ölüden yardim istemek şirkmi

mucahid_tr

New member
Ölüden yardım istemek şirkmi

hadis usulune göre delil olmaya yeteri kadar güçlü olmıyan

...Resulullaha atfedilen .

.Dünya işlerinde şaşırıp, hayrete düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz."
(Acluni,Keşfül Hafa cilt 1 sahife85) ........

.bu sözden daha sağlam delillerimiz varken bu delil yerine aşağıdaki deliller yeterli olur .

ALLAH dostu, evliyâ olarak bilinen insanların kabirlerinden

“bana çocuk, ev, eş ver” şeklinde istekte bulunmak,

kabirlere çaput bağlamak, kurban kesmek , kabire karşı secde etmek elbette sakıncalı ve yanlıştır.

Aksi takdirde böyle tutumlar insanı şirke düşürür.

Önemli olan Resulullahın ve sahabenin yaptığı gibi ( AŞAĞIDA AÇIKLAN DELİLLERDE OLDUĞU GİBİ )

ruhundan bizim için ALLAH a dua etmesi istenilen veya aracı kılınan kabirde yatan kişinin ALLAH cc nın dilemesi olmadan hiç bir şey yapmaya güçü olmıyacağını bilmektir .

bu şirk tir, sapık kabirciler denilirse buna şirk diyen kişi farkında olmadan aşağıdda görüleceği gibi bu şekilde dua eden Resulullahı ve sahabeyi şirk ile itham etmiş olur .



…………………. O ZAMAN CAİZ OLAN ŞEKLİ NASIL OLMALI



1….

Kabirdeki Peygamberimizden veya bir ALLAH dostunun ruhundan bizim için ALLAH’a duâ etmesini istemektir.

Böyle yapılabileceğine dair elimizde delil vardır.





……………………DELİLİMİZ ŞUDUR

Mâlik ed-Dâr anlatıyor: Hz. Ömer (ra) zamanında halk kuraklık çekerken bir adam Peygamber’in (sav)’in kabrine gelerek

Ya RasulALLAH! Ümmetin için yağmur yağmasını iste. Zira onlar helak oldu. Hadis böyle devam ediyor ileride daha geniş anlatılacak (5. Hadiste). [1]



Şimdi Vahhâbîlerin hadis âlimlerinden Aslen Arnavutlu olan Elbânî fikirlerini çürüten bu hadisi nasıl zayıflatmaya çalışıyo.



Elbânî, hem metin hem de isnad bakımından rivâyetin sahih olmadığını söylemektedir.

Râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adalet i maruf değildir. O mechul bir râvîdir.[2] diyor bakalım öylemi?



Bahse konu olan rivâyetin delil olarak kullanılmasına musamaha göstermeyen Elbânî’nin en önemli gerekçesinin, Mâlik ed-Dâr’ın meçhul bir râvî olduğunu itham etmesidir .

Ancak biz, Elbânî’nin iddia ettiği gibi Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adalet i maruf olmayan (meçhul) bir şahıs değil, aksine onun maruf bir râvî olduğunu tesbit etmiş durumdayız.


İbn Sa’d (ö.230/844), onu şöyle tanıtmaktadır:

“Mâlik ed-Dâr, Ömer b. el-Hattab (ra)’ın azatlısıdır. Hımyer kabilesinden ve Cüblanlıdır.

Ebû Bekir ve Ömer’den hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Ebû Salih es-Semman rivâyette bulunmuştur. O maruf idi”.[3]

İmâm Buhârî, Tarihi Kebir’inde onu zikrettiği halde aley¬hine bir şey dememiştir.



İbn Hibban (ö.354/965) onu es-Sikat’ında zikretmekte ve hakkında menfi bir söz söylememektedir.



