Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nurları telif etmekle kalmamış, onları tekrar tekrar okumuş, talebelerinin de tekrar tekrar okumalarını ve yazmalarını temin etmiştir. Risaleleri okuyan ve yazanları talebe olarak kabul etmiştir. Hattâ kendisiyle görüşmek isteyenleri, yine Külliyatı mütalâaya teşvik etmiştir: ''Benimle hakikat meşrebinde sohbet isteyen ve görüşmek isteyen adam hangi Risale'yi açsa benimle değil, hâdim-i Kur'an olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imâniyeden zevkle bir ders alabilir.'' (Kastamonu Lâhikası)
Bediüzzaman, tahkiki imanı elde etmenin yolunu da Nurları okumak olarak göstermiştir: ''Kat'i ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır. Evet on beş sene yerine, on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı tahkikiye isâl eder.'' (Kastamonu Lâhikası)
Zübeyir Gündüzalp şöyle der: “Bir gün Emirdağ'da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç hizmetkârıyla bir çınar ağacına gittik. Üstad çınar ağacına çıktı: Burası benim medresemdir. Ders okuyun.' dedi. Biz de okuduk ve iki-üç saat ders yaptık.” (Son Şahitler)
Bayram Yüksel, Üstad'ın şöyle ders verdiğini anlatmıştır: ''Risale-i Nur'un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz'î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nurlar sair ilimler gibi okunmamalı. Çünkü ondaki imanı tahkiki ilimleri başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin azığı ve nurudur.'' (Son Şahitler)
Bayram Yüksel, Bediüzzaman'ın 1953'teki Mesne-vi-i Nuriye'den yaptığı dersleri de şöyle anlatır: ''Çok güzel izah ediyordu. Âdeta 20 yaşındaki genç ve faal birisi gibi 5-6 saat derse devam ederdi. Okudukça gençleşiyordu. Bizler tahammül edemezdik. Sabah namazından sonra başlar, tâ öğle namazına kadar sürerdi. (...) Üstad bir gün; ''Evlâtlarım, bu ders yalnız bizi değil, bütün kâinatı alâkadar eden bir derstir. Bu dersi mele-i alânın sakinleri de dinliyorlar. Bu ders çok mühimdir.' dedi. Hakikaten bizlere de acayip bir şey oldu. Yine bir gün dersten sonra; 'Evlâtlarım, siz zannediyor musunuz ki, biz beş-altı kişi ders yapıyoruz. Biz bu dersimizle Anadolu'da binler ders yapan cemaatlerin arasına mânen giriyoruz, beraber ders yapıyoruz.' demişti. (...) Biz Üstadımızın yanında kaldı-ğımız uzun seneler, boş oturduğunu görmedik. Ya okur, ya tashih eder veya okutur dinlerdi. Hattâ son zamanlarda teybe Risale-i Nur okuyorduk. Üstadımız da dinliyordu. Üstadımız, ziyarete gelenlere: 'Yeni bir âlet çıkmış, Risale-i Nur hafızı, Risale-i Nur'u çok güzel okuyor.' diyor ve alıp dinlemeye teşvik ediyordu.Üstadımız bazen de diyordu ki: 'Bugün kaç sayfa okudunuz?' Biz de üç veya beş dediğimiz zaman; 'Ben 200 sayfa okudum. Hem benim kalemim yok, çok ağır yazıyorum. Hem de sizin gibi gazete gibi okuyup geçmiyorum. Ben mânâsını da anlayarak okuyorum. Hem de bakın ne kadar tashih ettim. Elhamdülillah ben bugün bu kadar okudum. Çok istifade ettim. Bugün imanım çok inkişaf etti.' derdi. Hayretler içinde bize gösteriyordu. 'Fesubhanallah bu eseri hiç görmemiş gibi istifade ettim!' derdi. 'Nasıl mübarek günlerde camilerde tecdid-i iman ederler; biz de Risale-i Nur'u okumakla tecdid-i iman ediyoruz." derdi. (Son Şahitler)
Mustafa Ekmekçi diyor ki: ''Üstad'ın yanına vardığımızda çok hiddetliydi. Bize şöyle hitap etti: 'Niye şahsımı ziyarete geliyorsunuz? Benim yerime Risale-i Nur'u okuyunuz. Beni görünce bir istifadeniz oluyorsa, Risale-i Nur'u okursanız yüz istifadeniz olur.'' (Son Şahitler)
