Namus

kasif1

Well-known member

Namus; iffet, vefa ve sadakatten hâsıl olan öyle mübarek bir hamurdur ki, harç olarak kullanıldığı binanın sarsılıp yıkılması hiç görülmemiş veya çok ender vâki olmuştur.

"Namus"a, sözlüklerde "bir sırrı saklamak, birine bir şey fısıldamak" (İbn-i Manzur,VI.,241) "gizli ve örtülü söz eylemek"; "avcının pusuya yatıp saklanması, avcı tuzağı"; "işini letâfet ve incelikle yapan mâhir kimse" (Asım Efendi, II.,1036); "herhangi bir şeyin bozulması, kokması, yağlanması" (İbn-i Manzur, VI., 243; İbn-i Fâris, V., 480-481) gibi mânâlar verilmiştir. Namusun bu koruma ve saklama anlamına uygun olarak, yatanların görülmemesi için yatağın etrafına çekilen perdeye veya zararlı haşarattan korunmak için kullanılan cibinliğe "namusiye" denilmiştir. (Pakalın, II. 653)

Namus, evrensel ahlâka uygun lekesiz ve şerefli bir hayat yaşamaya, insanlık haysiyetini zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durmaya yönelten ahlâkî ilkeler bütünü olarak tanımlanabilir.

Namus son dönem ahlâk kitaplarında daha çok ırz, edep, iffet, ar, hayâ, şeref, onur doğruluk, dürüstlük gibi erdemlerin bütününü içine alan bir ahlâk terimi olarak kullanılmaktadır. Şehvet gücünün itidal ölçüleri içerisinde tutulması demek olan ve genel mânâda "kötülük ve çirkinliklerden kaçınma ve kendini koruma" anlamına gelen iffet ve "insanî şeref ve saygınlığın korunması" demek olan ırz kavramları ile çok yakın ilişkilidir; çoğu zaman bunlardan biri diğerinin yerine kullanılmakla birlikte, namus kavramının anlam sahasının bunların hepsinden daha geniş olduğu söylenebilir.

Genel olarak namus, insanın mânevî ve ahlâkî kişiliğini ayakta tutan ve sıkı sıkıya korunması, saklanması gereken temel bir değer kabul edilir. İnsanın mânevî şahsiyeti ve onu koruyan namus ilkesi insanın en değerli ve kutsal varlığıdır; onun sözlü ya da fiilî her türlü saldırıdan korunması ahlâkî bir görev kabul edilir. İslâm ahlâk anlayışı insanın mânevî hayatını maddî hayatından daha saygın ve kutsal kabul eder. İffet ve namus gibi mânevî değerler; açlık, susuzluk, cinsellik gibi fizyolojik ihtiyaç ve isteklerden daha önemlidir. Bu düşünce, büyük ölçüde fizyolojik istek ve tutkuları düzeyinde yaşayan ortalama insanlar için geçerli olmayabilir. Ancak salim fıtratı bozulmamış her insan, mânevî değerlerine maddî ihtiyaçlarından daha çok değer verir. Bu yüzden namus ve şerefini korumak için seve seve canını fedâ etmekten çekinmez. (Carullah, s.38; Akseki s.237; Fromm,1980, s.94)

İnsanlar arası ilişkilerin ve görevlerin yerine getirilmesinde ve medenî bir hayatın yaşanmasında namus duygu ve anlayışının çok önemli bir yeri vardır. İnsanda namusun varlığı; kişinin dine, edep ve ahlâka aykırı işlerden kaçınması, kötü ve yanlış işler karşısında her zaman iyi ve doğru olanı tercih etmesi ile anlaşılır. Bilgi ve anlayış seviyesinin yükselmesine paralel olarak kişilerde namusa uygun yaşama ve davranma eğilimlerinin de arttığı ve mükemmelleştiği bilinen bir gerçektir. Fakat namus insan fıtratında tabiî bir duygu ve eğilim olduğu için, ilkel denen topluluklarda, medenî imkânlardan uzakta yaşayan çöl ve kırsal kesimlerin insanlarında da sağlam bir namus anlayışına rastlanmaktadır. Ne tür bir toplumda yaşanırsa yaşansın, bütün insanların huzur ve mutluluğu, namus kurallarına göre yaşamanın en büyük erdem kabul edildiği ve bunun için herkesin gayret gösterdiği bir ortamı gerekli kılmaktadır. Günümüzde yapılan çalışmalar, namus kavramının neredeyse mutlak olarak evlilik dışı cinsel ilişkiden korunmuşluk anlamında kullanıldığını ortaya koymaktadır. Bunun yanında namusun cinsel ahlâk kurallarına “itaat” olarak anlaşıldığı da bir gerçektir. (Bora-Üstün; İstanbul 2005, s.67)