İbn Hacer (ö.852/1448) ise bunlara ilaveten şu bilgileri vermektedir:

“Mâlik ed-Dâr diye bilinen zat, Mâlik b. Iyad’dır ve (asr-ı saadet’e) yetişmiştir. Muaz ve Ebû Ubeyde’den rivâyetleri vardır.
Kendisinden iki oğlu; Avn ve Abdullah rivâyette bulunmuştur.

Buhârî, Tarih”inde[4] Ebû Salih Zekvan tarikiyle Mâlik ed-Dâr’dan Hz. Ömer (ra)’ın kıtlık senesindeki sözünü (muhtasar olarak) rivâyet etmiştir.

Aynı rivâyeti tafsilatlı olarak İbn Ebî Hayseme de tahric etmiştir…

İbn Sa’d onu Medineli tabiilerin ilk tabakası içinde zikretmiştir. Hz. Ömer (ra)ve Hz. Osman (ra) onu mali işlerde görevlendirmiş ve bu yüzden de ona Mâlik ed-Dâr adı verilmiştir.

Ali İbnu’l-Medini’den rivâyet edildiğine göre O, Hz. Ömer’in haznedarı idi”.[5]


Ebû Ya’la el-Halili el-Kazvini (ö.446/1054)’de, Mâlik ed-Dâr’ın sika oluşunda ittifak edilen kadim bir tabii olduğunu ve tabiinin ondan övgüyle bahsettiklerini ifâde etmektedir.


Hatırlanacağı üzere Elbânî, bahse konu olan rivâyet hakkında ibn Hacer’in “Ebû Salih es-Semman’ın Mâlik ed-Dâr’dan sahih bir isnad ile…” diyerek kullandığı ifâdeden onun, râvi Mâlik ed-Dâr’ın meçhul olduğuna işâret ettiği şeklinde yorumlamıştı.

Halbuki İbn Hacer’in Mâlik ed-Dâr’ı tanıtıcı mahiyette verdiği bilgiler, böyle bir yoruma mahal bırakmayacak kadar açıktır.

Şüphesiz İbn Hacer’in söz konusu açıklaması, Elbânî’nin yaptığı yorumu anlamsız kılmaktadır.


Hz. Ömer (ra)gibi, rivâyet konusunda tesebbüt ve ihtiyat sahibi bir zatın, resmi veya özel mali işlerde onu istihdam etmesi, râvî Mâlik ed-Dâr’ın zabt ve adalet inin bir göstergesi sayılmalıdır.

Bu tesbit bize dikkat ederseniz geride geçen hadislerin tahriçlerinde de görüleceği gibi Elbânî bunu hep yapıyor.

Elbânî’nin, Mâlik ed-Dâr hakkında İbn Hacer’in verdiği biyografik bilgiyi görmediği veya görmezlikten geldiği kanatine götürmektedir.

Bu detaylı bilgiden sonra, Elbânî’nin Mâlik ed-Dâr hakkında Münzirî ile Heysemî’den naklettiği, “onu tanımıyorum” sözünün artık bir kıymet ifâde etmediği de anlaşılmaktadır.


Elbânî hadisi zayıflarken, Mâlik ed-Dâr zabt ve adalet i maruf değildir. Meçhul bir râvîdir demişti. Öyle olmadığı anlaşıldıktan sonra

Elbânî’nin diğer hadislerdeki tarafsızlığına ne kadar itibar edilir? Yorumu size bırakıyoruz.

. AYRICA HZ ÖMER BU OLAYI YANİ SAHABENİN RASULULLAHIN KABRİNDEN YARDIM İSTEMESİNİ TENKİT ETMİYO VE ONUNLA AMEL EDİYO
.



عنبكربنعبداللهرضىاللهعنهقال:قالرسولاللهصلىاللهعليهوسلم: "حياتىخيرلكمتحدثونويحدثلكم،فاذاانامتكانتوفاتىخيرالكم،تعرضعلىاعمالكمفاذارأيتخيراحمدتاللهوانرأيتشرااستغفرتاللهلكم."


Bekr İbn Abdillah (RadiyALLAHu Anh)’dan rivâyet edi¬len bir hadis-i şerifte Resûlüllah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
.

.“Benim hayatım, sizin için hayırlıdır (benim sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir.

Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlı olur, çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir, hayır görürsem, ALLAH’a hamdederim, şer görürsem ALLAH’tan sizin için af dilerim.”

[15]İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ: 2/194, İbn Hacer Askalânî, Metâlibu’l-Aliye, no: 3853, 4/22, Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, no: 14250, 8/594.



.......Bu hadis-i şerif Resûlüllah (sav)’in âlem-i berzah’da ümmeti için istiğfar ettiğini açıkça ifâde etmektedir, istiğfar da bir nevi duâ olduğu için ümmet bundan faydalanmaktadır.


Büyük hadis âlimi Ebû Dâvûd (ö.275/888) et-Tayâlisî’nin Müsned’inde Cabirden rivâyet ettiğine göre

Peygamber (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:


إناعمالكمتعرضعلىاقاربكممنالأمواتفإنكانخيرااستبشروابهوإنكانغيرذلكقالوااللهملاتمتهمحتىتهديهمالىماهديتنا


“Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarına gösterilir.

İşleriniz iyi ise sevinirler, iyi değilse ya Rabbi iyi işler yapmaları için kalplerine ilham eyle derler.”[6]



Bir hadis-i şerif te Peygamberimiz (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:


“Mezardaki kardeşlerimiz için ALLAH (Celle Celalühü)’ü Teala’dan korkunuz: Yaptığınız işler onlara gösterilir.”[7]



Ölmüş olan akrabalarımızın bizim hallerimizden haberdar olup, bizim için duâ etmeleri nasıl oluyor?

Hadislere zayıf diyerek işin içinden çıkmaya çalışmanız ilmi açıdan doğru değildir.


Hadis ilimlerinden anlayanlar bilir ki; zayıflığı yalancılık ve fâsıklıktan olmayan râvîlerin rivâyetleri değişik isnadlarla zayıflıktan hasenliğe yükselir, hadis usûlü kitablarında araştırabilirsiniz.

Hiçbir hadis hafızı yukarıdaki isnadlarda yalancı ve yalancılıkla itham edilen ve fâsık bir râvînin bulunduğunu söylememiştir.

O halde yaşayanların yaptıkları amellerin akrabası olan ölülere arz olunacağına dair hadis’in değişik tarikleriyle hasen mertebesine yükselmiştir. Yani delil olmaya elverişlidir.



Üstelik zayıf kaldığı kabul edilse bile bu ehl-i ilimce bir zarar vermez çünkü hadisle farzlık, vaciblik, haramlık veya mekruhluk isbat edilmiyor.

Bir haber veriliyor ki bunda fıkhi bir hüküm isbat edilmiyor. Edilseydi bile müstehablık ifâde etmesinde engel yoktur.

Zira “mevzu (uydurma) olmayan zayıf hadisle müstehablık sabit olur.” [8]





…2….


Diğer usulüne uygun isteme şekli de şöyledir:




“ALLAH’ım! Peygamberlerin (veya) bu mezarda yatan dostunun hatırına bize yardım et!”

Enes b. Mâlik şöyle demiştir;

“Hz. Ali’nin annesi Fatma binti Esed Vefat ettiğinde kabrine defnedilirken ALLAH Rasulü gelir ve içinde yan yatarak şöyle duâ etmeye başlar:


"اللهالذىيحيىويميتوهوحىلايموتاغفرلامىفاطمةبنتاسدولقنهاحجتهاووسععليهامدخلهابحقنبيكوالانبياءالذينمنقبلىفإنكارحمالراحمين."


“ALLAH yaşatan ve öldürendir. O ölümsüz bir hayata sahiptir.

Annem Fatma binti Esed’in günahlarını affet, ufkunu aç, Nebi’nin ve benden önceki . ENBİYANIN HATIRI İÇİNE ..kabrini genişlet, çünkü ancak sen Erhamür Rahim¬sin:”[9] ....

