RİSALE-İ NUR TALEBESİ
M. Ali KAYA
Risale-i Nur Talebesi, Kur’an Talebesi demektir. Dersini doğrudan Kur’andan ve onun bu zamanda hakikatli bir tefsiri olan Risale-i Nurdan alır. Hiçbir şahıs ve zümreden etkilenmez. Nur talebesi etkilenen değil, etkileyen; devamlı öğrenen ve öğrendiklerini de başkaları ile paylaşan olgun insandır.
Risale-i Nur Talebesi adı üstünde talebedir. Hayat boyu öğrenmek temel meşgalesidir. O, ilim aşığıdır. İlmin en değerlisi olan “İman İlmini” Risale-i Nurlardan öğrenir ve kalbin ameli olan hayırlı niyet ve tefekkür ile her gün imanda terakki ve tekâmül eder. Başkalarının istifadesini de ister ve arzular; ama bunun için değil, kendi nefsi için okur ve nefsine uygular. Sonuca odaklanmaz, sürece odaklanır. “Vazifem hizmettir; sonuç Allah’ın hikmetine tabidir” der. Vazifesini yapar; Allah’ın
vazifesine karışmaz.
Nasıl Nur Talebesi Olunur?
Risale-i Nur bir daire değil, birbiri içinde çok tabakaları ve mertebeleri vardır. “Erkanlar, haslar, sahipler, nâşirler, talebeler ve taraftarlar” gibi tabakaları vardır. Bunların herhangi birinde bulunan bir talebe “Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak ve zıt bir mesleğe girmemek” şartı ile daire haricine atılmaz. Zamanın ve konjöktörün gereği olarak bid’a ile amel eden kalben o bid’aya taraftar olmamak şartı ile dost olabilir. Bunun için az bir kusur ile düşman safına iltihak etmemek için dışarıya atmamak gerekir. Ancak Risale-i Nur’un erkân ve sahiplerindeki sırlara ve tedbirlere onları teşrik
etmemek gerekir. (Kastamonu Lahikası, 2006, 359)
Bediüzzaman “İman Hizmeti”ni yaparken insanların sadece ahiretlerini kurtarmayı amaç edinmiştir. Dünya hayatı ve menfaati için ziyaret etmeyi kabul etmiyor. Ahiret için de geleni şahsını mübarek ve makam sahibi zannederek gelenleri de kabul etmiyor. Sadece Kur’an-ı Kerimin dellalı olması itibarıyle gelenleri kabul edeceğini ifade etmektedir. Sadece iman dersi almak için gelenlerin de dost, kardeş ve talebe olabileceklerini ifade eder.
---Bediüzzaman, Risale-i Nur’a, iman hizmetine ciddi taraftar olup Risale-i Nurlardan da istifade etmeye çalışan, haksızlığa, bid’alara ve dalalete kalben taraftar olmayanlara dost;
---Risale-i Nur’un neşrine ciddi çalışan, beş vakit namaz kılan ve büyük günahlardan kaçanlara kardeş;
---Risale-i Nurları kendi kitabı gibi kabul sahip çıkan ve hayatının en büyük gayesini de o risalelerin neşri ve hizmeti olarak görenler de “Risale-i Nur Talebesi” olarak kabul etmektedir. (Mektubat, 2004, 575)
1. Nur Talebelerinin Kendi Aralarında Görevleri:
Nur Talebelerinin en mümeyyiz vasıfları birbirlerini rakip görmemeleridir. Nerede olursa olsun hepsinin amacı birdir. Her nur talebesi diğerinin güzel vasıfları ile övünür ve iftihar eder. Aralarında ittihat ve hakiki bir tesanüt ve dayanışma vardır. Bu tesanüdü fiilen, hâlen ve kalen gösterirler. Bu onların başarılarının alametidir. (Sabri’nin Mektubu, Barla Lahikası, 2006, 333–334)
Nur Talebeleri birbirlerini asla tenkit etmezler. Meşveretle hareket ederler ve meşverette alınan kararlara kesinlikle uyarak reylerini dağınıklıktan korurlar. (Kastamonu Lahikası, 2006, 340)
Âl-i himmet ve yüksek ruhludurlar. Tefrika sebepleri ne derece fazla olursa olsun vahdetlerini muhafaza ederler. (Kastamonu, 2006, 348)
Tenkit ve su-i zanna asla müsaade etmezler. Ehl-i dalaletin tenkit ve su-i zandan istifade ile aralarına ihtilaf vereceğini bilecek kadar zeki ve bu konuda tedbiri elden bırakmazlar. (Emirdağ, 2006,
s. 198)