“Namus” kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçmemektedir; fakat bu kelimenin ihtiva ettiği ve zamanla yerleşik bir hâl alan anlamların önemli bir kısmını çağrışım yaptıran birçok kelime ve ifade yer almaktadır. Özellikle kadın-erkek ilişkileri bağlamında; sağlam ve sağlıklı bir aile yapısının korunması için gerekli olan cinsel ahlâk ilkelerine tam olarak uyulmasını, kişinin şeref, onur ve saygınlığına gölge düşürecek tutum ve davranışlardan uzak durulmasını emir ve tavsiye eden âyetlerin tefsir ve meallerinde, namus kelimesine sıkça rastlanmaktadır. Nisâ(4) 24. ve Mâide(5) 5. âyette geçen “muhsanât” kavramı, genellikle iffetli ve namuslu kadın olarak anlaşılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm iffet ve namusu bütün ahlâkî iyiliklerin esası sayar. Onları korumayı, hayâ ve haysiyetli olmanın bir gereği kabul eder. Evliliğin sağlıklı ve geçerli temellerini, erkek ve kadının namuslu, iffetli, zina yapmamış ve gizli dostlar edinmemiş olması ilkesine dayandırır. (Maide 5/5; Nur 24/33) Cinsler arasında bir ayrım söz konusu olmaksızın “ırz ve namusu koruma” inanmış erkek ve kadınların ortak özelliği olarak zikredilir. (Nur 24/6,7,15; Ahzab 33/35; Meâric 70/29-31)

Hazreti Peygamber’den (sallallahü aleyhi ve sellem) nakledilen birkaç hadîste namus kelimesinin farklı bir anlamda kullanıldığı görülmektedir. İlk vahyin tesiriyle bir sarsıntı geçiren Allah Resulü’nün sevgili zevcesi Hz. Hatice Vâlidemiz durumu amcası Varaka b. Nevfel’e anlatınca, o: “Eğer bana anlattığın doğru ise, Musa’ya gelen “namus-i ekber” ona da gelmiştir.” der. (Buhari, Bed’ül-vahy 3; Enbiyâ 2. Müslim, İman 252. Müsned I, 312; VI, 223). Burada yer aldığı şekliyle kelimenin Arapça “nems” kökünden geldiği ve “nâmûs-i ekber”in de “sır ortağı, gizli bilgiye sahip olan” anlamında Cebrail olduğu kabul edilmiştir.

Bunun yanında Hz. Peygamber’in hadîsle­rin­de namuslu kadınlara (=muhsanât) iftira atmak (=kazif) yedi helâk edici günahtan birisi sayılmıştır.(Buhari, Vesayâ 23; Tıb. 38; Hudûd 44. Müslim, İman 145) Namus anlamında “ırz” kavramına hadîslerde daha çok rastlanmaktadır. “Canlarınız, mallarınız ve namusunuz (=ağraz) saygı değer ve dokunulmazdır.” mealindeki bir hadîs hemen bütün hadîs kitaplarında yer almaktadır. (Buhari, İlim 9,37; Hac 132, Tevhid 24. Müslim, Hac 147; Kasame 29, 30..)

Cinsel iffet ve ahlâkın korunması şeklindeki bu daha özel anlamında namus, İslâm öncesi Arap toplumunda da önemli bir ahlâkî değer kabul edilirdi. Cahiliye şairlerinden Antere: “Komşu hanımla karşılaştığım zaman, evine girip kayboluncaya kadar gözlerimi yere indiririm.” demiştir. (Ikdu’l- Ferîd, V.132) Cahiliye Arap’ı namusuna düşkündür; denebilir ki, mabudu kadar namusu da mukaddes idi. Kadınların taktıkları çeşitli örtüler vardı ve bunlar “avret perdesi” olarak değil, şeref, şiar olarak kullanılıyordu. Kabilelerin kuvveti, erkeklerin gayreti ve kadınların edebiyle namuslarını koruyan kabilelerde yüz perdesi bulunmazdı. (Carullah, s.35) Bunun yanında o dönemde özellikle himâyesiz kadınların ırz ve namusları ciddi bir tehdit altında idi. Zina ve fuhuş temâyülü yaygındı. Buna karşılık, ahlâk dışı âdet ve telâkkileri meşrulaştırmak için sözde birtakım nikâh usulleri geliştirilmişti. Öte yandan sürüp giden kabile savaşları da aile namusu için ciddi bir tehlikeydi. Çünkü Cahiliye Arap’ında kadın, savaş sonunda herhangi bir mal gibi, kendisinden çeşitli şekillerde yararlanılan bir ganimet durumundaydı. Bu durum karşısında kız çocuklarının ileride fahişeliğe zorlanabileceğinden endişelenen ve namusuna düşkün olan müşrik Arap, yeni bir kızının dünyaya gelişini utanç verici bir durum telâkki eder, onu ileride fahişe olmaktan kurtarmanın yolunu toprağa gömerek öldürmekte bulurdu. Bu cinayetin işlenmesinde geçim kaygısının da etkisinin olduğu (En’âm 6/151; İsrâ 17/31) bir gerçektir. Fakat her ne kadar sözkonusu endişe erkek çocuklar için de geçerli idiyse de, içtimâî değer olarak “güç”e inanan bir toplumda, ailenin ve kabilenin delikanlılarının -yani savaşçı kişilerin- çokluğu, onlar için hem hak hem de hayat güvencesi ve başkalarına üstünlük vesilesi idi. İslâm’ın zina ve fuhşu yasaklayıcı ve buna götürücü cinsler arasında ölçüsüz, kontrolsüz ve kışkırtıcı (Nur 24/ 30-31; Ahzâb 30/32,33,35; Meâric 70/29-31) davranışlardan sakındırıcı hükümleri yanında, meşru ve İlâhî kanuna uygun evlenmeleri teşvik etmesi (Nur 24/32; Nisa 4/23-25), bütün Müslümanları kardeş ilân ederek (Hucurât 49/10), her birinin malının, kanının ve namusunun kutsal ve dokunulmaz (Buhâri, Hacc 132) kabul edilmesi, toplumda namusun korunması için çok önemli bir zemin oluşturmuştur. Kadının değer ve statüsünün yükseltilmesi, namuslu yaşamasına gölge düşürecek söz ve fiillerin yasaklanması (Nur 24/4-6) haklarının güvence altına alınarak, sevgi ve şefkat âbidesi (Nisa 4/24-25) görülmesi ve anne olarak da saygıya değer (İsra 17/23-25) bir konuma yükseltilmesi köklü bir değişim olmuştur.

“Namus”un bunun dışında en çok kullanılan mânâsı; ‘ilâhî kanun’, şeriat ve ahlâk kurallarıdır. Bu anlamda namus, Peygamberlere vahy vasıtasıyla gelen ve onlar tarafından insanlara haber verilen İlâhî kanun ve kurallar bütünüdür. Peygamberlere “namus esaslarını ortaya koyanlar” mânâsında “vâzî’el-nevâmis” denilmiştir. Kalkaşandî, dinî ilimler (ulûm el- şeriyye) arasında ilk ilim olarak, Peygamberlikle ilgili namuslar ilmini (ilmu’l-nevâmis el-müteallâk bi’l-nübüvvet) sayar (Subh el-a’şâ I. 470). Ebu Hayyan et-Tevhidî, Mükâsebat’ının dördüncüsünü, “İlâhî namus”a (el-namusu’l-ilâhî) hasretmiştir. Vahy meleği Cebrâil’e namus veya namus-u ekber denilmiştir ki, hadîslerde daha çok bu anlamda geçmektedir.

Ahlâk felsefesi ile ilgili bazı kitaplarda namus kavramı antik Yunan’da kullanılan ve “ilâhî kanun” veya “vahyedilmiş kitaplar” mânâsına gelen “nomos” ile bağlantılı olarak ele alınmıştır. İbn Miskeveyh’e göre namus Yunancada “siyaset” ve “tedbir” anlamlarına gelmektedir. İçtimaî münasebetlerde adalet ve eşitliğin, toplumsal düzen ve dengenin sağlanmasında temel kaynak namustur (kanun;ilâhi kurallar;şeriat). Ona göre Aristo en büyük namusun Allah’tan geldiğini söylemektedir. Temel vasıtalar ise, Aristo’nun “sessiz adalet” saydığı para ve “konuşan adalet” saydığı hâkimdir. Paranın bu özelliği, ticaret ve hizmet gibi hakka konu olan faaliyetlerde adalet ve eşitliği sağlama fonksiyonundan ileri gelmektedir. Ancak taraflar arasındaki sürtüşmenin önlenmesinde paranın etkili olmadığı durumlarda denge ve düzenin, adaletli bir ilişkinin gerçekleştirilebilmesi için “akıllı insan”ın yani hâkimin müdahalesine ihtiyaç vardır. En büyük kanun (en-namusu’l-ekber) ve bütün kanunların öncüsü (kudvetü’n-namus) ise Allah’ın kanunu yani şeriattır. Önem bakımından onu hâkim ve para takip eder. İbn Miskeveyh’e göre şeriat iyi olanı buyurmaktadır; çünkü o azîz ve celîl olan Allah katındandır. (Tehzîbu’l-Ahlâk, s.110-111)

