Livza
Well-known member
Son yıllarda, maharetleriyle, kabiliyetleriyle, sesiyle, başarılarıyla veya kazandıklarıyla övünen insanları gördükçe, aslında ne kadar aciz olduğumuzu göstermek istedim.
İster istemez herkes bazen bu hataya düşebiliyor. Maharet, kabiliyet veya başarılardaki payın çoğunu kendimizden sanıyoruz. Oysa, gerçekte hiç de öyle değil! Şimdi başka meşguliyetlerden sıyrılarak, bu konuya tam odaklanalım… Tıp fakültesinde okuyan arkadaşlarım şöyle anlatıyordu: Kadavra üzerinde ders yaparken, ölünün bilek içlerinden girerek, bulduğumuz misina gibi sinir uçlarını çekiyor, ilgili parmağın nasıl kapatıldığını kontrol ediyorduk. Hocamız bize: “-Bakınız arkadaşlar, burada sadece şu siniri çektiğimizde, ölü şu işaret parmağını kapatıyor. Şu siniri çektiğimizde ise şu başparmağı kapatıyor. İkisini aynı anda ve de dengeli olarak çektiğimizde ise, bir cismi ‘TUTMA’ işlevini gerçekleştirmiş oluyor.” Kendisini gerçekten çok iyi yetiştirmiş olan uzman doktor hocamız, bizlere sordu: “-Bu ölü sağlığında iken, bu tutma işlemindeki, bu iki siniri ona çektiren veya şu anda bana çektiren kuvvet nedir?” Bir öğrenci cevap veriyor: “-Kollarımızda, o sinirlerin ucuna bağlı olan kaslardır hocam.” “-Bir nebze doğru, fakat acaba benim kolumdaki o kaslar, benim bir cisim tutacağımı nereden biliyor da kasılıyor ve çekiyor. İkinci olarak da o kaslardaki o ÇEKME POTANSİYELİ, nereden geliyor?” Öğrenciden cevap: “-Birincisi; karar verdiğiniz zaman, beyninizden o kaslara emir veriliyor hocam. İkincisi ….?!..” ..Öğrenci, duraklayınca hoca sorusuna ilaveler yapıyor: “-Neye karar verdiğimizi, hangi doku veya organ, nereden biliyor? Ve diğer sinirlere veya ilgili kaslara ‘dengeli bir şekilde çekilmesi gerektiğini’ nasıl haber veriyor?...” Öğrencilerin verecekleri cevapların tükendiğini anlayan uzman doktor, kendisi cevap veriyor: “-Öncelikle beynimiz, öylesine mükemmel ve komplike bir et parçasıdır ki, yüzlerce bilgisayarın alamayacağı bilgilerle ve hafızalarla donatılmıştır. Bunları yerli yerinde kullanma iradesi, yetkisi ve tercih hakkı da, o insanın Rûhuna ve aklına verilmiştir. Neyi, nasıl tutmak istediğine karar veren insanın beyninden, otomatik olarak bir puls (yani sinyal), ilgili kasa ait sinirin ilk hücresine elektriksel olarak bildirilir. Ancak, bir sonraki sinir ile ilk sinir arasında “synapse deft” adı verilen boşluklar vardır. Elektriksel puls’ın, (yani, o emir sinyelinin), o boşluklardan geçmesi mümkün değildir. Oralarda, saniyenin yüzde birinden de kısa bir zamanda, bir kimyevî reaksiyon oluşur ve o ileti bir sonraki sinir hücresine kimyevî olarak iletilir. İkinci sinir o iletiyi tekrar elektrik sinyaline çevirir ve bir sonraki synapse deft boşluğuna verir. O boşlukta da aynı kimyevi reaksiyon ile iletinin (çek veya bırak emrinin veya acının) özelliği değiştirilmeden üçüncü sinir hücresine ulaşır. Böyle bir faaliyet için, üç-beş hücre ve synapse deft ile sınırlı