
Hem meselâ,
Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet o Allah'a mahsustur ki, gökleri ve yeri yoktan yaratmış, melekleri de ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılmıştır. O, yarattıkları için neyi dilerse onu arttırır. Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kâdirdir.
İşte, şu sûrede, "Semâvât ve arzın Fâtır-ı Zülcelâli, semâvât ve arzı öyle bir tarzda tezyin edip âsâr-ı kemâlini göstermekle, hadsiz seyircilerinden Fâtırına hadsiz medh ü senâlar ettiriyor; ve öyle de hadsiz nimetlerle süslendirmiş ki, semâ ve zemin, bütün nimetlerin ve nimetdîdelerin lisânlarıyla, o Fâtır-ı Rahmânına nihayetsiz hamd ve sitâyiş ederler" dedikten sonra, yerin şehirleri ve memleketleri içinde Fâtırın verdiği cihazât ve kanatlarıyla seyr ü seyahat eden insanlarla, hayvanât ve tuyûr gibi, semâvî saraylar olan yıldızlar ve ulvî memleketleri olan burçlarda gezmek ve tayerân etmek için o memleketin sekeneleri olan meleklerine kanat veren Zât-ı Zülcelâl, elbette herşeye kâdir olmak lâzım gelir. Bir sineğe, bir meyveden bir meyveye; bir serçeye, bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren, Zühreden Müşteriye, Müşteriden Zühale uçacak kanatları O veriyor.