlaşma sayesinde İngilizlerin desteği de sağlanıyor ve böylece  Mısır meselesinde İngiliz yardımı almak durumu hasıl oluyordu. Reşid Paşa sadece  bununla kalmıyor, Gülhane Saray-ı Hümayunda ‘Ahkam-ı Adliyye’, Bab-ı Ali’de ise  ‘Dar-ı Şura-yı Bab-ı Ali’ adıyla iki meclis kurduruyordu. Bununla beraber Sultan  Mahmud’u geniş bir ıslahat için ikna etmeyi de başarır. Islahat kapsamında artık  rüşvet ve angarya yasak edilecek, müsadere kalkacak ve vergiler bir sisteme  bağlanacaktı. Bu ıslahat tasavvurlarına artık tanzimat adı verilir ve bu  tanzimatın esaslarını ve maddelerini görüşmek üzere haftada iki gün Sadrazam,  Serasker Nafiz Paşa, Kaptan Paşa , Hasip Paşa ile Reşid Paşa’nın Dar-ı Şura-yı  Bab- ı Ali’de bulunarak müzakere etmelerine irade-i senniyye de çıkar. Bu sırada  hem içişleri hem de dışişleri tek bir kalem (Amedi odası) tarafından  yürütülmekteydi. Gittikçe giriftleşen uluslararası ilişkiler ve iç işlerin  yoğunlaşması, artık Âmedi odasının tanzim edilerek ikiye ayrılmasını  gerektiriyordu. Reşid Paşa’nın teklifiyle Âmedi odası bünyesinde Maruzat-ı  Dahiliyye ve Maruzat-ı Hariciyye memuru şeklinde iki memuriyet kurulur. Bu  esnada rakibi Akif Paşa’nın azliyle nüfuzu iyice artan Reşid Paşa, yeni bir  ıslahat teşebbüsü olarak vergilerin tayin ve tanzimi yolunda ‘Tahrir-i Emlak ve  Nüfus’ çalışmalarını başlatır. Esas kaide olarak, kimseye ayrıcalıklı muamele  yapılmaması fikrini kabul ettirmek gayretindedir.



 Reşid Paşa’nın bütün bu teşebbüsleri Sultan Mahmud tarafından  hoş karşılanmasına rağmen, Bab-ı Ali’nin, mutlakıyete halel gelir endişesinden  dolayı tekrar Londra büyükelçiliğine tayin edilir. Londra’daki elçiliği  esnasında İngiltere ile bir ittifak anlaşması yapar ve Mısır meselesinin halli  için bir teşebbüste daha bulunur. Fakat Bab-ı Ali bu anlaşmayı Osmanlı  Devleti’nin menfaatlerine uygun bulmadığından tasdik etmez. Yine de bu konuda  İngiltere’nin destek vaadini olmayı başarır.



 Mustafa Reşid Paşa 1839 Ağustos’unda, Sultan Mahmud’un ölümü  üzerine tahta çıkan Abdülmecid’in cülusunu tebrik etmek için İstanbul’a döner.  Bu sırada Mısır Valisi Osmanlı ordusunu Nizip’te yenmiş, rakibi Hüsrev Paşanın  Sadrazam olmasından ürken Kaptan-ı Derya Ahmet Fevzi Paşa, donanmayı götürüp asi  valiye teslim etmiş bulunuyordu. Mehmet Ali Paşa Sultanın gönderdiği heyeti geri  çevirmiş, zaptettiği yerlerin kendine verilmesini istemişti. Bu buhranlı  durumdan vekiller de müteessir olarak ne pahasına olursa olsun bu meselenin  hallini istemekteydiler. Bu durumda Reşid Paşa harekete geçerek genç padişahı  geniş bir ıslahatın lüzumuna ikna ediyor ve lüzumlu hazırlıkları tamamladıktan  sonra 3 Kasım 1839 günü mülki ve askeri erkan, yabancı elçiler ve büyük bir halk  topluluğu huzurunda Hatt-ı Hümayunu ilan ediyordu. Bu Hatt-ı Hümayun’a Gülhane  Saray-ı Hümayunu önünde okunduğundan “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” denilmişti.  Ferman elçilere tercüme edilerek resmen tebliğ edilir ve elçilerin hepsi ayrı  ayrı cevap verirler.