2. Nur Talebeleri Aralarında Cemiyet ve Komitede Olamayan Alaka Vardır.
“Nurcular cemiyet memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar. Fakat bu vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarından irsiyet almışlar ki, ‘Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikate başımız dahi feda olsun’ derler. (Şualar, 2005, 7001)
3. Nur Talebeleri Hizbullah Manasında Mütesanit Bir Cemaattir:
Bediüzzaman’ın Nur Talebelerinin aralarındaki tesanüde önem vermesinin en önemli sebebi Risale-i Nur’a menfaati için değil, tahkiki imana sahip olmayan, nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin katî bulduğu bir hakikate dayanmaya pek çok muhtaç bulunan avam-ı ehl-i iman için dalalet cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir mercî, bir mürşit bir hüccet olmak içindir.
Avam-ı ehl-i iman nur talebelerinin aralarındaki bu tesanüdü görerek kanaat eder ki, bir hakikat var. Hiçbir şeye feda edilmez, ehl-i dalalete başını eğmez, mağlup olmaz diye kuvve-i maneviyesi ve imanı kuvvet bulur; ehl-i dünyaya ve sefahate iltihaktan kurtulur. (Şualar, 2005, s. 507)
Nur Talebeleri küfr-ü mutlakı müdafaa eden gizli komitenin içlerine parmak sokmalarına müsaade etmez. Onların şerlerinden asla emin olmazlar. Onlara karşı meşveretle hareket ederek bu meşveretten çıkan kararlara sadakatle bağlanarak onları manen mağlup ederler. (Şualar, 2005, s. 518)
Kader-i İlâhinin ehl-i dalaleti onlara musallat etmesinin sebebi tam ihlâs ile tam bir tesanütle tam bir Hizbullah olmaları içindir. (Şualar, 2005, s. 830)
Ehl-i dalalet ve ehl-i küfür ile mücadele eden Nur talebelerini ehl-i hakikat ve nesl-i âtî alkışlayacakları gibi melâike ve ruhaniler de alkışlarlar. Bunun için her bir Nur Talebesi yekdiğerine birer tesellici, ahlakta ve sabırda birere numûne-i imtisal, tesanütte ve birbirlerine iltifat etmede birer şefkatli kardeş ve ders müzakeresinde birer zeki muhatap, birbirini anlayan ve cevap veren birer talebe,
güzel seciyelerin in’ikâsında birer ayine olurlar. (Şualar, 2005. s. 484)
4. En Âmî Nur Talebesi Âmi Görünse de Çok Değerlidir:
Risale-i Nur Talebesi ehl-i küfür ve dalalet ile mücadele ettiği ve doğrudan imanın erkânına hizmet ettiği için bu sebatsız zamanda böyle sebat göstermeleri, yakıcı, ateşli hallerden sarsılmamaları ve iman hizmetine devam etmeleri ve hiçbir tekellüfe muhtaç olmamaları sebebiyle çok değerlidirler. (Şualar, 2005, s. 486)
Eski ulema ve meşayih islamın erkânına ve sünnet-i seniyeye hizmet etmekteydiler. Nur Talebeleri ise sahabe gibi doğrudan hakaik-ı imaniyeye hizmet etmektedirler. Bu bakımdan değerleri büyüktür. En büyük makam mahviyet ve terk-i enaniyetle ibadet ve teatin fani dünyadaki zevklerini terk ederek sırf Allah rızası için çalışmak ve hizmet etmektir. (Şualar, 2005. s. 502)
5. Risale-i Nur Talebeleri Şahs-ı Mânevî Teşkil Ederler:
Risale-i Nur Talebeleri birer şahıs olmakla beraber bir amaca hizmet etmeleri ve imana ve Kur’ana hizmet için bir araya gelmeleri cihetiyle sarsılmaz bir şahs-ı manevî teşkil ederler. Risale-i Nur’un mümessili olan zat-i nurânî de bu şahs-ı mânevînin teşekkülüne hizmet etmiştir. Risale-i Nur’un hakikati ve şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi bu zaman ve zeminde şiddetli ihtiyaçtan dolayı yüzünü kendine çevirmiştir. Bediüzzaman da bu şahs-ı manevinin mümessili olmasından dolayı teveccühe mazhardır. Bediüzzaman da bundan dolayı bütün nazarları Risale-i Nur’a çevirmiştir. Risale-i Nur ve şahs-ı manevisi ile mübareze edilmez. Ve o asla mağlup edilemez. Şakirtleri de