olmayıp, parmak kaslarına kadar milyarlarca kez tekrarlanır. Milyarlarca sinir hücresini ve synapse deft (boşlukları) milyonlarca akıl-almaz faaliyetlerle geçen ileti (karar sinyeli), nihayet o kasa ulaşır. Kaslar ise gerekli olan motor gücü (veya mekanik, hidrolik veya pnömatik potansiyel) varmış gibi, kasma veya gevşeme hareketini yaparlar. Bu konudaki bildiğimiz, o kastaki potansiyel şeker ve yağlar yakılarak kinetik enerjiye dönüştürüldüğüdür. Ancak bu esrâr hâlâ çözülememiştir. Lütfen şu noktaya çok dikkat ediniz! O hattaki milyarlarca sinir hücrelerinden, sadece birisi görevini ihmal etse, bu ileti gerçekleşmez!...” Bir öğrenci heyecanla: “-Hocam, beyindeki karardan sonraki faaliyet böylesine ilginç ve kapsamlı hâ, peki o karar verme olayı, biyoloji açısından nasıl oluyor?” “-Gözlerimiz ile kaslarımız arasında da, iç kulak ile kaslarımız arasında da, beynimizin hafızası ile kaslarımız arasında da, dilimiz, derimiz ve diğer tüm organlarımız ile kaslarımız arasında da, aynı sistemle çalışan sinir sistemi ağları bulunmaktadır. Şimdi gözlerimizle bir kaleme baktığımızı düşününüz. Hafızamızda, o kalemin ne işe yaradığı, nasıl kullanıldığı, sertliği, ağırlığı depolanmış bir bilgi olarak hazırdır. Beynimiz bir anda bunların hepsini değerlendirerek, o kalemi tutmaya karar verir. Dikkat ediniz; burada, biraz önce arz ettiğim gibi sadece iki parmak değil, ilgili tüm kol kasları, en uygun emirlerle, (kaleme uzanma ve eli en uygun yere getirme gibi) en makul hareketleri yaparlar. Aynı anda yürüyor bile olsak, kafamızı sağa sola çeviriyor da olsak, konuşuyor veya bir şey dinliyor da olsak, o faaliyetlerle ilgili emirler de, ilgili sinyallerle, yukarıdaki (milyarlarca sinir hücresi- synapse deft arasındaki elektriksel ve kimyasal uygulamalarla) aynı andaki kararlarımıza uygun faaliyetlerini sürdürürler. Eş zamanlı diğer hareketlerin hiçbirisi de aksamaz. İnsan burada sadece karar verir ve uygulamayı kontrol eder. Yani insanın bu faaliyetlerdeki rolü, “MİLYONDA-BİR” bile değildir.’’ Uzman doktor daha da ciddileşerek. Şimdi ben size soruyorum: Peki, nasıl oluyor da, sadece bir kalemi tutup kaldırma işleminin milyonda birine bile sahip olamayan bir insan, diğer bütün işleri nasıl ‘BEN YAPTIM’ diyebilir?...” “-Hocam çok doğru, biz bu yönlerini hiç düşünmemiştik. Tabiat ne kadar da güçlüymüş!” “-Tabiat dediğiniz şey, bu faaliyetlerin tümünün adıdır, ASLA FÂİL DEĞİLDİR!...” “-Nasıl yani hocam?” “-Tabiat, cansız, şuursuz, akılsız ve ‘kendinden bile haberi olmayan’ atomlardan meydana gelmiştir, daha doğrusu meydana getirilmiştir. Bu kesin ve net olduğuna göre, tabiat bir eserdir, MÜESSİR (yani yapıcı) olamaz. San’attır, SÂNÎ (yani sanatkâr) olamaz. Fiildir, FÂİL olamaz. Gözümüzle gördüğümüz ve göremediğimiz tüm faaliyetlerin FAİLİ ve SANÎİ ancak ve ancak, ilmi ve kudreti sınırsız olan yüce ALLAH’TIR c.c…” Şimdi, herhangi bir işi “BEN YAPTIM” derken, lütfen perde