Bizzat Nur Müellifi, Risaleleri okumaktan elde ettiği feyz ve bereketi şöyle dile getiriyor: ''Ben kendim, on değil, yüz değil, binler defa müteaddit tecrübelerimle kanaatim gelmiş ki; Sözler ve Kur'an’dan gelen Nurlar aklıma ders verdiği gibi kalbime de iman hali telkin ediyor, ruhuma iman zevki veriyor. Hattâ dünyevî işlerimde, keramet sahibi bir şeyhin bir müridi nasıl şeyhinden ihtiyaçlarına dair medet ve himmet bekliyor. Ben de Kur'an- Hakîm'in kerametli esrarından ihtiyaçlarımın hallini beklerken, ümit etmediğim ve ummadığım bir tarzda bana çok defa hasıl oluyor.'' (28. Mektup, 3. Mesele, 5. Nokta, Birinci misal)
Bediüzzaman Hazretleri, Risalelerdeki tevafukların üzerinde önemle durmasının esas sebebinin, Risalelerin okunmalarını sağlamak olduğunu izah babında şunları diyor: ''Birincisi: Onuncu Söz’ün kıymeti tamamiyle takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî belki elli defa mütalâa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir Risale’yi bazıları bir defa okuyup, diğer ilmî risaleler gibi 'Yeter' der bırakır. Halbuki bu Risale ulum-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi ilme her vakit ihtiyaç var. Bu Risale’ye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celb etmeyi ruhum arzu ediyordu. Lâkin elimden bir şey gelmezdi. Cenab-ı Hak merhametinden bir işaret verdi. O işaret ne kadar gizli ise, benim o ciddi arzuma mütabık geldiğinden çok ehemmiyetli görünüyor.
İkincisi: Bilirsiniz uzak yerlerden bazı beş günlük yoldan, bir zat bizi görmek ve uhrevî bir istifade etmek için gelir. Halbuki vaziyetim birkaç saatten fazla onunla görüşmeyi müsaade etmiyor. Halbuki o misafire Risalelerin kıymetini göstermek, onu onlardan istifadeye sevk etmek, hem muhtaç olduğu kuvvet-i imana ve kuvve-i mâneviyeye yardım etmek için birkaç gün lâzım. Çünkü Risalelerdeki kuvvetli bürhanlara herkes yetişemiyor. Tamamıyla kavramıyor. Ruhum çok arzu ediyordu ki, kısa, hafif bir vesile elime geçip, bîçare misafirlerin zahmeti beyhude gitmesin. Fakat kerametim yok, elimden bir şey gelmez. Yalnız misafirlerin niyet ve ihlâsına itimat edip onların mükâfatını Rahmet-i İlahiye'ye havale ediyorum. İşte Cenab-ı Hak evvel İşaretü'l- İcaz'da sonra Onuncu Söz'de çabuk kanaat verecek ve Risalelere itimat ettirecek, bir eser-i inayet ihsan etti. Hakikaten benim için çok kolay oldu. Ben de çok rahat ettim ve çok zatlara az bir zamanda kuvve-i mâneviye ve Kur'an-ı Hakîm'in hakkaniyetine gözle görünecek emâreler gösteriyordum. Hattâ çok muannidlerin inadı kırıldı. Çok dinsizler de onunla imana geldiler.'' (Barla Lâhikası)
Biliyoruz ki, ömür az, okunacak kitap çok. Onun için kitapların en mühim olanlarını öne almak, sonra da okumaya ciddi bir vakit ayırıp, onları mütalâa etmek gerekiyor. Bunun için okuma alışkanlığının kazanılması icab ediyor. Bunun en güzel yolu okumanın çocuklukta kazanıldırılmasıdır. Gerçekten Batı ülkelerinde, bilhassa bazı özel kreş ve anaokullarında bu mevzuda büyük ilerlemeler kat' edilmiş. Bu tecrübeler ülkemize de aktarılabilir. Ama belli bir yaşa gelenler için ciddi teşviklere, hattâ arkadaşları arasında yapılacak yarışmalara ihtiyaç var. Aslında böyle toplu gayretlerle okumayı zevk haline getirmek mümkün.