dağıtılamaz. Çünkü hakikat-i Kur’aniyenin muhafazası için kırk elli milyon şehit veren bu vatandaki geçmiş ecdadın torunları olan bu zamandaki hakikat-ı Kur’aniyenin muhafazası ve İslam dünyasındanın dindar kahramanlıklarını terk etmeyeceklerdir. O hakikatın bir ayinesi olan Risale-i Nur’u terk edip vatan ve millet ve asayişe zarar vermeyeceklerdir.” (Şualar, 2005, s. 587, 624)
6. Nur Talebesi Fedakârdır:
Nur talebeleri kendilerine gelecek zararları nazar-ı itibara almadan hizmetlerine devam ederler. Hapse ve zindana atılıp işkencelere maruz kalsalar da yine Risale-i Nurlar ile alakalarını kesmezler. Çektikleri sıkıntılar ve işkenceler onlara kuvvet ve enerji kaynağı olur. Hizmete koşturmak için kırbaç tesiri yapar.
7. Risale-i Nur Talebeleri Talebe-i Uluma Tam Layıktırlar:
Risale-i Nur Talebeleri Risale-i Nur’un hizmetinde bulunduğu müddetçe kalben, bedenen, ruhen ve maişet cihetinde bir inkişâf, inbisat, ferahlık, bereket görür. İmam-ı Şafi (ra) hâlis talebe-i ulumun rızkına ben kefalet ederim” demiştir. Çünkü rızıklarında genişlik ve bereket olur. Nur talebeleri Kur’andan iman dersi alan hâlis talebe-i ulumdur. Bunun için Risale-i Nur talebeleri sıkıntılı zamanlarında hizmeti bırakarak maişet peşinde koşmak yerine en iyi çare olarak şükür ve kanaatle Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmalıdırlar. (Kastamonu Lah, 2006, 284)
8. Risale-i Nur Talebeleri İman Hizmeti ile Ömürlerini Tamamladıkları İçin İmanla Kabre Gireceklerdir.
Bunun birkaç sebebi vardır:
Birincisi: Risale-i Nurdan iman dersi alarak imanlarını tahkiki hale getiren nur talebeleri imanda terakki ederek imanlarını ilme’l-yakinden hakkalyakîne çıkararak daha selbedilemez bir şekle getirirler. Sekerat vaktinde daha şeytan o imana ilişemez. Hiçbir münafık ve mülhid şüphe ve vesvese ile o imana ilişemez ve kalbine zerre kadar şüphe veremez.
İkincisi: İman-ı bil-gayb cihetiyle sırr-ı vahyin feyzi ile bürhânî ve Kurânî bir tarzda, akıl ve kalbin ittifak ve imtizacı ile hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu Risale-i Nur’un esası, mâyesi, temeli, ruhu ve hakikatidir. Bu mertebeye çıkan bir nur talebesi hakaik-ı imaniyeye muhalif olan yoları imkânsız, muhal
ve mümtenî olduğunu görürler.
Üçüncüsü: Nur Talebeleri bir şahs-ı manevinin azaları oldukları için bu daire içine girenler ami de olsalar madem şahsiyet ve enaniyetlerini o havuz içinde eritmişlerdir. O havuzdan tam olarak istifade ederler. Yani Risalet-in Nur'un sadık şakirtleri, hüsn-ü akıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor. Risalet-in Nur'un bir hâdimi ve bir tek şakirdi, yirmi dört saatte, Risalet-in Nur talebelerinin hüsn-ü akıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına, yüz defa Risalet-in Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi-otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü akibetlerine ve imanla kabre girmelerine aynı duayı en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyorlar. Bu duaların hiçbirin kabul olmamasını akıl kabul etmiyor. (Kastamonu Lah. 2006, 38–39)
Bu üç sebepten dolayı Nur talebeleri imanla kabre gireceklerdir.