arkasındaki O gerçek Kudreti ve sınırsız İlmi mutlaka düşünelim. O sınırsız güce ALLAHÜEKBER diyelim ve secde edelim. O’na olan minnettarlığımızı, ciddiyetle sergileyelim ve kendisine sevgi ve saygı ile sunalım… Evet, şu âciz insan, O yüce Yaratıcının mülkünde SINANMAK üzere gönderilmiştir. Bu gerçekleri idrak etmesi için de, diğer canlılardan farklı olarak AKIL verilmiştir. İnsan, öncelikle bu gerçekleri bilmek zorundadır. Yoksa diğer mahlûkatın seviyesine düşer. Kur’ân ifadesine göre ise “..Bel hüm edallü…” yani ‘hayvandan daha da aşağı’dır… Çünkü hayvanlar, kendilerine verilen görevleri yerine getiriyorlar. ‘Yaratıcısını tanıma ve başkalarına anlatma görevi’ onlara verilmediği için, isyan etmiş olmuyorlar… ‘’Allah ki; hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını sınamak için, ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O azîzdir, gafûrdur. (Üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur). (67/2., 2/28.,Ayet)’’ ‘’Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız, güvendikleriniz) bunun için bir araya gelseler bile, bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de ACİZ, kendinden istenen de!.) (22. Sûre/73. Ayet.)’’ ‘’İşte verdiğimiz bunca nimete şükür yerine neticede, (insanlar) böyle nankörlük ederler. Şimdi bir süre daha eğlenin bakalım, yakında başınıza gelecek âkıbeti öğrenirsiniz. (16.Sûre/55. Ayet.)’’ Bir an evvel gafletten uyanıp, Küçük bir örneğini verdiğimiz acizlik örneğinden yola çıkarak Kur’an ayetlerinin manalarını güzelce anlamalı ve kendimize rehber edinmeliyiz. A. Raif ÖZTÜRK
İster istemez herkes bazen bu hataya düşebiliyor. Maharet, kabiliyet veya başarılardaki payın çoğunu kendimizden sanıyoruz. Oysa, gerçekte hiç de öyle değil! Şimdi başka meşguliyetlerden sıyrılarak, bu konuya tam odaklanalım… Tıp fakültesinde okuyan arkadaşlarım şöyle anlatıyordu: Kadavra üzerinde ders yaparken, ölünün bilek içlerinden girerek, bulduğumuz misina gibi sinir uçlarını çekiyor, ilgili parmağın nasıl kapatıldığını kontrol ediyorduk. Hocamız bize: “-Bakınız arkadaşlar, burada sadece şu siniri çektiğimizde, ölü şu işaret parmağını kapatıyor. Şu siniri çektiğimizde ise şu başparmağı kapatıyor. İkisini aynı anda ve de dengeli olarak çektiğimizde ise, bir cismi ‘TUTMA’ işlevini gerçekleştirmiş oluyor.” Kendisini gerçekten çok iyi yetiştirmiş olan uzman doktor hocamız, bizlere sordu: “-Bu ölü sağlığında iken, bu tutma işlemindeki, bu iki siniri ona çektiren veya şu anda bana çektiren kuvvet nedir?” Bir öğrenci cevap veriyor: “-Kollarımızda, o sinirlerin ucuna bağlı olan kaslardır hocam.” “-Bir nebze doğru, fakat acaba benim kolumdaki o kaslar, benim bir cisim tutacağımı nereden biliyor da kasılıyor ve çekiyor. İkinci olarak da o kaslardaki o ÇEKME POTANSİYELİ, nereden geliyor?” Öğrenciden cevap: “-Birincisi; karar verdiğiniz zaman, beyninizden o kaslara emir veriliyor hocam. İkincisi ….?!..” ..Öğrenci, duraklayınca hoca sorusuna ilaveler yapıyor: “-Neye karar verdiğimizi, hangi doku veya organ, nereden biliyor? Ve diğer sinirlere veya ilgili kaslara ‘dengeli bir şekilde çekilmesi gerektiğini’ nasıl haber veriyor?...” Öğrencilerin verecekleri cevapların tükendiğini anlayan uzman doktor, kendisi cevap veriyor: “-Öncelikle beynimiz, öylesine mükemmel ve komplike bir et parçasıdır ki, yüzlerce bilgisayarın alamayacağı bilgilerle ve hafızalarla donatılmıştır. Bunları yerli yerinde kullanma iradesi, yetkisi ve tercih hakkı da, o insanın Rûhuna ve aklına verilmiştir. Neyi, nasıl tutmak istediğine karar veren insanın beyninden, otomatik olarak bir puls (yani sinyal), ilgili kasa ait sinirin ilk hücresine elektriksel olarak bildirilir. Ancak, bir sonraki sinir ile ilk sinir arasında “synapse deft” adı verilen boşluklar vardır. Elektriksel puls’ın, (yani, o emir sinyelinin), o boşluklardan geçmesi mümkün değildir. Oralarda, saniyenin yüzde birinden de kısa bir zamanda, bir kimyevî reaksiyon oluşur ve o ileti bir sonraki sinir hücresine kimyevî olarak iletilir. İkinci sinir o iletiyi tekrar elektrik sinyaline çevirir ve bir sonraki synapse deft boşluğuna verir. O boşlukta da aynı kimyevi reaksiyon ile iletinin (çek veya bırak emrinin veya acının) özelliği değiştirilmeden üçüncü sinir hücresine ulaşır. Böyle bir faaliyet için, üç-beş hücre ve synapse deft ile sınırlı olmayıp, parmak kaslarına kadar milyarlarca kez tekrarlanır. Milyarlarca sinir hücresini ve synapse deft (boşlukları) milyonlarca akıl-almaz faaliyetlerle geçen ileti (karar sinyeli), nihayet o kasa ulaşır. Kaslar ise gerekli olan motor gücü (veya mekanik, hidrolik veya pnömatik potansiyel) varmış gibi, kasma veya gevşeme hareketini yaparlar. Bu konudaki bildiğimiz, o kastaki potansiyel şeker ve yağlar yakılarak kinetik enerjiye dönüştürüldüğüdür. Ancak bu esrâr hâlâ çözülememiştir. Lütfen şu noktaya çok dikkat ediniz! O hattaki milyarlarca sinir hücrelerinden, sadece birisi görevini ihmal etse, bu ileti gerçekleşmez!...” Bir öğrenci heyecanla: “-Hocam, beyindeki karardan sonraki faaliyet böylesine ilginç ve kapsamlı hâ, peki o karar verme olayı, biyoloji açısından nasıl oluyor?” “-Gözlerimiz ile kaslarımız arasında da, iç kulak ile kaslarımız arasında da, beynimizin hafızası ile kaslarımız arasında da, dilimiz, derimiz ve diğer tüm organlarımız ile kaslarımız arasında da, aynı sistemle çalışan sinir sistemi ağları bulunmaktadır. Şimdi gözlerimizle bir kaleme baktığımızı düşününüz. Hafızamızda, o kalemin ne işe yaradığı, nasıl kullanıldığı, sertliği, ağırlığı depolanmış bir bilgi olarak hazırdır. Beynimiz bir anda bunların hepsini değerlendirerek, o kalemi tutmaya karar verir. Dikkat ediniz; burada, biraz önce arz ettiğim gibi sadece iki parmak değil, ilgili tüm kol kasları, en uygun emirlerle, (kaleme uzanma ve eli en uygun yere getirme gibi) en makul hareketleri yaparlar. Aynı anda yürüyor bile olsak, kafamızı