Bediüzzaman, tahkiki imanı elde etmenin yolunu da Nurları okumak olarak göstermiştir: ''Kat'i ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkiki yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır. Evet on beş sene yerine, on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı tahkikiye isâl eder.'' (Kastamonu Lâhikası)
Zübeyir Gündüzalp şöyle der: “Bir gün Emirdağ'da Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin birkaç hizmetkârıyla bir çınar ağacına gittik. Üstad çınar ağacına çıktı: Burası benim medresemdir. Ders okuyun.' dedi. Biz de okuduk ve iki-üç saat ders yaptık.” (Son Şahitler)
Bayram Yüksel, Üstad'ın şöyle ders verdiğini anlatmıştır: ''Risale-i Nur'un gıda ve taam hükmündeki hakikatlarından hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his hisselerini alabilir. Yoksa yalnız akıl cüz'î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilirler. Risale-i Nurlar sair ilimler gibi okunmamalı. Çünkü ondaki imanı tahkiki ilimleri başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin azığı ve nurudur.'' (Son Şahitler)
Bayram Yüksel, Bediüzzaman'ın 1953'teki Mesne-vi-i Nuriye'den yaptığı dersleri de şöyle anlatır: ''Çok güzel izah ediyordu. Âdeta 20 yaşındaki genç ve faal birisi gibi 5-6 saat derse devam ederdi. Okudukça gençleşiyordu. Bizler tahammül edemezdik. Sabah namazından sonra başlar, tâ öğle namazına kadar sürerdi. (...) Üstad bir gün; ''Evlâtlarım, bu ders yalnız bizi değil, bütün kâinatı alâkadar eden bir derstir. Bu dersi mele-i alânın sakinleri de dinliyorlar. Bu ders çok mühimdir.' dedi. Hakikaten bizlere de acayip bir şey oldu. Yine bir gün dersten sonra; 'Evlâtlarım, siz zannediyor musunuz ki, biz beş-altı kişi ders yapıyoruz. Biz bu dersimizle Anadolu'da binler ders yapan cemaatlerin arasına mânen giriyoruz, beraber ders yapıyoruz.' demişti. (...) Biz Üstadımızın yanında kaldı-ğımız uzun seneler, boş oturduğunu görmedik. Ya okur, ya tashih eder veya okutur dinlerdi. Hattâ son zamanlarda teybe Risale-i Nur okuyorduk. Üstadımız da dinliyordu. Üstadımız, ziyarete gelenlere: 'Yeni bir âlet çıkmış, Risale-i Nur hafızı, Risale-i Nur'u çok güzel okuyor.' diyor ve alıp dinlemeye teşvik ediyordu.Üstadımız bazen de diyordu ki: 'Bugün kaç sayfa okudunuz?' Biz de üç veya beş dediğimiz zaman; 'Ben 200 sayfa okudum. Hem benim kalemim yok, çok ağır yazıyorum. Hem de sizin gibi gazete gibi okuyup geçmiyorum. Ben mânâsını da anlayarak okuyorum. Hem de bakın ne kadar tashih ettim. Elhamdülillah ben bugün bu kadar okudum. Çok istifade ettim. Bugün imanım çok inkişaf etti.' derdi. Hayretler içinde bize gösteriyordu. 'Fesubhanallah bu eseri hiç görmemiş gibi istifade ettim!' derdi. 'Nasıl mübarek günlerde camilerde tecdid-i iman ederler; biz de Risale-i Nur'u okumakla tecdid-i iman ediyoruz." derdi. (Son Şahitler)
Mustafa Ekmekçi diyor ki: ''Üstad'ın yanına vardığımızda çok hiddetliydi. Bize şöyle hitap etti: 'Niye şahsımı ziyarete geliyorsunuz? Benim yerime Risale-i Nur'u okuyunuz. Beni görünce bir istifadeniz oluyorsa, Risale-i Nur'u okursanız yüz istifadeniz olur.'' (Son Şahitler)