 Reşid Paşa, Mısır meselesinin hallinin dışarıdan kuvvetli bir  yardımın bulunarak mümkün olacağını öne sürerek, Tanzimat’ın bu hususta yardımcı  olacağını iddia etmekteydi. Zira, önce öldürme, zehirleme ve müsadere (mallarına  el koyma) gibi kötü muameleler iddiasıyla Osmanlı idaresinden yakınan bir kısım  tebaayı, haklarını garantiye alacak bir takım esaslar koymak suretiyle  devletlerine ısındırmaya ve genel hukuk prensiplerinin Osmanlı Devletinde  varlığını ortaya koymaya yardımcı olmak üzere, mal ve can emniyeti, ırz ve  namusun koruması esaslarını, kanun ve nizamlarla bağlanmış Avrupai bir idare  tarzını yerleştirmeyi ihtiva eden “Tanzimat-ı Hayriye” Avrupa kamuoyunun  güvenini sağlayacak ve böylece bir denge unsuru olarak Osmanlı gücünün ayakta  durması lüzumunu tasdik ettirecekti.



 Hakikaten Gülhane Hattı’nın ilanından sonra İngiliz ve Fransız  gazetelerinde Tanzimat hareketinin lehinde yazılar çıkar. Bazı gazeteler bu  olayı Avrupa medeniyetinin bir zaferi olarak ilan ederler.17 Kısacası  Gülhane Hattı sayesinde Avrupalı devletlerin, bilhassa İngilizlerin teveccühü  kazanılmıştır. Bu sayede 15 Temmuz 1840’da Londra Anlaşması ile Mısır meselesi  Osmanlıların lehine halledilmiştir. Mısır valisini tutan Fransa hariç İngiltere,  Rusya, Avusturya ve Prusya devletleri arasında imzalanan anlaşma ile Mısır  eyaleti M. Ali Paşa’ya ırsen bırakılır, Akka valiliği ile Şam Eyaletinin güney  kısmı da kayd-ı hayat şartıyla O’nun idaresine verilir.18 Anlaşma  esnasında Mehmet Ali Paşa Mısır’da bin Osmanlı defterdarı bulunması şartından  vazgeçilmesini ve yıllık 80.000 kese verginin azaltılmasını teklif eder. Reşid  Paşa ise bu teklifi reddeder. Reşid Paşanın bu ısrarının Mısır meselesinin  hallini zorlaştıracağı endişesine kapılan Bab-ı Ali, Paşa’yı Hariciye  Nazırlığından azleder. Mısır Hidivi Mehmet Ali’nin bu yolda bazı nüfuzlu  şahıslara rüşvet verdiği de söylenir.



 1841 Temmuz’unda dördüncü defa olarak Paris büyükelçiliğine  gönderilen Reşid Paşa, hastalığı dolayısıyla İstanbul’a dönünce kendine tevcih  olunan Edirne valiliğini kabul etmeyerek 1843’de beşinci defa Paris  büyükelçiliğine tayin edilene kadar memuriyetsiz kalmayı tercih ediyor. Son iki  Paris Büyükelçiliğinde Cebel-i Lübnan meselesiyle meşgul olur. Cebel-i Lübnan  meselesi, Osmanlı Devletinin isteklerine mutabık olarak çözülür. Reşid Paşa da  tekrar 1845 Ekim’inde Hariciye Nazırlığına getirilir. Ardından da 28 Eylül  1846’da Sadrazam olarak devlet mües-seselerinin ıslahı için çalışmaya koyulur.



 Sadrazamlığı esnasında 1847’de, karma ticaret mahkemeleri  kurulduğu gibi, Osmanlı ülkelerinde işkence men olundu. İlk ve orta öğretimin  düzenlenmesi gayesiyle “Mekatib-i Umumiye Nezareti” kurulur. Ve Rüşdiyeler  açılır. Hazine-i Evrak Nezareti (Başbakanlık Arşivi) teşekkül eder. Reşid  Paşanın bu ilk Sadareti esnasında Osmanlı ile Yunanistan arasında çıkan  anlaşmazlık önemlidir. Reşid Paşa, Yunanistan’daki Müslim tebaanın emlakine vaki  olan tecavüzler ve evkaf hakkında teşebbüste bulunarak bu meselenin Osmanlı  lehine hallini temin eder.