9. Nur Talebeleri Toplumdan Gelen Günahlara Karşı Birbirlerine Korurlar:
Topluma giren hangi şeye temas etse pek çok günaha maruz kalmaktadır. Günahlar sel gibi her yönden insanı sarmaktadır. Bu kadar günahlara karşı insanın hususi ibadet ve takvası mukabele edemez. Ancak Risale-i Nur talebelerinin aralındaki teme prensip olan “iştirak-i a’mâl-i uhreviye” kanunu ile ve samimi ve hâlis tesanüt sırrı ile her bir hâlis hakiki talebe bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet ve istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikenin kırk bin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakirt dahi, kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstahak ve inşâllah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur talebesi Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahip olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada,ihlâsta, sadakatte çalışmak gerektir.” (Kastamonu Lahikası, 2006, 124)
Risale-i nur Talebelerinin bu zamanda bu derece kıymet almaları ve hizmetlerinin çok değerli olması, zamanın dehşetinden ileri gelmektedir. Bu dehşetli zamanda ancak Risale-i Nur dairesine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarırlar ve imanla kabre girerler ve cennete girerler. Evet, bazı vakit olur ki, bir nefer gördüğü hizmet için bir mareşal mevkiine çıkar ve binler adam kadar kıymet alır.”
(Şualar, 2005, s. 1073)
10. Risale-i Nur’un Şahs-ı Mânevîsi Ferdiyet Makamındadır:
Nur Talebelerinin şahs-ı mânevisi “Ferîd” makamındadır. Hiçbir âlimin, cemaatin, gurubun hatta kutb-u azamın tasarrufuna girmez. Yine risale-i nurun şahs-ı mânevisi Hicazda bulunan kutb-u azamın hükmü altına girmeye mecbur değildir. Risale-i Nur “Ferdiyet Makamı”nın mazharıdır. Bunun için Risale-i Nur talebeleri kutb-u azamdan da itiraz gelse sarsılmayarak bu itirazları selam suretinde kabul ederek itiraz edilen hususları izah ederek ellerini öpmekle mükelleftirler. (Kastamonu Lahikası, 2006, 278)
11. Risale-i Nur Talebelerinin Hizmeti Kıyamete Kadar Devam Eder:
Peygamberimizin (sav) “Ümmetimden bir taife kıyamete kadar hak ve hakikati müdafaa etmeye devam edecektir” buyurur. Bu taifenin Risale-i Nur Talebeleri olduğu iman hizmetini yapmaları ile anlaşılmaktadır. Çünkü başka cemaatler iman hizmetini değil, siyasete ve tasavvufa ait vazifeleri yapmakta ve iman ilmi ile değil diğer İslamî ilimler ile iştigal etmektedirler. İman hizmetinin ne kadar devam edeceği de mezkûr hadisin ebced ve cifrî işaretinden anlaşıldığı kadarı ile 1506 hicrî tarihine kadar açıktan ve galibane hizmet edecekleri ve bu tarihten sonra 1545 tarihine kadar da gizli olarak hizmet edecekleri Bediüzzaman’ın istihracı ile sabit olmuştur. (Kastamonu Lahikası, 2006, 51–52)
12. HAKİKİ NUR TALEBELERİ ÂL-İ MUHAMMEDDİR:
Seyyid olmak için neseben Resulullah’a (sav) bağlı olmak şart değildir. Bu zamanın şahs-ı manevi asrı olmasını, Nur’un mesleğinde hiçbir cihetle benlik, enaniyet, makam sahibi olmak ve şeref kazanmak olmadığını da dikkate alarak imana ve kur’ana hizmet etmeyi meslek edindiği için manevi ehl-i beytten sayılır.” (Emirdağ, 2006, s. 458)