Bizzat Nur Müellifi, Risaleleri okumaktan elde ettiği feyz ve bereketi şöyle dile getiriyor: ''Ben kendim, on değil, yüz değil, binler defa müteaddit tecrübelerimle kanaatim gelmiş ki; Sözler ve Kur'an’dan gelen Nurlar aklıma ders verdiği gibi kalbime de iman hali telkin ediyor, ruhuma iman zevki veriyor. Hattâ dünyevî işlerimde, keramet sahibi bir şeyhin bir müridi nasıl şeyhinden ihtiyaçlarına dair medet ve himmet bekliyor. Ben de Kur'an- Hakîm'in kerametli esrarından ihtiyaçlarımın hallini beklerken, ümit etmediğim ve ummadığım bir tarzda bana çok defa hasıl oluyor.'' (28. Mektup, 3. Mesele, 5. Nokta, Birinci misal)
Bediüzzaman Hazretleri, Risalelerdeki tevafukların üzerinde önemle durmasının esas sebebinin, Risalelerin okunmalarını sağlamak olduğunu izah babında şunları diyor: ''Birincisi: Onuncu Söz’ün kıymeti tamamiyle takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî belki elli defa mütalâa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir Risale’yi bazıları bir defa okuyup, diğer ilmî risaleler gibi 'Yeter' der bırakır. Halbuki bu Risale ulum-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi ilme her vakit ihtiyaç var. Bu Risale’ye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celb etmeyi ruhum arzu ediyordu. Lâkin elimden bir şey gelmezdi. Cenab-ı Hak merhametinden bir işaret verdi. O işaret ne kadar gizli ise, benim o ciddi arzuma mütabık geldiğinden çok ehemmiyetli görünüyor.
İkincisi: Bilirsiniz uzak yerlerden bazı beş günlük yoldan, bir zat bizi görmek ve uhrevî bir istifade etmek için gelir. Halbuki vaziyetim birkaç saatten fazla onunla görüşmeyi müsaade etmiyor. Halbuki o misafire Risalelerin kıymetini göstermek, onu onlardan istifadeye sevk etmek, hem muhtaç olduğu kuvvet-i imana ve kuvve-i mâneviyeye yardım etmek için birkaç gün lâzım. Çünkü Risalelerdeki kuvvetli bürhanlara herkes yetişemiyor. Tamamıyla kavramıyor. Ruhum çok arzu ediyordu ki, kısa, hafif bir vesile elime geçip, bîçare misafirlerin zahmeti beyhude gitmesin. Fakat kerametim yok, elimden bir şey gelmez. Yalnız misafirlerin niyet ve ihlâsına itimat edip onların mükâfatını Rahmet-i İlahiye'ye havale ediyorum. İşte Cenab-ı Hak evvel İşaretü'l- İcaz'da sonra Onuncu Söz'de çabuk kanaat verecek ve Risalelere itimat ettirecek, bir eser-i inayet ihsan etti. Hakikaten benim için çok kolay oldu. Ben de çok rahat ettim ve çok zatlara az bir zamanda kuvve-i mâneviye ve Kur'an-ı Hakîm'in hakkaniyetine gözle görünecek emâreler gösteriyordum. Hattâ çok muannidlerin inadı kırıldı. Çok dinsizler de onunla imana geldiler.'' (Barla Lâhikası)
Biliyoruz ki, ömür az, okunacak kitap çok. Onun için kitapların en mühim olanlarını öne almak, sonra da okumaya ciddi bir vakit ayırıp, onları mütalâa etmek gerekiyor. Bunun için okuma alışkanlığının kazanılması icab ediyor. Bunun en güzel yolu okumanın çocuklukta kazanıldırılmasıdır. Gerçekten Batı ülkelerinde, bilhassa bazı özel kreş ve anaokullarında bu mevzuda büyük ilerlemeler kat' edilmiş. Bu tecrübeler ülkemize de aktarılabilir. Ama belli bir yaşa gelenler için ciddi teşviklere, hattâ arkadaşları arasında yapılacak yarışmalara ihtiyaç var. Aslında böyle toplu gayretlerle okumayı zevk haline getirmek mümkün.