Hasan, tahsil ve terbiyesine gösterilen ihtimam sayesinde, daha 11-12 yadlarında Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş, sonra Şâfıt Fıkhı ile alâkalanarak genç yaşında bu fıkhın nazariyatını iyi bilenler arasına girmiş, aynı zamanda tanınmış edipve muharrirler ile dostluk kurmak ve edebiyat sahasında ciddî mesâi sarf etmek suretiyle, iyi yazma ve güzel konuşmada seçkin simalardan biri olmuştu.
Nizam’ül-Mülk, 1064 senesinden, vefat ettiği 1092’ye kadar, 29 yıl fasılasız devam eden vezirliği esnasında, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun en mesuliyetli adamı sıfatı ile ve yüksek bir dirayetiyle devlet teşkilatında, askeri, idari ve malî sahalardaki icraatı ve yapmış olduğu yeniliklerle de Türk devletinin sağlam temeller üzerinde kurulmasında ve gelişmesinde başlıca amil olmuştur.
Alp Arslan tarafından, her ihtimale karşı, memleketi tutmak vazifesi ile Hemedan’a gönderildiği için iştirak edemediği Malazgirt Meydan Muharebesi hariç, bütün Selçuklu fütuhat muharebelerinde hazır bulunmuştur.
Irak ve Horasan Selçukluları tarihinde kendisi hakkında şu ifadelere rastlanır: “Allahû Teâlâ insanlar içinde onu, nusret, fetih ve zaferle mümtaz kılmıştır. Onun günlerinde, din ehli ilim ve fazilet ehilleri nimetler içindeydiler. Kılınan elde ettiği mülkü en güzel bir surette kalemle taksim ve en mükemmel kıvamda takvim etti.”
Uzun süren vezirliği sırasında âdil ve müsamahasız idaresinde kararlı olan Nizam’ül-Mülk’ün etrafında yavaş yavaş memnun olmayanlar çoğaldı ve rakipler de türedi. 10 Ramazan 1092’de bir batim fedaisi tarafından şehid edildi. Isfahana gömüldü.
Dirayetli bir şahsiyete sahipti. Sultanlar karşısında bile şahsiyetini korumuştur. Alim, dahî. Fazıl, siyaset fenninde asrında yegâne kişi ve emsali az bulunur bir şahsiyetti. Çok isabetli kararlan vardı. Muvaffakiyetinin sırrı, emniyet ve itimad kazanmış olmasıydı. Bütün müslümanları, ırklarına bakmaksızın eşit tutardı. Öbür taraftan gayr-i müslimlere karşı da müsamahakârdı.
Nizam’ül-Mülk, saray, eyalet ve devlet müesseselerine mühim yenilikler getirmiş, divanları geliştirmiş, İslamî manada mahkemeler kurmuştur
Dini sahada mezhep çekişme ve çatışmalarını ortadan kaldırmış, memleketi terk etmek mecburiyetinde kalmış olan devrin büyük ve irfan sahibi şahsiyetlerinin yurtlarına dönmelerini sağlamıştır. Ahaliyi sünnî akideler etrafında toplamaya gayret sarf etmiştir. Çünkü Sünnîliğin kuvvet bulması, Selçukluların siyasî ve fikrî hasmı Mısır Fatımî Devletinin temsil ettiği ve devamlı yaymak istediği şiî-batınî düşüncelere karşı gerekli idi. Bu yönde siyasi basiret sahibi olan Nizam-ül-Mülk, sünnî mücadelede tamamen muvaffak olabilmek için medreseler kurdu ve geliştirdi. Bunlarıdevletin himaye ve teftişi altına aldı. Zamanında iyi bir nesil yetişti. Kişilerde görülen fazilet ve rüşte göre lâyık oldukları mertebeye çıkarırdı. Kendi mallarından ilim erbabına tahsisat bağlamıştı. Kendisinden söz eden hemen hemen bütün kaynaklar onun ilme hizmetinden, âlimleri himayesinden az veya çok bahsederler.
Büyük hizmetlerinden birisi de “Askeri ikta” (1) sistemini geliştirmesidir ki, bu devlet idaresinde evvelce de bilinen bir müessese olmakla birlikte, Nizam’ül-Mülk bunu indî ve şahsi takdirlerin neticesi olmaktan çıkarıp, muayyen nizamlara bağlamış ve merkezi otoriteyi temin etmiş, ahalinin haksızlığa uğrayıp ezilmesine mâni olmuştur.
Büyük vezirin iktâ sistemi sayesinde Selçuklu Devleti, maaş ödemeden büyük bir orduyu beslemekte, büyük bir Türkmen nüfusunu toprağa bağlıyarak yerleştirmekte, üretimi arttırmakta, ayrıca halk ile hükümet arasında yeni bir askeri ve idari kadroya sahib bulunmakta idi.
Ordunun çok büyük malî külfet yüklediğinden 70.000’e düşürülmesi gerektiğini ileri sürenlere karşı çıkmış ve 400.000 kişilik ordunun bilakis 700.000’e çıkarılmasını müdafaa etmiştir. O, hedefin; Hin, Çin, Habeş, Berber, Rum ülkeleri olduğunu söylüyordu. Müsteşrik Anili Samuel şöyle demektedir: “Nizam’ül-Mülk ve Sultanın ömrü vefa etseydi, Avrupa dahi İmparatorluğun hudutları içine girerdi.”
Nizam’ül-Mülk, zamanı değerlendirme hususunda çok hassastı. Birgün Ebu İshak Şirâzi, kendisine üniversite yapılması için verilen ve yapılamayan 50.000 dinarın hesabının sorulmamasını rica etti. Nizam’ül Mülk’te, “Ben paranın hesabını düşünmüyorum. Boşuna geçen ve bir iş yapılamayan zamandan İlahî Huzurda hesaba çekileceğime inanıyorum.” der.
Sultana karşı çok fütursuz davranmıştır. Bir defasında Melik şahın tehdit-kâr ifadeleri karşısında, “Bu vezirlik diviti ile sarık, senin tacın ile o derece alâkadardır ki bu divit gittikten sonra senin tacın da kalmaz.” der.
Bir mesele münasebetiyle, Melik şaha: “Senin ordun gece uyurken benim kurduğum ilim ve irfan ordusu Allanın huzurunda geceleri kahramanca dizilirler. Saflar halinde, bağlı bulundukları Sultan-ı Kâinata gözyaşları göndererek niyaza başlarlar. Sen ve askerlerin onların dualarının himayesinde yaşıyorsunuz, onların ilim, irfan ve duaları ile kuvvetleniyorsunuz. Onların dua ve niyaz ile attıkları oklar yedi kat göklere ulaşır.” demiştir.
Turtuşiye göre bu sözleri işiten Melik şah dize gelir. Nizam’ül-Mülk’ün kurduğu ilim ve irfan ordusunun kendi ordusundan daha faziletli olduğunu kabul eder.
Birgün Sultan, Nişâbur’da cami kapısında eski elbiseli gençleri görünce, sebebini sormuş. Büyük Vezir ona: “Bunlar dünyanın en şereflileri olup, kendilerinde dünya zevki bulunmayan ilim talebeleridir.” diye cevap vermiştir.
Nizam’ül-Mülk’ün yaptırdığı Bağdat Medresesi ve diğer medreseler (ki bunlar o zamanın en büyük üniversiteleriydi) dünyanın ilk üniversiteleri sayılmaktadır. Başlı çalan şunlardır. Belh Medresesi, Gazalinin müderris olduğu Nişâbur Medresesi, Herat Medresesi, İsfehan Medresesi, Merv Medresesi, Taberistan Medresesi, Rey Medresesi, Fusenc Medresesi, Haleb Medresesi ve Musul Medresesi. Bu medreselerde umumiyetle, Arabca, Edebiyat, Kelâm, Tarih, Hendese, Polemik, Mantık, Astronomi, Riyazât, Fıkıh, Hadis, Usul ve Tefsir gibi ilimler okutuluyordu.
Bu medreselerde ilmî, mülki”, idari ve adlî kadrolar yetiştirilmiştir. Bunlardan Ömer Hayyam, Ebü’l-Muzaffer İsfirâzî, Meymûn B. Necip el-Vâsıtî gibi şahsiyetler. Tarih-i Meliki, Tarih-i Celâli veya Takvim-i Melikşahî adlı takvimi tanzim etmişlerdir. Yüksek fizik ve ışık bilgisine dayanılarak yapılan bu takvim hâlen kullanılmakta olup bugün bizim kullandığımız Milâdî (Gregorien) takvimden daha sağlam hesaplara dayandırılmıştır. Ayrıca gene bu medreselerden büyük tabibler, lisan âlimleri,belagatçiler yetişmiştir. Kimya, boya sanayii ve kâğıt imalâtı üzerindeki çalışmalar da takdire şayandır.
Nizam’ül-Mülk idareciliği yanında kitap da yazmıştır. Siyer’ül-Mülûk veya Siyasetname adını taşıyan ve Farsça olarak yazdığı meşhur kitabında, “Devlet İdaresi hakkında kendi görüşlerini ve idarenin cereyan tarzını gelecek nesillere intikal ettirmek gayesini” gütmüştür. Türkçeye ve belli başlı dünya dillerine çevrilen bu kitabın en eski ve en doğru nüshası İstanbul da Molla Çelebi Kütüphanesindedir.
Nizam’ül-Mülk, azınlık ve gayr-i Müslimlerin hak ve hukukuna çok riayetkâr idi. Hatta bir defasında İbn-i Allan isimli bir yahudi yanlışlıkla öldürüldü. Nizam’ül-Mülk üç gün dışarıya çıkmadı ve Sultana da teessüflerini bildirdi. Hâdise tahkik ettirildi. Sultan Melik şah, bir kasdın olmadığını bildirerek ayrıca özür diledi.
Bütün mezheplere karşı çok olgun bir tutum sürdürdü. Kendi mezhep görüşüne sahib Ebu Nasr (M. 1077) H. 469’da Hacdan dönüp Bağdat Nizamiye Medresesinde vaazlar edip, Eşarîlerin üstünlüğünü, Hanbelîlerin dar düşüncede olduklarını söylüyordu. Buna müdahale eden Nizam’ül-Mülk, bütün vaizleri bir divanda toplayıp, Ahmed İbn-i Hanbelî’n faziletlerini anlattı. Mezheplerin tefrik edilmeyeceği, birbirleri aleyhinde konuşulmayacağı kararlaştırıldı. Sonra da bu durum bir disiplin altına alındı.
Nizam’ül-Mülk, sünnî mezhepler arasında mutedil davranıyor, şiflere karşı da tefrik ve tefrika siyaseti takip etmiyordu. Seyyidleri, şerifleri himayesi altında bulunduruyordu. İfrada gitmeyen Alevîlere hane-gâh, hatta medreseler inşa ediyordu. Böylece mutedil şiiler tam bir hürriyet ve himayeye mazhar idi.
Selçuklu Sultanları ve beyleri de Şii imamların türbelerini inşa ve tamir ettirmekte kusur etmedikleri gibi, ziyaretlerinide eksik etmiyorlardı.
Bu sıralarda Selçuklu Devleti, Medreseler vasıtasıyla bir yandan ilmi koruyarak yükseltiyor, büyük irfan ordusu sayesinde de aşırı Fatımîler idaresinde yürütülen sünnî aleyhtarı propagandalara karşı İslâm dünyasını ve devlet bünyesini kuvvetlendiriyordu.
Bütün bunlara rağmen, Şii görünen aslında sahtekâr bir bâtınî olan Hasan Sabbah her şeyi altüst edecektir. Nizam’ül-Mülk. Hasan Sabbah hakkında şunları söyler: “Her devrin asileri vardır. Fakat hiçbirisi Batıniler kadar meş’um olamaz. Zira onların gayesi İslâmiyeti ve bu devleti fesada vermektir. Bu sahtekârlar bir de müslümanlar arasında görünüyorlar. Ben öldükten sonra, bütün mümtaz insanları kuyuya attıkları, davul sesleriyle ortalığı çınlatıp, sırlarını açığa vurdukları zaman benim bu; sözlerim anlaşılacaktır.”
Gerçekten Hasan Sabbah’ın bir fedaîsi tarafından şehid edildikten sonra bütün dedikleri çıkmıştır.
Nizam’ül-Mülk, 1064 senesinden, vefat ettiği 1092’ye kadar, 29 yıl fasılasız devam eden vezirliği esnasında, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun en mesuliyetli adamı sıfatı ile ve yüksek bir dirayetiyle devlet teşkilatında, askeri, idari ve malî sahalardaki icraatı ve yapmış olduğu yeniliklerle de Türk devletinin sağlam temeller üzerinde kurulmasında ve gelişmesinde başlıca amil olmuştur.
Alp Arslan tarafından, her ihtimale karşı, memleketi tutmak vazifesi ile Hemedan’a gönderildiği için iştirak edemediği Malazgirt Meydan Muharebesi hariç, bütün Selçuklu fütuhat muharebelerinde hazır bulunmuştur.
Irak ve Horasan Selçukluları tarihinde kendisi hakkında şu ifadelere rastlanır: “Allahû Teâlâ insanlar içinde onu, nusret, fetih ve zaferle mümtaz kılmıştır. Onun günlerinde, din ehli ilim ve fazilet ehilleri nimetler içindeydiler. Kılınan elde ettiği mülkü en güzel bir surette kalemle taksim ve en mükemmel kıvamda takvim etti.”
Uzun süren vezirliği sırasında âdil ve müsamahasız idaresinde kararlı olan Nizam’ül-Mülk’ün etrafında yavaş yavaş memnun olmayanlar çoğaldı ve rakipler de türedi. 10 Ramazan 1092’de bir batim fedaisi tarafından şehid edildi. Isfahana gömüldü.
Dirayetli bir şahsiyete sahipti. Sultanlar karşısında bile şahsiyetini korumuştur. Alim, dahî. Fazıl, siyaset fenninde asrında yegâne kişi ve emsali az bulunur bir şahsiyetti. Çok isabetli kararlan vardı. Muvaffakiyetinin sırrı, emniyet ve itimad kazanmış olmasıydı. Bütün müslümanları, ırklarına bakmaksızın eşit tutardı. Öbür taraftan gayr-i müslimlere karşı da müsamahakârdı.
Nizam’ül-Mülk, saray, eyalet ve devlet müesseselerine mühim yenilikler getirmiş, divanları geliştirmiş, İslamî manada mahkemeler kurmuştur
Dini sahada mezhep çekişme ve çatışmalarını ortadan kaldırmış, memleketi terk etmek mecburiyetinde kalmış olan devrin büyük ve irfan sahibi şahsiyetlerinin yurtlarına dönmelerini sağlamıştır. Ahaliyi sünnî akideler etrafında toplamaya gayret sarf etmiştir. Çünkü Sünnîliğin kuvvet bulması, Selçukluların siyasî ve fikrî hasmı Mısır Fatımî Devletinin temsil ettiği ve devamlı yaymak istediği şiî-batınî düşüncelere karşı gerekli idi. Bu yönde siyasi basiret sahibi olan Nizam-ül-Mülk, sünnî mücadelede tamamen muvaffak olabilmek için medreseler kurdu ve geliştirdi. Bunlarıdevletin himaye ve teftişi altına aldı. Zamanında iyi bir nesil yetişti. Kişilerde görülen fazilet ve rüşte göre lâyık oldukları mertebeye çıkarırdı. Kendi mallarından ilim erbabına tahsisat bağlamıştı. Kendisinden söz eden hemen hemen bütün kaynaklar onun ilme hizmetinden, âlimleri himayesinden az veya çok bahsederler.
Büyük hizmetlerinden birisi de “Askeri ikta” (1) sistemini geliştirmesidir ki, bu devlet idaresinde evvelce de bilinen bir müessese olmakla birlikte, Nizam’ül-Mülk bunu indî ve şahsi takdirlerin neticesi olmaktan çıkarıp, muayyen nizamlara bağlamış ve merkezi otoriteyi temin etmiş, ahalinin haksızlığa uğrayıp ezilmesine mâni olmuştur.
Büyük vezirin iktâ sistemi sayesinde Selçuklu Devleti, maaş ödemeden büyük bir orduyu beslemekte, büyük bir Türkmen nüfusunu toprağa bağlıyarak yerleştirmekte, üretimi arttırmakta, ayrıca halk ile hükümet arasında yeni bir askeri ve idari kadroya sahib bulunmakta idi.
Ordunun çok büyük malî külfet yüklediğinden 70.000’e düşürülmesi gerektiğini ileri sürenlere karşı çıkmış ve 400.000 kişilik ordunun bilakis 700.000’e çıkarılmasını müdafaa etmiştir. O, hedefin; Hin, Çin, Habeş, Berber, Rum ülkeleri olduğunu söylüyordu. Müsteşrik Anili Samuel şöyle demektedir: “Nizam’ül-Mülk ve Sultanın ömrü vefa etseydi, Avrupa dahi İmparatorluğun hudutları içine girerdi.”
Nizam’ül-Mülk, zamanı değerlendirme hususunda çok hassastı. Birgün Ebu İshak Şirâzi, kendisine üniversite yapılması için verilen ve yapılamayan 50.000 dinarın hesabının sorulmamasını rica etti. Nizam’ül Mülk’te, “Ben paranın hesabını düşünmüyorum. Boşuna geçen ve bir iş yapılamayan zamandan İlahî Huzurda hesaba çekileceğime inanıyorum.” der.
Sultana karşı çok fütursuz davranmıştır. Bir defasında Melik şahın tehdit-kâr ifadeleri karşısında, “Bu vezirlik diviti ile sarık, senin tacın ile o derece alâkadardır ki bu divit gittikten sonra senin tacın da kalmaz.” der.
Bir mesele münasebetiyle, Melik şaha: “Senin ordun gece uyurken benim kurduğum ilim ve irfan ordusu Allanın huzurunda geceleri kahramanca dizilirler. Saflar halinde, bağlı bulundukları Sultan-ı Kâinata gözyaşları göndererek niyaza başlarlar. Sen ve askerlerin onların dualarının himayesinde yaşıyorsunuz, onların ilim, irfan ve duaları ile kuvvetleniyorsunuz. Onların dua ve niyaz ile attıkları oklar yedi kat göklere ulaşır.” demiştir.
Turtuşiye göre bu sözleri işiten Melik şah dize gelir. Nizam’ül-Mülk’ün kurduğu ilim ve irfan ordusunun kendi ordusundan daha faziletli olduğunu kabul eder.
Birgün Sultan, Nişâbur’da cami kapısında eski elbiseli gençleri görünce, sebebini sormuş. Büyük Vezir ona: “Bunlar dünyanın en şereflileri olup, kendilerinde dünya zevki bulunmayan ilim talebeleridir.” diye cevap vermiştir.
Nizam’ül-Mülk’ün yaptırdığı Bağdat Medresesi ve diğer medreseler (ki bunlar o zamanın en büyük üniversiteleriydi) dünyanın ilk üniversiteleri sayılmaktadır. Başlı çalan şunlardır. Belh Medresesi, Gazalinin müderris olduğu Nişâbur Medresesi, Herat Medresesi, İsfehan Medresesi, Merv Medresesi, Taberistan Medresesi, Rey Medresesi, Fusenc Medresesi, Haleb Medresesi ve Musul Medresesi. Bu medreselerde umumiyetle, Arabca, Edebiyat, Kelâm, Tarih, Hendese, Polemik, Mantık, Astronomi, Riyazât, Fıkıh, Hadis, Usul ve Tefsir gibi ilimler okutuluyordu.
Bu medreselerde ilmî, mülki”, idari ve adlî kadrolar yetiştirilmiştir. Bunlardan Ömer Hayyam, Ebü’l-Muzaffer İsfirâzî, Meymûn B. Necip el-Vâsıtî gibi şahsiyetler. Tarih-i Meliki, Tarih-i Celâli veya Takvim-i Melikşahî adlı takvimi tanzim etmişlerdir. Yüksek fizik ve ışık bilgisine dayanılarak yapılan bu takvim hâlen kullanılmakta olup bugün bizim kullandığımız Milâdî (Gregorien) takvimden daha sağlam hesaplara dayandırılmıştır. Ayrıca gene bu medreselerden büyük tabibler, lisan âlimleri,belagatçiler yetişmiştir. Kimya, boya sanayii ve kâğıt imalâtı üzerindeki çalışmalar da takdire şayandır.
Nizam’ül-Mülk idareciliği yanında kitap da yazmıştır. Siyer’ül-Mülûk veya Siyasetname adını taşıyan ve Farsça olarak yazdığı meşhur kitabında, “Devlet İdaresi hakkında kendi görüşlerini ve idarenin cereyan tarzını gelecek nesillere intikal ettirmek gayesini” gütmüştür. Türkçeye ve belli başlı dünya dillerine çevrilen bu kitabın en eski ve en doğru nüshası İstanbul da Molla Çelebi Kütüphanesindedir.
Nizam’ül-Mülk, azınlık ve gayr-i Müslimlerin hak ve hukukuna çok riayetkâr idi. Hatta bir defasında İbn-i Allan isimli bir yahudi yanlışlıkla öldürüldü. Nizam’ül-Mülk üç gün dışarıya çıkmadı ve Sultana da teessüflerini bildirdi. Hâdise tahkik ettirildi. Sultan Melik şah, bir kasdın olmadığını bildirerek ayrıca özür diledi.
Bütün mezheplere karşı çok olgun bir tutum sürdürdü. Kendi mezhep görüşüne sahib Ebu Nasr (M. 1077) H. 469’da Hacdan dönüp Bağdat Nizamiye Medresesinde vaazlar edip, Eşarîlerin üstünlüğünü, Hanbelîlerin dar düşüncede olduklarını söylüyordu. Buna müdahale eden Nizam’ül-Mülk, bütün vaizleri bir divanda toplayıp, Ahmed İbn-i Hanbelî’n faziletlerini anlattı. Mezheplerin tefrik edilmeyeceği, birbirleri aleyhinde konuşulmayacağı kararlaştırıldı. Sonra da bu durum bir disiplin altına alındı.
Nizam’ül-Mülk, sünnî mezhepler arasında mutedil davranıyor, şiflere karşı da tefrik ve tefrika siyaseti takip etmiyordu. Seyyidleri, şerifleri himayesi altında bulunduruyordu. İfrada gitmeyen Alevîlere hane-gâh, hatta medreseler inşa ediyordu. Böylece mutedil şiiler tam bir hürriyet ve himayeye mazhar idi.
Selçuklu Sultanları ve beyleri de Şii imamların türbelerini inşa ve tamir ettirmekte kusur etmedikleri gibi, ziyaretlerinide eksik etmiyorlardı.
Bu sıralarda Selçuklu Devleti, Medreseler vasıtasıyla bir yandan ilmi koruyarak yükseltiyor, büyük irfan ordusu sayesinde de aşırı Fatımîler idaresinde yürütülen sünnî aleyhtarı propagandalara karşı İslâm dünyasını ve devlet bünyesini kuvvetlendiriyordu.
Bütün bunlara rağmen, Şii görünen aslında sahtekâr bir bâtınî olan Hasan Sabbah her şeyi altüst edecektir. Nizam’ül-Mülk. Hasan Sabbah hakkında şunları söyler: “Her devrin asileri vardır. Fakat hiçbirisi Batıniler kadar meş’um olamaz. Zira onların gayesi İslâmiyeti ve bu devleti fesada vermektir. Bu sahtekârlar bir de müslümanlar arasında görünüyorlar. Ben öldükten sonra, bütün mümtaz insanları kuyuya attıkları, davul sesleriyle ortalığı çınlatıp, sırlarını açığa vurdukları zaman benim bu; sözlerim anlaşılacaktır.”
Gerçekten Hasan Sabbah’ın bir fedaîsi tarafından şehid edildikten sonra bütün dedikleri çıkmıştır.