 Reşid Paşa’ya açıktan muhalefet eden Serasker Damat Sait Paşa,  Padişaha Sadrazamın Cumhuriyetçi olduğunu nakleder. Bunun üzerine Reşid Paşa,  Sadaretten azledilir. Bir müddet Mecalis-i Aliye’de memuriyette bulunduktan  sonra 1848 Ağustos’unda, esir ticaretini yasaklayarak insan hak ve  hürriyetlerinin Avrupai tarzda anlaşılması yolunda bir adım daha atmış oluyordu.  1851 Temmuz’unda Encümen-i Daniş’i kurdurarak akademik mahiyette ilmi  çalışmaları başlatır. Bu sırada vuku bulan Macar ve Leh mültecileri meselesinde,  Avusturya ve Rusya’ya karşı ayaklanan mültecileri, bütün ısrarlara rağmen geri  vermeyerek Rus Çar’ını ikna yo-lunu tercih eder. Reşid Paşa bu siyasetiyle  İngiliz ve Fransız kamuoyunu bir derece daha Türklerin lehine çevirmiş olur.



 Bir takım entrikalar yüzünden azledi-lerek Meclis-i Vala (halk  ile hükümet arasındaki davalar bakan yüksek mahkeme) reisliğine getirilen Reşid  Paşa, kısa bir zaman içinde tekrar Sadrazamlığa döner, fakat Tophane Müşiri  Ahmet Fethi Paşa ile anlaşamadığından tekrar azle uğrar. Bir müddet sonra üçüncü  defa Hariciye Nazırlığı’na getirilir.



 Bu esnada gündemde olan Şark Meselesi’nin Mukaddes yerler  hakkındaki kısmı devam etmektedir. Reşid Paşa Osmanlı mülkündeki Ortodoks  tebaayı himaye bahanesiyle Osmanlı’nın içişlerine karışmayı hedeflemiş olan Rus  Başbakanı Prens Menchikov’un talebini İngiltere elçisi Stradtford de  Redcliffe’in desteği ile reddederek Rusya’yı kızdırır. Rusya da memleketeyn  tabir olunan Eflak ve Boğdan’a girer. Reşid Paşa Meclis-i Umumiyi kendi  başkanlığında toplayarak harp kararı alır. Hatt-ı hümayun ile kararın  tasdikinden sonra Rusya’ya harp ilan eder. 1854 Mart’ında Fransa ve İngiltere  ile bir ittifak anlaşmasına muvaffak olur. Bu anlaşma üzerine İngiltere ve  Fransa daha sonra Osmanlı Devleti lehine Kırım Harbine iştirak ederler. Bu  sayede nüfuzu iyice kuvvetlenen Reşid Paşa, 1854’de yeniden Sadrazam olur.  Dördüncü sadareti esnasında Tanzimatı tatbik yolunda çalışmalara devam ederek  “Meclis-i Ali-yi Tanzimat”ı kurar. Bu meclis, imparatorluğun ıslahat işlerini  düzenlemekle meşgul olacaktı. Kırım Harbi devam ederken, Süveyş Kanalı meselesi  de kritik bir duruma gelmişti. Reşid Paşa’nın Meclis-i Vala reisi Yusuf Kamil  Paşa’ya, Mısır Valisi Said Paşa’ya hitaben Süveyş Kanalı’nın açılmasını önlemek  için yazdırdığı mektup Fransızların eline geçince, istifa etmek zorunda kalır.  Bu yüzden zaferle biten Kırım Harbinden beklediği semereleri, Paris Barış  Konferansında toplamak şerefine nail olamadı. Konferansta onun yerine Sadrazam  Ali Paşa devleti temsil eder. Müttefik devletler Osmanlı idaresindeki gayr-i  Müslim halka eşit haklar verilmesinin bir ferman ile ilan edilmesini ve bunun da  Paris Konferansında teminat altına alınmasını şart koşarlar. Bunun üzerine  hazırlanan “Islahat Fermanı” 28 Şubat 1856 da ilan olunur. Ferman hakkındaki  tenkitlerini Reşid Paşa bir layiha suretinde Padişaha takdim eder. Paşaya göre  bu Ferman, Osmanlı Devleti’nin menfaatlerine aykırıdır.