13. MEHDİNİN KUVVETİ İHLÂS, SADAKAT VE TESANÜDE SAHİP AZ FAKAT BİR ORDU KADAR KUVVETLİ VE KIYMETLİDİR.
Ahir zamanda dalalet fen ve felsefeden geldiği için, maddeci, tabiatçı felsefeyi susturacak bir tarzda imanı kurtarmak gerekir. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek Hz. Mehdinin en büyük vazifesidir. İmanı ispat etmek için uzun tetkikat ile eserler yazacak ve neşredecektir. “Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahip olan bir kısım şakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılır.” (Emirdağ, 2006, 456)
Nur Talebeleri ehl-i dalaletin tesanüt ile kuvvetli bir şahs-ı mânevinin dehası ile hücuma geçtiği zamanda ona karşı ehl-i hakla ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkararak o müdhiş şahs-ı mânevi-i dalalete karşı hakkaniyeti muhafaza ederler. (Lem’alar, 2005, s.375)
14. Nur Talebeleri Mü’minlerin Nereden ve Kimden Olursa Olsun İstifadelerine Taraftardırlar:
Allah’ın rızasını esas maksat yaparak çalışan nur talebeleri Allah rızasının başarıya ve fazla insanların etraflarına toplanmalarına bağlı olmadığını bilirler. Sayı çokluğuna önem vermezler. Önemli olan haklı olmak ve Allah rızasına uygun çalışmaktır. Bazen olur ki bir kelime insanın kurtuluşuna ve Allah’ın rızasına sebep olur. Bunun için ihlâslı ve hakperest bir nur talebesi müslümanın nereden ve
kimden olursa olsun istifadesine taraftar olur. Benden ders alsınlar düşüncesinin nefsin ve enaniyetin bir hilesi olarak kabul ederler. (Lem’alar, 152)
Bu istifade imanda terakki ve İslam hakikatlerini öğrenmeye bağlı olan husustur. Yoksa bir nur talebesi uyanıktır, feraset sahibidir. Allah’ın nuru ile bakar ve zahiri sebeplerin arkasında Allah’ın kudretini gördüğü gibi, zahiri hizmetin arkasında da ehl-i dalaletin hilesini ve oyununu fark eder. Bunu ehl-i imana haber verir ve uyanık olmalarını ihtar eder. Bundan dolayı da işin iç yüzünü bilemeyen
safdil eh-i iman tarafından sanki o hizmete engel ve muarız gibi anlaşılabilir. Ama nur talebesi bütün bunlara aldırmadan görevini yapmaya devam eder. Bundan dolayı Nur Talebesinin iki düşmanı vardır.
Birincisi ehl-i dalalet ve küfür.
İkincisi de ehl-i dalaletin aldattığı safdil ve cahil mü’minler. İşte Nur Talebesinin dehşetli imtihanı da burada başlar. Yanlış anlaşılma ve safdil mü’minlerin de kendisine cephe almasından çekindiği zaman gerçekleri ya gizlemek durumunda kalır veya o da o safdillere iltihak eder. Burada imtihanı kaybeder. Bunun için Nur Talebesi “hüsn-ü kabul ve hüsn-ü tefsir ve teveccüh-ü nâsı aramaz.” Bunların Cenâb-ı hakkın vazifesi olduğunu düşünür. Kendi vazifesi olan Tebliğe dâhil olmadığını bilir. Vazifesini
yapar, Allah’ın vazifesine karışmaz. Yoksa hizmetteki ihlâsını kaybeder. (Lem’alar, 2005, s. 374)
15. Nur Talebesi Sahabelerin “İsar” Hasletini Rehber Edinir.
Hediye ve sadakaya tenezzül etmez. Kendisine verilmek istendiği zaman da başkasını kendisine tercih eder. Hizmet-i Kur’aniye ve diniyeye mukabil ücret talebinde bulunmaz. Çünkü dini hizmetlerde maddi kazanç beklentisi ihlâsı kaçırır. Bunun için Risale-i Nur Talebeleri gerek zekât ve gerekse sadaka gibi şeyleri istemez; istemeden ve kalben de bir beklenti içinde olmadan verilirse hizmetimin ücretidir” demeden ve minnet etmeden sırf bir ihsan-ı ilâhî bilerek alır ve mümkün olduğu kadar da başka ehil olanları kendi nefsine tercih eder. (Lem’alar, 2005, s. 375, 393)
16. Nur Talebesi Siyasi Parti Kurmazlar:
Nur mesleğinde mü’minlerin uhuvvet ve kardeşliği esastır. İman herkesin malıdır. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. İman hizmeti tarafgirlik kaldırmaz. Yalnız küfre, zındıkaya ve dalalete karşı cephe alırlar. (Emirdağ Lâhikası, 2006, 311)
Nur Talebesi siyasete bütün bütün karşı değildir. Nur talebesi Kur’anın yüksek siyasetini Risale-i nur’dan ders alır ve herkese bu dersi vermeye çalışır. Çünkü insanlar siyasetle idare edilirler ve yönlendirilirler. Ancak Nur Talebesi Risale-i Nurdan aldığı ders ile dini hiçbir şeye alet etmemeye çalışır. Dini ne ırkçılığa, ne dünyaya ve ne de siyasete alet ve tabi etmemeye çalışır, edenleri de ikaz eder. Bunun için dini kullanmak isteyenler tarafından kendilerine engel görülürler. Bu sebepten dolayı da sevilmezler. Ama onlar ihlâslarından ve Allah rızasından başka bir şeyi düşünmediklerinden dolayı buna aldırış etmezler. Nur Talebesi yine siyasetin dinsizliğe alet edilememesine gayret gösterir. Nur Talebelerinin amacı istibdadın ortadan kalkması ve şeriatın istediği gerçek hürriyet ve adaletin ülkeye ve dünyaya hâkim olmasıdır. Bunun için hürriyetçi ve demokrattırlar.
17. Nur Talebelerinin Vazifeleri:
Bediüzzaman hazretleri zamanın ve asrın şartlarını değerlendirerek Risale-i nur eserlerini okurlarına özel bir misyon yüklemektedir. Bu da “İmana ve Kur’ana hizmettir.” Bu hizmetin nasıl yapılacağını da Risalelerin çeşitli yerlerinde görmek mümkündür. Ayrıca Bediüzzaman kendi ziyaretine gelen talebelerine de Nur Talebelerinin vazifelerini defalarca hatırlatmıştır. Bediüzzaman Nur Talebelerinin vazifelerini şöyle sıralamaktadır: “Vazifemiz iman ve ihlâs ile imana ve Kur’ana hizmet etmektir.” Bunu da Nur Talebeleri Risale-i Nur’ları neşrederek yapacaktır. Bunun için de Bediüzzaman “Vazifemiz, Risale-i Nurların neşridir” sözleri ile ifade etmiştir. Bu açıdan Nur Talebelerinin vazifesi “yalnız ve yalnız imana hizmettir.”
İmana hizmet genel bir ifadedir. Bütün hakaik-i Kur’aniyenin esası iman ve iman esasları olduğu için imana hizmet bütün hakaik-ı Kur’aniyeye hizmet anlamına gelmektedir. Bu hizmet nurani bir hizmet olup her yönü ile insanın dünyasını aydınlattığı için müdafaa da “Nur ve nurani müdafaadır.” İman ve Kur’ana hizmet peygamberimizin (sav) tebliğ vazifesini yapmak demektir. Bu vazife insanlara iman hakikatlerini en güzel şekilde anlatmaktan geçmektedir. Bu yönü ile meseleye bakıldığı zaman “vazifemiz tebliğdir.” Bu da emniyet ve asayişi sağlamakla gerçekleşir. Hem iman hizmetinin sonucu toplumun emniyet ve asayişimi temine yönelik olduğu için de “vazifemiz emniyet ve asayişi sağlamaktır.” İmana ve Kur’ana hizmet ve asayişi sağlamakla topluma hizmet bir ibadet olduğu için neticesi dünyevi değil, uhrevidir. Mükâfatı da dünyada değil ahirette verilecektir. Bu bakımdan hizmet ve vazife
devamlı olduğu için “vazifemiz hizmettir ve netice Allah’a aittir.”
Hizmet için aşk ve şevk şarttır. Şevk ise yeni bilgiler ve yeni keşiflerle devam eder. Yeni bilgiler ve yeni keşifler daima şevk unsurudur. Bu hizmetin devamlılığını sağladığı gibi ferdin de devamlı ruhen terakki ve imanın tekemmülüne hizmet eder. Bu da Kur’anın sırlarını keşfederek yeni açılımlar ve bilgiler ile devam eder. Bu bakımdan “vazifemiz keşf-i esrar-ı Kur’andır.” İşte Risale-i Nur Talebelerinin vazifeleri Bediüzzaman’ın orijinal ifadeleri ile bu gibi temel prensiplerdir.
