Huseyni
Müdavim
Bahtiyar çocuklar yetiştirmek için
Risâle-i Nur’un Kur’ânî hakikatlerinin manevî atmosferinde yetişen her bir Nur talebesi, bir okuma alışkanlığı ve disiplinine en güzel şekilde hâiz olur. Asrın getirdiği maddî ve mânevî sıkıntıları aşmanın çözüm ve formüllerini, Külliyât’ın bütününde zaten bu kazanımla elde edeceklerini gâyet şuûrî bir şekilde çok iyi bilirler.
Küreselleşen dünyanın her bir hâline artık daha bir yakın ve iç içeyiz. Hızla gelişen teknolojinin nimetlerinden yararlanabilme imkânlarımız olduğu kadar, menfî kullanımlarla gelen yıkımlarla da karşı karşıyayız.
Bu babda, yukarıda zikrettiğim “okuma şuuru ve disiplini”ni çocuklarımıza da kazandırmak durumundayız. Bu husus, ebeveynler olarak üzerimize bir zorunluluk, bir vecibedir. Çarpık sistemin çarkına uymak zorunluluğuyla, iyi bir okul kazanmaları adına dişimizden, tırnağımızdan artırarak “dershanelere” gönderiyoruz; bu fedakârlığı yapma ihtiyacı hissediyoruz; peki ya öbür taraf ne olacak? Ebedî bir hayat, çok daha fazla bir fedakârlık gerektirmiyor mu?
Âcizane, Cenâb-ı Hakk’ın istihdamıyla yıllarca yurt ve dershane hizmetlerinde çocuklarla ve gençlerle uğraşan biri olarak, bir çok ibretnümâ hâdiseler yaşadık. Öyle ki, yurt içinden ve yurt dışından bir çok ailelerin, hüngür hüngür ağlayarak “Ne olur, çocuğumu kurtarın!” diye feryat ettiklerini gördük. Aileler dindar, fakat çocuklar gayr-i müslim gibiydiler…
Evet dostlar! Evde bir verdiğimizi, dışarıda binlerle silip süpürüp götüren bir dünya var. Okullar kapanmışken bir çok mahallerimizde plânlanan okuma programlarına maddî ve manevî katkılarda bulunarak çocuklarımızı, gençlerimizi mutlaka gönderelim ve teşvik edelim. Son sözü Üstad Bediüzzaman’a bırakarak, okuma proğramları için seferber olan ağabey ve kardeşlerimize, bahtiyar çocuklarımıza ve gençlerimize muvaffakiyetler diliyorum.
“Risâle-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, masum çocuklardır. Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imânî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve validesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevî belâ olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: ‘Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?’
“İşte bu hakikate binaen, en bahtiyar çocuklar onlardır ki, Risâle-i Nur dairesine girip dünyada peder ve validesine hürmet ve hizmet ve hasenatı ile onların defter-i a’mâline vefatlarından sonra hasenâtı yazdırmakla ve ahirette onlara derecesine göre şefâat etmekle bahtiyar evlât olurlar.” (Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, s. 39-40)
HASAN BULUT
16.06.2009
Yeniasya
16.06.2009
Yeniasya