 Bundan sonra Mısır Valisi Said Paşanın daveti üzerine Yusuf  Kâmil Paşa ile beraber Mısır’a giden Reşid Paşa, döner dönmez İngiltere  Büyükelçisi Stradtford de Redcliffe’in teşebbüsüyle beşinci defa Sadrazam  nasbolunur. Bu sırada “memleketeyn” tabir edilen Eflak ve Boğdan (şimdiki  Polonya ve Romanya) meselesi devam etmektedir. Paris Konferansı kararları  gereğince Eflak ve Boğdan’ın mukadderatını seçilecek iki divanın tayin etmesi  gerekiyordu. Yapılan seçimleri bu iki ülkenin birleşmesi aleyhinde olanlar  kazanınca birleşme taraftarı olan Fransızlar seçim sonuçlarına itiraz ederek  yenilenmesini isterler. Reşid Paşa seçimlerin meşru olduğunu ileri sürerek  talebi reddeder. İngilizler de Fransa’nın tarafını tutunca Reşid Paşa Sadaretten  azlolunur. Meclis-i Ali-i Tanzimat reisliğine başlayan Paşa, Abdülmecid’in  kendisini ziyaretinden sonra altıncı defa Sadrazamlığa nasbolunur. Fakat bu  sadareti de uzun sürmez, 1858 Kasım’ında kalp sektesinden vefat eder.



 Değerlendirme

 

 Mustafa Reşid Paşa hakkında yazılanlarla, zamanının olayları  arasında bir bağ kurduğumuz takdirde O’nu anlamak elbette büyük ölçüde  kolaylaşacaktır. Fakat bu hiçbir zaman O’nu bütün yönleriyle tanımak, ıslahat  teşebbüslerinin arkasında yatan fikirlerine tamamen aşina olmak anlamına  gelmemelidir. Şahsiyetini ve ruh yapısını ortaya koymak bakımından da Devlet’in  idare mekanizmasının çeşitli kademelerinde nüfuzlu bir memur olarak görev  yaptığı sıralarda hadiselere karşı takındığı tavırlar ve yeri geldikçe ortaya  attığı teklifler ve hal çareleri değerlendirme açısından büyük rol oynayabilir.  Memleketin geniş bir ıslahata her sahada muhtaç olduğu kanaatini ta memuriyete  ilk başladığı yıllarda edinen Reşid Paşa’nın eline geçen her fırsatı  değerlendirerek yapmak istediklerinin ilgili mercilere iletmekten başka icap  eden makam ve mevkie bihakkın geldikten sonra görüşlerini derhal uygulamaya  koymaktan çekinmeyen bir yapıya sahip olduğu açıktır.



 Bu sadedden olarak Reşid Paşa’nın Mora isyanı münasebetiyle  Serasker olan eniştesi ile birlikte mühürdar olarak gittiği Mora’daki isyan ve  karışıklığın sebeplerini araştırma gayretinden, daha o zamandan Osmanlı  cemiyetinin iç yapısı hakkında bir takım tespitlerinin olabileceğini  çıkarabiliriz. Hatta bu konuyu araştırırken Osmanlı Devleti ile diğer  devletlerin ilişkilerini, bilhassa Şark Meselesi’nin gündemde olduğu o  dönemlerde ihmal etmeyeceği açıktır.



 Resmi devlet memuriyetine başladığı günlerden itibaren ileri  derecedeki ikna kabiliyeti, kültürü ve mahareti ile devamlı surette tekdirleri  celbeden Reşid Paşa, bilhassa milletlerarası münasebetlerde ağırlığını  hissettirdiği için, Düvel-i Muazzama tabir edilen ve adeta Dünya’nın  mukadderatıyla yakından alakalı olan devletlerin ileri gelenleri ile defalarca  temasları ve hatta teşrik-i mesaileri sayesinde oldukça geniş bir ufka sahiptir.



 Reşid Paşa’nın düzelmesi, ıslah edilmesi icap eden kurumların  başında Eğitim kurumunu görmesi ve bu konuda ilk ve orta öğretimi belli bir  nizama bağlamak istemesi Avrupa devletlerinde gördüklerinin etkisi olarak  düşünülebilir. Hakikaten sadece eğitim alanında değil, bürokrasi ve ordu  hakkında düşündüğü ve tatbikata koyduğu ıslahat hareketleri tam anlamıyla  Avrupai mahiyettedir. Osmanlı Devletinin yaptığı ıslahatların Avrupai manada  olması gerektiği konusunda Sultan II. Mahmud ile tam bir uyum arz eden Reşid  Paşa’nın, Divan-ı Ahkam-ı Adliye ve Şura-yı Bab-ı Ali’nin kurulmalarındaki  etkisi sabittir. Hatta bu iki meclisin teşekkülüne Meşrutiyet yolunda atılan ilk  adım olarak bakılırsa Reşid Paşa’nın, Meşrutiyet taraftarı ve bu hususta II.  Mahmud’u iknaa çalıştığı dahi söylenebilir. Uzun yıllar İngiltere ve Fransa’da  kalarak, artık dünya kamuoyunun İnsan Hakları ile ilgili ilgilendiğini ve  diplomatik münasebetlerde dahi bu hususun başrolü oynadığını bütün açıklığı ile  kavrayan Reşid Paşa, daha sonra ilanını başardığı Tanzimat Fermanı’nın içerdiği  iktisadi, idari ve siyasi hükümlerinin hukuk çerçevesi ile şekillenmesine dikkat  sarf etmiştir. Hakikaten daha önce de bahsettiğimiz gibi Avrupa basını, Gülhane  Hatt-ı Hümayunu hadisesine fevkalade itibar etmiş, bir kısım gazeteler bunu bir  Meşrutiyet Fermanı, idari ve sosyal bir inkılap olarak karşılamışlardır.



 Hatta bir kısmı “Ferman’ı”, “Hukuk-u Beşer Beyannamesi” ile  mukayese etmişlerdir.19

 On sekizinci yüzyılın ikinci yarısında belirginlik kazanarak  Osmanlı dış politikasını yönlendiren, harpten ziyade sulhü tercih eden  zihniyetten de nasibini alan Reşid Paşa, Mısır meselesinin hallinde ve Makamat-ı  Mübareke meselesinde olduğu gibi ittifaklar ve uzlaşmalar ile meselelerin  hallini tercih etmekteydi. Bilhassa Macar ve Leh mültecileri meselesinde  mutlakıyetçi olan Rusya ve Avusturya’nın asilerin teslimi taleplerini  reddetmesi, liberal temayüllü İngiltere ve Fransa’nın desteğini Osmanlıya  kazandırmıştır. Tavırları ve tutumuyla Osmanlı lehinde Meşrutiyetçi ülkelerin  kamuoylarına tesir etmeyi bilmiştir.



 Sultan Abdülmecid’in teveccühüyle Sadrazamlık makamına gelen  Reşid Paşa’nın bu makamdan azledilmesine sebep olan hadise, burada kayda değer  olabilir: Reşid Paşa her ne kadar devamlı yenilik ve ıslahat taraftarı olarak,  açık görüşlü ve ıslahat taraftarı bir padişah zamanında icra makamına gelmiş  olsa da devlet idaresinde yetkili merciler ve kadro mensupları muhafazakar ve  Tanzimat aleyhtarı idi. Bir de makam ve mevki yolunda entrikalar hesaba  katıldığında Reşid Paşa’nın hayli düşman edindiği görülecektir. Bu cümleden  olarak Reşid Paşa’yı gözden düşürmek maksadıyla Serasker Sait Paşanın, Sultan  Abdülmecid’e, Reşid Paşa’nın Cumhuriyeti ilan etme yolunda hazırlık yaptığını  bildirdiği bilinen bir vakıadır. Bunun üze-rine Paşa, Sadrazamlıktan azledilir.  Tam bu sıralarda Fransa’da 1848 ihtilalinin çıkmış olması dikkat çekicidir. Bu  ihtilal Almanya ve İtalya ile beraber muhtelif Avrupa devletlerine de sirayet  ederek demokratik firiklerin yerleşip kökleşmesine vesile olu-yordu. Bu ihtilal  netice olarak, Fransa’nın Cumhuriyeti ilanını doğurdu. Reşid Paşa’nın bu siyasi  hadise karşısında bigane kalması düşünülemeyeceğinden, bu durumu önemli devlet  ricaliyle müzakere etmesi pek muhtemeldir. Sadareti esnasında vuku bulan  Avrupadaki mezkur gelişmeler ile azli arasında bir bağ kurmak mümkün olabilir.



 Bir taraftan Reşid Paşa’nın siyasi ve fikri yapısı hakkında  yukarıda geçtiği şekil-de çok belirgin bir görüntü ortaya koymak mümkün olurken,  diğer taraftan Reşid Paşa’nın sadece zamanın şartlarına göre tavır almasından  kaynaklanan bir siyasi yapıda olduğu da öne sürülebilir. Çünkü bilhassa zihnen  meşgul olduğu Mısır meselesinin veya geniş anlamda Şark Meselesinin biran evvel  Osmanlı lehinde hallolmasını isterken, bunun ancak Düvel-i Muazzama’nın  desteğini kazanmakla hallolacağını biliyordu. Zaten Tanzimat konu-sunda  Abdülmecid’i ikna yolunda kullandı-ğı en büyük ve önemli malzeme, Mısır  me-selesi idi. Bahsi geçen mülteciler meselesine yaklaşımı da ilk planda insan  hakları ve Meşrutiyete taraftarlıktan ziyade, desteğini arzu ettiği devletlerin  istedikleri şekilde davranma endişesinden kaynaklanmış olabilir. Tanzimat  hadisesi bir kül olarak ele alındığında ise köklü bir ıslahata inanılmış idi.  Padişah II. Osman’dan beri mevzi de olsa bu konuda pek çok teşebbüsün varlığı da  bir gerçektir. Reşid Paşa’nın Tanzimatı’nın muhteva ve yapı bakımından müstesna  bir durum arz etmesinde ise Reşid Paşa’nın şahsi kabiliyet, tecrübe, liyakat,  bilgi ve maharetinin yanı sıra icap eden şartların da uzun bir vetire dahilinde  hazırlandığı gerçeğini de ihmal etmemelidir.



 Netice olarak: Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Devletini artık bir  Avrupalı hüviyetine büründürme yolunda ve artık bünyede baş gösteren çözülme ve  dağılmaya müdahale etme sadedinde bir Tanzi-mat’ın mimarı olarak müstesna bir  şahsiyettir. Başlattığı gelenek kendinden sonra da devam etmiş, yandaşı Ahmet  Cevdet Paşa ve kendi himayesiyle yetişen Ali ve Fuat Paşalar ile birlikte Türk  siyasi hayatında, “Tanzimat Dörtlüsü” olarak, Tanzimat zihniyetinin  müteşebbisleri olarak bilineceklerdir.



 Dipnotlar


 1. Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, TTK  Basımevi, Ankara 1954, s. 41. 

 2. Tarih-i Cevdet, C. XII, s. 15. 

 3. Mehmed Selahaddin, Bir Türk Diplomatının Evrak-ı  Siyasiyyesi (Osm.), Alem Matbaası, İstanbul 1306, s. 8. (Hicri 1230 yılında,  Seyit Ali Paşa “serasker” rütbesiyle Mora'ya tayin edildiği zaman, kendisi de  oraya gitmiş ve Mora yarımadasındaki karışıklığın ortaya çıkış sebeplerini ve  kötü sonuçlarını tamamıyla incelemişti. Reşid Bey ta o zaman, devletin  şevketinin iadesini ve selametinin elde edilmesini netice verecek temel  ıslahatları düşünmeye başlamıştı.) 

 4. Kaynar, age., s. 43. 

 5. Selahaddin, age., s. 11. 

 6. Age., s. 12. 

 7. Age., s. 15. 

 8. Kaynar, age., s. 53-56. (Tahriratın metinleri için) 

 9. Selahaddin, age., s. 15. 

 10. Kaynar, age., s. 62. 

 11. Selahaddin, age., s. 15. 

 12. Ercüment Kuran, Reşit Paşa mk., İslam Ansiklopedisi, C.  9, s. 701. 

 13. Selahaddin, age., s. 18. 

 14. Kaynar, age., s. 83. 

 15. Kaynar, age., s. 84. 

 16. Kaynar, age., s. 100. 

 17. Kaynar, age., s. 187. 

 18. Ercüment Kuran, agm. 

 19. Enver Behnan Şapolyo, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat  Devri Tarihi, Güven Yayınevi, İstanbul 1945, s. 77.



KPR - K 99 - Devlet-i Aliyye



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst