müdavim
Üye Sorumlusu
Ne mutlu o kadına ve ne mutlu o erkeğe
Bismillahirrahmanirrahim
Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.
Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır.
Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, muktezay-ı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.
Şer'an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.
Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp "Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvâya girer.
Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.
Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.
Bediüzzaman Said Nursi / (Lemalar sh.199)
SÖZLÜK:
VEYL : Yazıklar olsun.
REFÎKA-İ HAYAT : Hayat arkadaşı.
GAYRI : Başkası, diğeri. Artık.
NAZAR : Bakmak, bakış, göz atmak, düşünmek.
MEHÂSİN : Güzellikler, iyilikler, iyi ahlâklar, insana verilen hüsün ve cemâl.
CELB : Kendi tarafına çekmek, götürmek, kazanmak ,elde etmek.
SIRR-I ÎMÂN : İmânın gizli emirleri, sırrı.
ALÂKA : İlgi, bağ.
MÜNHASIR : Yalnız birşeye veya kimseye âit olan, mahsus olan.
MUVAKKAT : Geçici; kısa bir zaman, vakitli, fâni.
MUHABBET : Sevgi, sevmek.
TAHSİS : Belli bir maksat için kullanma, bir kimse veya şey için ayırmak, birşeye özel kılma.
HASRETMEK : Yalnız birşeye mahsus/özgü kılmak.
MUKTEZÂ-İ İNSÂNİYET : İnsanlığın gereği.
ŞER'AN : Şeriat hükmünce. Allahın emirleri gereği
KÜFÜV : Denk, uygun, yakışan.
DİYÂNET : Dinle ilgili olmak.
TAKLİD : Benzetmeye ve benzemeye çalışmak, benzerini yapmak, birine benzemeye çalışmak.
MÜTEDEYYİN : Dindar.
TAKVÂ : Bütün günahlardan kendini korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak.
SÂLİHA : İyi amel işleyen, takvâ sahibi kadın.
SEFÂHET : Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
MÜTTAKÎ : Kendisini Allah'ın sevmediği fenâ şeylerden koruyan; haramdan ve günâhtan çekinen; takvâ sahibi, dindar.
FISK : Günâh; Allah'ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak.
Bismillahirrahmanirrahim
Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.
Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır.
Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, muktezay-ı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.
Şer'an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.
Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp "Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvâya girer.
Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.
Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.
Bediüzzaman Said Nursi / (Lemalar sh.199)
SÖZLÜK:
VEYL : Yazıklar olsun.
REFÎKA-İ HAYAT : Hayat arkadaşı.
GAYRI : Başkası, diğeri. Artık.
NAZAR : Bakmak, bakış, göz atmak, düşünmek.
MEHÂSİN : Güzellikler, iyilikler, iyi ahlâklar, insana verilen hüsün ve cemâl.
CELB : Kendi tarafına çekmek, götürmek, kazanmak ,elde etmek.
SIRR-I ÎMÂN : İmânın gizli emirleri, sırrı.
ALÂKA : İlgi, bağ.
MÜNHASIR : Yalnız birşeye veya kimseye âit olan, mahsus olan.
MUVAKKAT : Geçici; kısa bir zaman, vakitli, fâni.
MUHABBET : Sevgi, sevmek.
TAHSİS : Belli bir maksat için kullanma, bir kimse veya şey için ayırmak, birşeye özel kılma.
HASRETMEK : Yalnız birşeye mahsus/özgü kılmak.
MUKTEZÂ-İ İNSÂNİYET : İnsanlığın gereği.
ŞER'AN : Şeriat hükmünce. Allahın emirleri gereği
KÜFÜV : Denk, uygun, yakışan.
DİYÂNET : Dinle ilgili olmak.
TAKLİD : Benzetmeye ve benzemeye çalışmak, benzerini yapmak, birine benzemeye çalışmak.
MÜTEDEYYİN : Dindar.
TAKVÂ : Bütün günahlardan kendini korumak; dinin yasak ettiği şeylerden kaçınmak.
SÂLİHA : İyi amel işleyen, takvâ sahibi kadın.
SEFÂHET : Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
MÜTTAKÎ : Kendisini Allah'ın sevmediği fenâ şeylerden koruyan; haramdan ve günâhtan çekinen; takvâ sahibi, dindar.
FISK : Günâh; Allah'ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak.