Nur talebeleri dikkatli olmalı

NuruAhsen

Sonsuz Temâþâ
Demokratik Açılım’ın geldiği aşamayı Prof. Dr. Ahmet Battal’a sorduk:
61238.jpg

Risale-i Nura göre “Demokratik Açılım Süreci”ni nasıl yorumlarsınız, nasıl olabilir?


Birincisi, devlet ve özellikle bürokrasisi menfi milliyetçilik uygulamalarından vazgeçmeli…
İkincisi, devlet ve aydınlar milliyetçilik yapmak isteyenlere müspet milliyetçiliğin nasıl yapılacağını doğru bir biçimde tarif etmeli…
Üçüncüsü, yine devlet bir genel affı tartışmalı ve gündemde tutmalı…

Toplum ne yapmalı?

Toplum da genel olarak dinî kaynaklardaki veya Kur’an’daki kardeşlik prensiplerini genç nesillere öğretmeli anlatmalı, özümsetmeli. Kargaşaya sebep olacak, toplumda ayrışmaya sebep olacak yaklaşımlardan kaçınmalı…

Bu konuda Nur Talebelerine düşen bir görev var mı? Varsa nelerdir?

Bana göre bu konuda Risale-i Nurları okuyanlar, eskiden beri, yapılması gerekenleri, üzerlerine düşen görevleri zaten yapıyorlar. Belki içlerine bir biçimde sızabilecek olan bünyeye yabancı bazı akımlara, mesela gerek Kürt milliyetçiliği gerekse Türk milliyetçiliği diyebileceğimiz menfi veya müspet milliyetçilik tarzlarına karşı biraz daha uyanık olmaları gerekebilir.
Özellikle bu dönemde… Çünkü, birileri bulanık suda balık avlamak istiyorsa ve suyu bulandırmak istiyorsa, bu konuda düşüncesi sıhhatli olan sosyal veya dini gruplara yönelik, onların düşünce sağlığını bozmaya yönelik çalışıyor olabilir. Cehaletten ve ihtilaftan başka hiçbir şeye düşman olmadan ama yabancı fikirlere karşı uyanık olarak istikamet korunur. Bu gibi fikrî saldırılara karşı uyanık olmalı…

Bu durumda mevcut çalışmaları yeterli buluyorsunuz diyebilir miyiz?

Konu ile ilgili insanları genel olarak iyi niyetli buluyorum. Ortada kan ve barut varsa aksini düşünmek zaten insanı tabiatına aykırı kabul etmek demek olur. Siyasi irade ayak bağlarından kurtulabilse ve sivil çalışmalardan yeterince nasiplenmiş olsa problem zaten çok daha rahat çözülmüş olurdu. Eskiden de böyleydi, şimdi de maalesef böyle. Koşacağız ama prangalarımız var.

Devlet menfi milliyetçilik uygulamalarından vazgeçmeli demiştiniz, bu ne anlama geliyor bunu biraz açar mısınız?

Mesela Türk kökenli yabancıların Türkiye’de çalışmasını düzenleyen bir kanun var. Bu kanuna göre ana dili Türkçe olanlar Türkiye’ye göçmen olarak gelmişlerse çalışma hakları ve imtiyazları açısından Türk vatandaşı gibi muamele görüyorlar, ama anadili Türkçe olmayanlar Türkiye’ye bir biçimde göçmen olarak gelmişlerse bir cihette ikinci sınıf göçmen muamelesi görüyorlar. Çalışma hakları olmuyor. 1987-1988 yıllarında Kuzey Iraktan Güney Türkiye’ye gelenlere devlet Peşmerge adını taktı ve bu muameleyi yaptı. Şimdi olsa yine yapıyor, kanun var çünkü. Oysa onlar Türkiye’de kurucu unsur durumunda olan Kürt kardeşlerimizin neseben kardeşleri idi. Türk kardeşlerimizin kardeşleri olan Bulgar göçmenlerinden farkı yoktu. Ama devlet “fark var” dedi. Bu durum milliyetçi bir yaklaşımın sonucudur. Kim ne derse desin, bu böyledir ve “Türk-Kürt kardeştir, ayıranlar kalleştir” diyenler de dahil, hiç kimse savunamaz, bu yanlıştır.

Buna benzer başka kanuni düzenlemeler de var. Daha önemlisi, buna benzer bürokratik uygulamalar var, normalde kanundan kaynaklanmayacak olan ama kanunu uygulayanların uygulamalarından kaynaklanan problemler var. Bunların birçoğunu basit çalışmalarla listelemek mümkün, zaten yapılmış da… Çok sayıda sosyal organizasyon bu tür çarpıklıkları ortaya çıkarmış, söylemiş, söylüyor, onlar nazara alınsa yeterli olur, yeni keşif veya icatlara çok da ihtiyaç yok. Ama bu söylenenleri dinlemesi gerekenler, “ne söyledi”yi bırakıp niyet okuyuculuğuna giriyor ve önce “kim söyledi”ye bakıyor.

Bu aynı zamanda bir hükümet eleştirisi mi?

Bana kalırsa bu konuda hükümetin iradesi başlangıçtaki kadar kuvvetli değil. Sanki bazı geri adımlar var gibi. Hükümet ya da resmi zevat bazı problemlerle karşılaştığında yeterince dik durmuyor. Özellikle sistemin damarlarına dokunduğunu hissettiği noktalarda hemen geri adım atması can sıkıcı… “Burada bir tehlike var, buradan çekilmeli” gibi bir tarzı var. Siyasi iktidarlarda ve bu iktidarda bu yaklaşım genel olarak var ama bu problemde daha da fazla görülüyor. Yani sistemin damarlarına dokunan bir çözüm tarzı gündeme geldiğinde “Ne yapacağız, nasıl yapacağız?” konularında sıkıntılar var. Oysa zaten problem de tam bu, yani sistemin damarları, sinirleri. “Sinirli-damarlı” bir varlık olmak devlete yakışmıyor bu çağda, devlet çiğköftelik kıyma gibi olmalı, ne kemik ne sinir, masum insanların dişine de midesine de dokunmamalı.

Muhalefeti de eleştiriyor musunuz?

Elbette, ne mahzuru var! Bu konuda sorumluluk sadece ya da öncelikle iktidarlarda değil. Zira bu konu basit bir iktidar icraatı problemi değil. Tam bir elbirliği konusu. Muhalefet partileri de bu konuda onlardan beklenen iyi rolü tam oynayamadıkları için, iyi bir muhalefet yapmadıkları için bu konu kolay çözülemiyor.
Ancak bu noktada bir şey söylemek istiyorum. Bana kalırsa MHP’nın son dönemdeki tavrı, özellikle Bahçelinin “sokağa inmeyeceğiz, balkondan izleyeceğiz” gibi söylemleri oldukça olumlu, birçok kişinin olumlu beklentilerini ve ümitlerini haklı çıkarıyor, doğru çıkarıyor. Ülkücü camianın ortamı germeyeceği anlaşılıyor. Bu, ülke için çok büyük kazanç… Milliyetçilik yapılacaksa müspet yapılmalı. Milliyetçiliğin en menficesi, en yıkıcı olanı, başkalarını yutmakla beslenen cinsten olanı, duyguların sokak çatışmalarına dönüştürülmesidir zaten. Bahçeli’nin kendi kitlesini bundan uzak tutması büyük bir başarı. Ben bazen diyorum ki, keşke balkona da çıkmasalar. Serseri kurşun çarpar, başka şeyler olur… Allah muhafaza. Elbette süreci izlesinler, sözlerini söylesinler, ama en güvenli yerden, yani çatışma riskine en uzak biçimde.
Şunu da söyleyeyim. Ülkücü camianın da müspet hareket kavramını esas alıyor olması bana göre Nur Talebelerinin sessiz sedasız bir başarısıdır. Bu konuda Nur Talebelerinin tavrı ve duruşu onlara örnek olmuştur diye düşünüyorum. Ama nurcuların bununla övünmelerine gerek yok. Hatta övünmesinler ki bu yönden de örnek olsunlar.

Çözümün en önemli engeli nedir?

Tartışmalara sağduyu ile katılamayan bir kesim var. Bunlar şehit aileleridir. Haklı olarak sağduyu ile davranmamak hakkına sahipler, zira duyguları var ve yaralılar. Onları da tartışmanın içine katmaya çalıştığınızda ciddi bir riskle karşı karşıya kalıyorsunuz. Onların olmadığı bir tartışma da sanki eksik kalıyormuş gibi oluyor.
Ben şöyle düşünüyorum. Sağduyu ve iyiniyet tartışmayı tarafsız kesimlere bırakmayı gerektiriyor. Fikrî tartışma serinkanlılıkla ve vicdanla, akılla yapılır. Aksi halde ortama çözüm niyeti değil duygusallıklar hakim olur.

Elbette şehit ailelerini bağrımıza basmak ve şehitlerin hatırasını yaşatmak için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekir, ama onlar bu tartışmalarda mümkün olduğu kadar doğrudan yer almaya çalışmasınlar, bunu beklemesinler. Geleceğe yönelik plan proje tartışırken şehit ailelerini de kattığınızda onların olaya katkısı sadece geçmişi takip etmek, geçmişin anısını tazelemek biçiminde olabilir. Bu da duygusallık şeklinde olabilir. İntikam isteği insanî ve olumlu bir duygusallıktır ama çözüme katkı yapan bir duygusallık değildir.
Konuşmaya devam etmeliyiz. Bu bile çok büyük bir açılımdır.

Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
 
Üst