İbn Miskeveyh’in, Yunan ahlâkı bağlamında yer verdiği fakat aynı zamanda İslâmî anlayışı da vurguladığı namus kavramıyla ilgili bu açıklamalar daha sonraki ahlâkçılar tarafından da tekrar edilmiştir. Nâsır el-Tûsî eserinin iktisat ile ilgili bölümünde, parayı sadece en küçük namus olarak zikretmektedir. (Ahlâk-ı Nâsırî, II,2.) Kınalızâde ise Yunan düşünce geleneğinden gelen bu görüşleri aynen benimsemekte ve tekrarlamaktadır. Ona göre halk arasında adaletin sağlanabilmesi için üç şeye ihtiyaç vardır: Bunlar Namus-ı Rabbânî, Hâkim-i İnsânî ve Dinar-ı Mizânîdir. Bunlara Yunanlı filozofların “siyaset” mânâsına gelen “namus” adını verdiklerini belirtir. (Ahlâk-ı Alâî, Bulak 1833. I, 77-78)

Namus konusunda detaylı ve değişik açıklamaların yer aldığı İhvân-ı Safâ Risalelerinde, insan ahlâkını yücelten ve toplum düzenini sağlayan düzenleyici bir ilkedir ki, bu da İlâhî kanun ya da dinden başka bir şey değildir. İhvan düşüncesine göre şeriat, âlemin düzenini koruyan namustur (kanun). (Resâil.IV,s.34) İhvâna göre, namusun emrettiği, teşvik ettiği ve övdüğü şeyler iyi, yasakladığı ve sakındırdığı şeyler de kötüdür. Namus, farklı cemaat, grup hattâ fertlere uygun olarak farklılık arz eder ve her toplumun içinden çıkan “hakîm” kişilerce, o toplumun yararına uygun olarak ortaya konulur. Namus ehli olanlar, bütün insanlığın öğretmeni, eğitimcisi ve hocası durumundaki kimselerdir. İmanın temeli ve en sağlam rükünleri, taat türünden emrettikleri ve kötülük türünden sakındırdıkları konularda ilâhî namus sahiplerine tâbi olmaktır. Kısacası iman, namus sahiplerini dinlemek ve onlara itaat etmektir. Bu, beşerî davranışların en üstünü, insânî eylemlerin en lezzetlisi ve akıllı insanların kendisine yöneldiği meleklerin sahip oldukları en yüce mertebe olup, bu da ilâhî namuslar (kurallar) tarafından ortaya konulmuştur. Namus hükümlerini uygulamaya talip olan herkesin nihâi gayesi hakikate, hayır bir işin ve sevabın mükâfatına ulaşmak, asılsız ve uydurma olandan uzaklaşmaktır. İlâhî namus sahiplerinin emir ve yasaklarına uymayanların ilâhî namustan nasipleri olmayacaktır.

İhvan-ı Safâ düşüncesine göre, insan nefsi potansiyel olarak bir melektir; eğer Peygamberlerin ve İlâhî namus sahiplerinin yolundan giderse bilfiil de melek olması mümkündür. (Resâil, IV., s.122) Doğuştan olan bu yeteneğin geliştirilmesi ve açığa çıkarılması sonucunda insan erdemli bir hayat yaşayabilir. Bu açıdan İhvan-ı Safâ insanın ahlâkî fazilet ve çirkinliklerine temel teşkil eden nefsin beş gelişim basamağından ve türünden söz etmiştir. En üst basamakta yer alan namusî-melekî nefs, insanın maddî dünyayı aşarak Allah’a yaklaşmasına, O’ndan feyz almasına ve kendi cinsinden olan diğer varlıklar için bir feyz ve cömertlik kaynağı olmasına imkân verir. (Resâil, I, 313-315) İnsan ruhunda namusî gücün tam olarak hazır olması da ancak kırk yaşından sonraki bir durumdur. (Resail, IV, 174)

Sonuç
Ahlâkî bir kavram ve insanî bir değer olarak namus, dilimizde daha çok aile şerefi ve saygınlığı çerçevesinde kullanılmaktadır. Buna göre, aile mahremiyeti ve değerlerini koruma, saygı gösterme; evlilik dışı cinsî münasebetlerden uzak durma, ahlâkî dürüstlük ve ilkelilik gibi mânâlar ihtiva etmektedir. Temel İslâmî kaynaklarda ve İslâm ahlâkını konu edinen eserlerde bu anlamda iffet, ırz, edeb, hayâ gibi kavramlarla yakın ilişkisi olduğu görülmektedir.

Geniş anlamıyla namus, korunması ve uyulması gerekli bütün ahlâkî kural ve değerlere uymadaki dürüstlük, şerefli ve lekesiz bir hayat yaşama yönündeki mânevî güç ve değerdir. İnsan ahlâkî ve medenî olgunluğu ancak namuslu bir hayat yaşayarak elde edebilir. Namus düşüncesi tarihin her döneminde ve bütün insan toplumlarında önemini ve etkisini korumuştur. Hangi tür davranışların namuslu yaşamaya imkân vereceğini gerçek mânâda öğreten ise dindir. Her ne kadar toplumların, insan gruplarının gelenekleri çerçevesinde şekillenmiş belli bir namus anlayışı varsa da, İlâhî rehberlik ve örneklik olmadan bu anlayışın tek başına kişilerin ve toplumun ahlâkî ve medenî olgunlaşmasına pek fazla katkısı olamayacağını belirtmek gerekir.

*Uludağ Üniv. İlâhiyat Fak. Öğretim Üyesi
hayati.hokeleklİ


Kaynaklar:
Ahmet Rifat, Tasvir-i Ahlâk, İstanbul 1309.
Asım Efendi, Kâmus Tercemesi, İstanbul 1305, c.II.
Akseki A.Hamdi, Ahlâk Dersleri, 2. bas. Üçdal Neşriyat, İstanbul 1968.
Aydın, Fuat “ Nâmûs/Nomos Cebrâil mi Tevrat mı?: “Bed’ü’l-vahy” hadisindeki Nâmûs kavramı üzerine”, Dîvân İlmî Araştırmalar,sy.15(2003/2), s. 53-85, İstanbul
Bilmen, Ö.Nasuhi, Dinî ve Felsefî Ahlâk Lügatçesi, İstanbul 1967.
Bora, Aksu- Üstün, İlknur; Sıcak Aile Ortamı, Demokratikleşme Sürecinde Kadın ve Erkekler, Tesev Yayınları, İstanbul 2005.
Carullah, Musa, Hatun (Yay.haz.M.Görmez), Kitâbiyat, Ankara 1999
Çağrıcı, Mustafa Ana Hatlarıyla İslâm Ahlâkı, 4. Bas., Ensar Yay., İstanbul 2006; a.mlf.İslâm Düşüncesinde Ahlâk, İstanbul 1989.
İbn Fâris, Mu’cemu mekâyisi’llüğa, Beyrut ts., c.V.
İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut 1410/1990,c.VI.
İbn Miskeveyh, Tehzîbü’l- Ahlâk, Kahire 1322; Beyrut 1398.
İbn-i Abdi Rabbih, el-Ikdü’l-Ferîd,Kahire 7.cz,M.Lücentü’t-t’elif, Kahire 1956, c.V.
Kalkaşandî, Subh el-a’şâ, Kahire 1913, c.I
Kınalızâde Ali, Ahlâk-ı Alâî, Bulak 1833
Meydan Larousse, c.XVI,s.8529.
Motzki, Harald, Encyclopedia of the Qur’an, Leiden 2003, c.III.
Pakalın M.Zeki, Osmanlı Tarih Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, c.II, İstanbul 1971..
Plessner, M., “Namus”, MEB.İ.A, c.IX,s.74-75; a.mlf, E.I, 2. bas.,Brill, Leiden 1993.
Resâîlü İhvân-ı Safâ, c. I,II,III,IV. Darü’s_sâdır, Beyrut 1957.
Turgut, Ali, Kur’ân-ı Kerim’e Göre Ahlâk Esasları, İstanbul 1980.
el-Tûsî, N. Ahlâk-ı Nâsırî, Tebriz 1320, c.II.

 
Üst