Nur Talebesi Olmak

Leyli_Efruz

Well-known member
Nur Talebesi Olmak


Nur Talebesi…

Bediüzzaman Said Nursî kazandırmış dilimize bu tabiri.

Eserlerinin telifi safhasında, yazdıklarının Kur’ân tefsiri olması, Kur’ân’a da Nur denmesi hasebiyle külliyatına Nur adını vermiş. Kitaplarının telifi, istinsahı ve intişarı sırasında kendisine gönüllü olarak yardım eden insanları da talebe sıfatıyla tavsif etmiş.

Sık sık birlikte telâffuz edilen bu iki kelime, zaman içinde Risâle-i Nur’a hizmet eden insanları isimlendirmek maksadıyla birlikte kullanılmaya başlanınca Nur Talebesi tabiri teşekkül etmiş.

Taşımış olduğu mesuliyet hissi ve sahiplenme şuuru sebebiyle, dünya çapında güçlü bir içtimâî cemaat, câmiâ veya ekol telâkki edilen Nur Hareketinin, mensuplarını sınıflandıran daireler içinde, çekirdek mesabesindeki esas unsurun adı olmuş.

Nur hizmetinin mahiyetini bilen her insanın taşımak istediği bu sıfatın telâffuzu kolay olsa da teşekkülünü sağlamak veya o sıfatı taşıyıp mânâsını yaşamak pek o kadar kolay olmamış.

“Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı.”

Bediüzzaman’ın, bu sözlerle de dile getirdiği gibi meşakkatli bir hayatın ve gerektiğinde ahireti bile feda edecek kadar büyük bir fedakârlığın neticesinde teşekkül etmiş bu hareket.

Nur Talebesi sıfatını taşıyıp icaplarını yerine getirerek mânâsını yaşamak isteyenler de ancak hayatlarını dâvâlarına adayıp ahireti gaye-i maksat yaptıkları nisbette o sıfatı taşımaya muvaffak olmuşlar.

Zîra sınıfı, senesi, süresi, mezuniyeti, diploması olmayan; ömür boyu an be an devam eden imtihanın notunu zaman içinde yaşanan ihlâsın, samimiyetin, sadakatin ve gayretin tayin ettiği daimî bir talebelik bu.

Risâle-i Nur Külliyatının müellifi ve Nur Hareketinin müessisi olan Bediüzzaman da, kendisini, “Kur’ân’ın bir hizmetkârı ve Risâle-i Nur Talebelerinin ders arkadaşı” olarak tavsif ettiği gibi ancak kayd-ı hayat şartı ile girilebilen bu ilim, iman ve irfan mektebinin ders kitabı Risâle-i Nur Külliyatı, hocası ise talebenin bizzat kendisidir.

Nur hizmeti, mütedahil daireler gibi iç içe geçmiş tabakalardan meydana geldiğinden isteyen herkes, mükellefiyeti daha az olan ‘Dost’ veya ‘Kardeş’ dairelerinde de kendisine yer bulabilir.

O tabakaların herhangi birinde yer almak için ‘Risâle-i Nur’a ciddî taraftar olmak, haksızlığa, bid’alara, dalâlete kalben taraftar olmamak ve beş farz namazını eda edip yedi kebâiri işlememek’ yeter.

Bunu yaptıkları takdirde dostlar, Said Nursî’nin şahsî ve zatî şahsiyeti ile münasebet kurarlar. Kardeşler onun abdiyeti ve ubudiyet noktasındaki şahsiyeti ile alâkadâr olurlar ve Bediüzzaman’ın umumî mânâdaki duâlarına dahil olup mensubiyetteki samimiyetleri ölçüsünde feyz alırlar.

Talebe sıfatını taşıyanlarla Said Nursî arasında ‘Kur’ân-ı Hakim’in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyeti ile münasebet peyda olduğundan her sabah isimleriyle, bazen de hayalleriyle yanında hazır bulunurlar’ ve mânevî kazancından hissedar olurlar.

Zîra, ‘Talebe’ dairesi kemiyetten ve mensubiyetten ziyade keyfiyeti ve mükellefiyeti muciptir. Nur hizmetinin esasını teşkil edip devamını sağlayan erkânlar, sahipler, haslar, hassü’l-haslar, nâşirler hep talebe dairesinin içinden çıkar.

Bu itibarla, Nur Talebesi olmak için sadakatle çalışmak gerekir.

***

“Sözler’i kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onu neşir ve hizmet bilsin.”

Talebeliğin hassasını ve şartını bu şekilde ifade etmiş Bediüzzaman.

Bu hassaları taşıyıp şartları yerine getirmek zannedildiği kadar kolay olmadığından, Said Nursî’nin yaptığı gibi Nur Talebelerinin de sadece dünyasını değil, ahiretini bile feda edecek kadar büyük fedakârlıklar göstermeleri gerekir.

Bilhassa Risâle-i Nurların yasaklanmak istendiği ve onları okumanın, yazmanın, anlatmanın, bulundurmanın suç sayıldığı; yakalananların en ağır şekilde cezalandırıldığı bir zamanda onu kendi malı gibi hissedip neşrini hayatının gayesi bilmek elbette zordur.

O daireye girmek isteyenler, her zorluğa katlanmayı göze alsalar da, bu fedakârlıkları mukabilinde Bediüzzaman’ın velâyetinden, kerâmetinden veya mânevî şahsiyetinden medet umma, dünyevî mânâda ondan istifade şansına sahip değillerdir.

Çünkü o, ‘hayat-ı dünyeviye cihetiyle’ veya ‘şahsını mübarek ve makam sahibi zannederek’ yanına gelmek isteyenlere kapıları kapatmıştır. Ama ‘Kur’ân-ı Hakim’in dellâlı olduğu cihetiyle yanına gelenleri “ale’r-re’s ve’l-ayn kabul edeceğini” söylemiştir.

Nur hareketine girmek isteyen her insanın ilk hedefi talebe sıfatını kazanmaktır. Talebe olanların maksadı ise, erkân liyakati ve has hasleti taşıyarak hizmet kadrosunda yer alabilmektir.

Lâkin bunun tek çaresi, bu hususta Said Nursî’nin himmetini umup onun talebeliğe kabul etmesini beklemek değil, sadakatle Risâle-i Nur’un intişarına çalışmaktır.

Nitekim, Re’fet Beyin yazdığı bir mektupta, ‘Sözler’le alâkadarlık eden ve aralarında Hafız Mehmed’in de bulunduğu bazı zâtlar kendilerinin talebeliğe kabul edilmelerini istemişler.

Said Nursî ise Re’fet Beye yazdığı cevabî mektupta onlara “Sebat etsinler, onları kardeş dairesine kabul etmişim, talebe dairesine girmeye çalışsınlar” diyerek, kardeş dairesine kabul edildiklerini ancak talebe dairesine girmek için sebatla çalışmaları gerektiğini hatırlatmış.

Aynı mevzuda Re’fet Beye ve Hüsrev Efendiye yazdığı bir başka mektupta da “Hafız Bekir, Hafız Tahir, Hafız Şükrü Efendileri kardeş kabul ettim. Talebe olmaya çalışsınlar” sözleri ile, talebe dairesine ancak çalışılarak girilebileceğini ifade etmiş.

Bu hususta kimseyi kayırmayan Bediüzzaman, on üç yaşında kendisini ziyaret ettiği için on üçüncü evlâd-ı mâneviyesi olarak kabul ettiği Bedreddin Uşaklıgil’e bile; “İnşallah evlâtlık mertebesinden talebelik mertebesine gidiyor” diyerek talebe dairesinin, evlâtlık mertebesinden daha yüksek olduğunu hatırlatmış ve onu da talebe olmak için çalışmaya teşvik etmiş.

Mezkûr lâhikalarda medar-ı bahs olan ‘sebat etme, çalışma’ tavsiyeleri belli bir zamana ve şartlara münhasır değildir. Sadece Risâle-i Nurları okuyup yazmak da kast edilmemiştir.

Bir Nur Talebesi, Risâle-i Nurları okuyup anlama, yazma ve yayma çalışmalarına ömür boyu devam etmekle ve bu çalışmalar sırasında karşısına çıkabilecek olan her türlü maddî zarûretlere, mânevî sıkıntılara; resmî engellere, içtimâî zorluklara karşı sebat etmekle mükelleftir.

“Hiçbir Nur Talebesi yoktur ki, sınıfının en faziletlisi, en çalışkanı olmasın. Memleketin her tarafında bu yüz binlerce Risâle-i Nur Talebesinden hiç birinin, hiçbir yerde âsâyişi muhil hiçbir hareketi, hiçbir vak’ası yoktur. Her Nur Talebesi hükümetin nizam ve intizamının tabiî birer muhafızıdır, âsâyişin mânevî bekçisidir.”

Eşref Edip’in, Said Nursî ile yaptığı bir mülâkatta onun talebelerinin hususiyetlerini anlatırken bu sözlerle de ifade ettiği gibi, bir Nur Talebesinin, mensup olduğu cemaatinin yanı sıra, içinde yaşadığı cemiyete karşı da bazı mesuliyetleri vardır.

Nur Talebesi sıfatını taşıması itibariyle yaşadığı hâllerde, yaptığı işlerde ve hareketlerde şahsından ziyade dâvâsını temsil ettiğinden; çalışkanlığı, dürüstlüğü, fazileti, ibadet hassasiyeti ve sâir insânî hasletleri ile herkese örnek olmakla mükelleftir.

Devletin işleyişine hâkim olan zihniyetler ve hükûmetlerin kontrolünde hareket eden çevreler onun meziyetlerini takdir etmeseler, yok farz etseler, hatta hareketlerini suç sayıp cezalandırmaya kalksalar da o müsbet hareket etmekten vazgeçmez.

Nur hareketi tarihinin her safhası bunun örnekleriyle doludur.

***

“Tanzimattan beri her hisarı deviren teceddüt dalgası ilk defa Nur kalesi önünde geriler. Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın, devrim yobazları için bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki kendi yüz karaları bu.

“Nurcuları yok farz etmek gaflet. Nurcular adalarında kendi hayatlarına devam edebilirler. Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez. Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlûm kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamaya çalışmak.”

Merhum mütefekkir Cemil Meriç, son asırlarda yenileşme adına yaşanan gaflet tablolarını ve Nur Hareketinin, bu karanlık tabloyu çizen ‘aydın’ sıfatlı, karanlık maksatlı güruhun karşısındaki asil duruşunu, muhataplarına bu ifadelerle hatırlatmış.

Ardından da bu tavır karşısında kaybeden tarafın Nurcular değil aydınlar olacağını söyleyerek devletin, hükûmetlerin ve aydın çevrelerin geç de olsa yapmaları gereken hareketleri hatırlatmış.

Bu isabetli ikazın üzerinden de yıllar geçmiş. Lâkin değişen pek bir şey olmamış. Nurcular, Meriç’in; “Said’in müridi bir havariler ormanı. Yekpare ve kesif. Ağaçlar kaynaşmış birbiriyle” diye tavsif ettiği Nur Talebelerinin gayretleriyle gittikçe büyüyüp genişleyen ‘adalarında’ hayatlarına devam ediyorlar.

Ne var ki, hiçbir menfî hadiseleri olmamasına rağmen, onlara karşı hâlâ devlete hâkim olan zihniyetler tahammülsüz, hükûmetler sağır, aydınlar kör, adalet câmiâsı kayıtsız, bürokrasi umursamaz.

Hepsi birbirine bakarak karşısındakinin yüz karasını seyretmekte.

Fakat Nur Talebeleri yine mütehammil, mutedil ve müsterih.

Zira onlar yaptıklarını, münhasıran Allah razısı için yaparlar. Mükâfatlarını da sadece Rablerinden beklerler. O da kendisinden bekleneni, kulunu hiç bekletmeden verir.

Nitekim Said Nursî, ‘imanla kabre girmek, tefekkür ibadeti yapmak, kalemle ilim tahsil etmek, Üstadına neşir hizmetinde yardım ederek ehl-i dalâlete karşı mânen mücahede etmek’ diyerek sıralamış Risâle-i Nur’la iştigal etmenin uhrevî faydalarını.

Hakikî ve sadık Nur Talebelerinin, Risâle-i Nur’a sadakatle hizmet etmelerinin neticesinde kazanacakları dünyevî faydaları da ‘Rızkta bereket, kalpte rahat ve sürûr, maişette sühûlet, işlerde muvaffakiyet ve Nur Talebelerinin duâlarına hissedâr olmak’ sözleri ile ifade etmiş.

Bediüzzaman bu ifadelerle, her mü’minin, hayat hedefi hâline getirebileceği dünya ve ahiret saadetinin esas unsurlarını tarif etmiş ve bunları yaşamanın yollarını göstermiş.

Nur Talebeleri, maddî mânevî her zorluğa göğüs gererek intişar etmesi için sadakatle çalıştıkları Risâle-i Nurlar sayesinde Saadet-i Dâreynin dünya safhasını yaşıyorlar.
İnşallah ahiret safhasını da yaşayacaklar.

İslam Yaşar - Yeni Asya
 
Üst