sağa sola çeviriyor da olsak, konuşuyor veya bir şey dinliyor da olsak, o faaliyetlerle ilgili emirler de, ilgili sinyallerle, yukarıdaki (milyarlarca sinir hücresi- synapse deft arasındaki elektriksel ve kimyasal uygulamalarla) aynı andaki kararlarımıza uygun faaliyetlerini sürdürürler. Eş zamanlı diğer hareketlerin hiçbirisi de aksamaz. İnsan burada sadece karar verir ve uygulamayı kontrol eder. Yani insanın bu faaliyetlerdeki rolü, “MİLYONDA-BİR” bile değildir.’’ Uzman doktor daha da ciddileşerek. Şimdi ben size soruyorum: Peki, nasıl oluyor da, sadece bir kalemi tutup kaldırma işleminin milyonda birine bile sahip olamayan bir insan, diğer bütün işleri nasıl ‘BEN YAPTIM’ diyebilir?...” “-Hocam çok doğru, biz bu yönlerini hiç düşünmemiştik. Tabiat ne kadar da güçlüymüş!” “-Tabiat dediğiniz şey, bu faaliyetlerin tümünün adıdır, ASLA FÂİL DEĞİLDİR!...” “-Nasıl yani hocam?” “-Tabiat, cansız, şuursuz, akılsız ve ‘kendinden bile haberi olmayan’ atomlardan meydana gelmiştir, daha doğrusu meydana getirilmiştir. Bu kesin ve net olduğuna göre, tabiat bir eserdir, MÜESSİR (yani yapıcı) olamaz. San’attır, SÂNÎ (yani sanatkâr) olamaz. Fiildir, FÂİL olamaz. Gözümüzle gördüğümüz ve göremediğimiz tüm faaliyetlerin FAİLİ ve SANÎİ ancak ve ancak, ilmi ve kudreti sınırsız olan yüce ALLAH’TIR c.c…” Şimdi, herhangi bir işi “BEN YAPTIM” derken, lütfen perde arkasındaki O gerçek Kudreti ve sınırsız İlmi mutlaka düşünelim. O sınırsız güce ALLAHÜEKBER diyelim ve secde edelim. O’na olan minnettarlığımızı, ciddiyetle sergileyelim ve kendisine sevgi ve saygı ile sunalım… Evet, şu âciz insan, O yüce Yaratıcının mülkünde SINANMAK üzere gönderilmiştir. Bu gerçekleri idrak etmesi için de, diğer canlılardan farklı olarak AKIL verilmiştir. İnsan, öncelikle bu gerçekleri bilmek zorundadır. Yoksa diğer mahlûkatın seviyesine düşer. Kur’ân ifadesine göre ise “..Bel hüm edallü…” yani ‘hayvandan daha da aşağı’dır… Çünkü hayvanlar, kendilerine verilen görevleri yerine getiriyorlar. ‘Yaratıcısını tanıma ve başkalarına anlatma görevi’ onlara verilmediği için, isyan etmiş olmuyorlar… ‘’Allah ki; hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını sınamak için, ölümü ve hayatı yaratan O'dur. O azîzdir, gafûrdur. (Üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur). (67/2., 2/28.,Ayet)’’ ‘’Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız, güvendikleriniz) bunun için bir araya gelseler bile, bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de ACİZ, kendinden istenen de!.) (22. Sûre/73. Ayet.)’’ ‘’İşte verdiğimiz bunca nimete şükür yerine neticede, (insanlar) böyle nankörlük ederler. Şimdi bir süre daha eğlenin bakalım, yakında başınıza gelecek âkıbeti öğrenirsiniz. (16.Sûre/55. Ayet.)’’ Bir an evvel gafletten uyanıp, Küçük bir örneğini verdiğimiz acizlik örneğinden yola çıkarak Kur’an ayetlerinin manalarını güzelce anlamalı ve kendimize rehber edinmeliyiz. A. Raif ÖZTÜRK