18. RİSALE-İ NUR TALEBELERİNİ BEKLEYEN TEHLİKELER:
1. Risale-i Nur Talebelerini hizmetten soğutmak, fütur vermek ve Risale-i Nurdan vazgeçirmek için dost suretine girerek korkutmak için habbeyi kubbe yaparak evhamlarını tahrik ederler.
2. Bazı genç talebelere hevesatlarını tahrik için genç kızları musallat ederek tuzak kurarlar.
3. Bir kısım nur talebelerinin hatalarını ve kusurlarını nazara verirler ve görünüşte dindar, gerçekte ehl-i bid’a olan bazı şöhretli zatları göstererek “Bunlar da dindardır. Dine hizmet yalnız Risalelere has değildir” diyerek nur talebelerine yaklaşmak isteyenlerin akıllarını çelerler.
4. Zındıka ve anarşilik hesabına safdil hocaları ve diyaneti Risale-i Nur Talebeleri aleyhine kullanmaya çalışırlar. Bu tehlikelere karşı Nur Talebeleri bu gibi insanlara şöyle cevap vermelidirler: “Biz, Risale-i Nur'un şakirtleriyiz. Said de, bizim gibi bir şakirddir. Risale-i Nur'un menbaı, madeni, esası da Kur'andır. Senelerdir emsalsiz tetkikat ve takibatla beraber, kıymetini ve galebesini en muannit düşmana da ispat etmiştir. Onun tercümanı ve bir hizmetkârı olan Said ne halde olursa olsun, hattâ Said de -El'iyazübillah- Risale-i Nur'un aleyhine dönse, bizim sadakatımız ve alâkamızı inşâallah sarsmayacak" deyip, o kapıyı kaparsınız. Bununla beraber mümkün olduğu kadar Risale-i Nur'la meşgul olmak, elinden gelirse yazmak ve mübalağalı propagandalara hiç ehemmiyet vermemek ve eskisi gibi tam ihtiyat etmek gerektir.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 216–217)
19. NUR TALEBELERİNİN ÖNEMİ NEREDEN KAYNAKLANMAKTADIR
Bazı vakit olur ki bir dakika bir saat kadar, belki bir gün ve seneler kadar ve bir saat bir sene ve belki bir ömür kadar netice verir ve ehemmiyetli olur. Meselâ, bir dakikada şehit olan bir adam bir velayet kazanır. Soğuğun şiddetinde bir saat düşman karşısında nöbet tutmak bir sene ibadet hükmüne geçebilir. Aynen bunun gibi Risale-i Nur’un ve talebelerinin önemi de bu zamanın dehşetinden ve ahir zaman fitnesinden eski zamandan beri bütün ümmetin Allah’a sığınmasından ve o fitnelerde mü’minlerin ve ehl-i imanın imanlarını kurtarmasından o derece önem kazanmış ki, Kur’an-ı Kerim ona işaret etmiş, Hz. Ali (ra) onları müjdelemiş ve Hz. Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani (ks) ve İmam-ı Rabbani (ks) onlardan haber vermiştir.
Evet, bu zamanda taklidî olan itikadın dayandığı kaleler sarsılmış, imana güç verenler zayıflamış ve iman hakikatleri maddeci felsefenin saldırısı ile perdelenmiş olduğundan her bir mü’min tek başıyla dalaletin cemaatle hücumuna dayanabilmesi için gayet kuvvetli bir imana sahip olması lazımdır ki dayanabilsin.
Risale-i Nur bu zamanda imana hizmet vazifesini herkesin anlayacağı tarzda iman hakikatlerinin en derin ve gizli yönlerini gayet kuvvetli bürhanlar ile ispat etmektedir. Ondan iman dersini alan ve imanlarını güçlendiren talebeleri dahi bulundukları kasaba ve şehirlerde imana hizmet ederek adeta gizli birer kutup gibi mü’minlere birer manevi istinad noktası olurlar. Bilinmedikleri ve görünmedikleri ve kendileri ile göşülmedikleri halde ehl-i imanın kalplerine kuvve-i mâneviye vererek kalplerindeki imanlarını kuvvetlendirir ve mü’minlere manen güç ve cesaret verir ve imanlarını muhafaza ederler. (Mektubat, 2004, 790)
NUR TALEBELERİNİN ÖZELLİKLERİ:
1. Nur Talebesi Risale-i Nuru okuyan ve bütün fikir ve düşüncelerini Risale-i Nur’a göre düzelten mü’min kuldur. Risale-i Nur’a aykırı bir düşünce ve fikre asla iltifat etmez. Risale-i Nuru yaşamak önce fikir ve inanç noktasında Risale-i Nur’a teslim olmakla başlar.
2. Risale-i Nur Talebesi Hidayet rehberidir. İman hakikatlerini okur, anlar ve başkalarına anlatmaya çalışır. Tevhit ve Haşir hakikatini çok iyi öğrenir. Allah’ın İlim, İrade ve Kudreti’ni çok iyi bilir. Allah’ın zatî, subûtî ve fiilî sıfatlarını çok iyi öğrenir. Zat, Sıfat ve Şuunât-ı ilahiyeyi iyice kavrar.
3. Risale-i Nur Talebesi yedi hakikat-ı imaniyeyi (Altı İmanın Şartı ve bir de Hakikat-ı İslamiyet olan İslam’ın beş şartını) çok iyi öğrenir ve yaşar.
4. Nur Talebesi büyük günahlardan kaçar, beş vakit namazını kılar ve namazın arkasında tesbihatını yapar.
5. Risale-i Nur Talebeleri şahs-ı manevinin teşekkül etmesi için tam bir ihlâs ile aynı inanç ve ideal üzere tam bir fikir birliği içinde olması gerekir. Bu durumda ancak üç elif yüz on bir kuvvetinde olur. Aralarına teşettüt ve fikir ayrılığı girince şahs-ı manevi teşekkül etmez, ihlas kaçar ve sinerji olmadığı için hizmet duraklar.
6. Nur talebesi toplumdan ve başka fikirlerden etkilenmez; onları etkiler. Fikrini ve düşüncesini Risale-i Nur’dan alır ve başkalarına verir. Başkalarından alarak nur talebelerine vermeye çalışmaz.
7. Risale-i Nur Talebesinin iki günü birbirine eşit olmaz. Zira her gün okuduğu ve müzakere ettiği İman Hakikatleri ile imanda terakki eder. İmanı her gün yeni bir hakikati öğrenerek biraz daha inkişaf ettiği için iki günü eşit değildir.
8. Nur Talebesi tüm mü’minleri kardeş bilir, hepsi ile diyalogu, sevgi ve muhabbeti vardır. Kalbinde hiçbir mü’mine karşı kin ve nefret taşımaz. Nur Talebelerine karşı daha fazla bir muhabbet ve sevgi besler. Tüm Nur Talebelerine hakkını peşinen helal eder.
9. Nur Talebesi kendisine karşı işlenen hiçbir kusura bakmaz, af ve müsamaha ile karşılar; ama davasına karşı ve Risale-i Nur’a karşı yapılan hiçbir şeyi affetmez ve müsamaha ile bakmaz.
10. Risale-i Nur Talebesi İmana hizmet noktasında “Sahabe Mesleğini” imanda akıl kalb ittifakı ile terakki ve tekâmül bakımından “Haliliye Mesleği”ni takip eder.
11. Risale-i Nur Talebesi hiçbir siyasi cemiyet ve cemaate tabi ve alet olmaz. Risale-i Nur’daki Kur’anın “Siyasi Dersini” onlara anlatmaya çalışır. Bilir ki, “Siyaset dersi vermek siyaset değildir.” Parti kurarak siyasi destek istemek siyasettir.
12. Nur Talebesi üstadı Said Nursi (ra) gibi Hürriyetçi ve Demokrattır. Kur’anda insanlığa ders verilen Hürriyet, Meşveret, Adalet ve Hukukun Üstünlüğünü ve uygulamasını tüm insanlığa ders verir.
13. Nur Talebesi dini siyasete alet ve tabi eden, ırkçılığı öne çıkaran, din ve vicdan hürriyetini kabul etmeyen bir siyasi düşünceyi asla tasvip etmez. Siyasetin dinsizliğe alet edilmesine göz yummaz. “Din ve Vicdan Hürriyetini” kâmil manada sağlayacak olan ve haksızlığa alet olmayan hürriyetçi ve demokrat siyasi partiye destek olur, ehl-i imanı da onları
desteklemeye çağırır. Yani haklı tarafa destek ve yardımcı olur.