Taberânî, Mu’cem-il Kebir, no: 871, 24/351. Ebû Nuaym et-Taberânî yoluyla Hilyetu’l-Evliya’da c.3 sayfa121

PEYGANBERİMİZ. O BİLE ALLAH TAN (CC ) İSTERKEN ÖLMÜŞ PEYGANBERLERİ ARACI KILIP ONLARIN FAYDASINI UMUYOR

BİZ PEYGANBERDEN DAHA YÜCE , MASUM MUYUZKİ BAŞKASINA İHTİYACIMIZ OLMASIN PEYGAMBERİM DİYORKİ

BENİM ÖLÜMÜMDE SİZİN İÇİN FAYDALI DİYO SAHABE BUNU NE DEMEK OLDUĞUNU BİZDEN DAHA İYİ BİLDİĞİ İÇİN O GİTMİŞ KABRİNDEN ONU ARACI KILMIŞKEN BEN NEDEN YAPMIM

ben kabirdeki kişden istemiyom ALLAH tan istiyom kabirdeki benim için dua eder ALLAH dilerse duasını kabul eder dilemesse etmez.

fakat bunları sahebe rasulullah yapmış bende yaparım.

Bizim elimizde geride görüldüğü gibi, ölülerin ruhlarını aracı kılarak istenip duâ edileceğine dair delillerimiz vardır.

Getirdiğimiz delili zayıflatmaya çalışmanızı Mâlik ed-Dâr hadisinde gördük. .......

.bazıları.sap ile samanı birbirine karıştırarak, elindeki delillere dayanarak doğru şekilde duâ edip isteyenle, yanlış hatta şirk işleme durumunda olanları aynı kefeye koyuyorlar.

Bu yaptığınız yanlıştır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de ve Peygamberimiz ile Sahebelerde bulunmayan bir metoddur.

.
.. ÖLÜLERİN RUHLARINI DUASINDA VESİLE EDENİ ŞİRKLE İTHAM EDENLER ŞÖYLE DİYORLAR.


Resulullahın şu sözlerini delil getirmişlerdir...

“Kıyamet koparken hayatta olanlar, bir de kabirleri mescid edinenler insanların en kötülerindendir.”



“Yahudi ve Hıristiyanlara ALLAH lanet etsin. Onlar Resullerinin kabrini mescit edindiler.”


“Kabirlerin üzerlerine oturmayın. Kabirlere karşı namaz kılmayın ..



…………….CEVAP



..1....biz mezarları mescid edinmiyoruz . ve kabul etmiyoruz.

.. 2 .mescidlere doğru namaz kılmıyoruz ..

..3… haklı olabilirsiniz bazı cahiller aşırıya gidip şirk dairesine girebilir zamanla kabirde yatan kişiyi fazla yüceltip cizgiyi aşabilirler.

4… . delil olarak getirdiğiniz Resulullahın sözlerinde yukarıda delilleri olup doğru şekilde dua edenleri yasaklayan net bir söz yok tamamen yorum yapıyorsunuz ..



.KAYNAK…. SELEFİLER VE TASAVVUFÇULARIN GÖRÜŞLERİ




[1] İbn Ebî Şeybe, Musannef, VII, 482,483; İbn Abdilberr, İstiâb, II, 464.

[2] Elbânî, Tevessül, Arapça sayfa 131

[3] İbn Sa’d, Tabakat, V, 12

[4] Bkz. Buhârî, et-Tarihu’l-kebir, VII, 304-305

[5] İbn Hacer, İsabe, III, 484 Ahmet-el Askalâni

[6] Minhâ, 1/156 dan naklen Hamza Ahmed ez-Zeyn Müsned-i Ahmed Ta’lik

7] Hakim-i Tirmizinin ve İbn Ebi’d-Dünya’nın ve Beyhakî’nin (Şu’ab-ül-İmân) kitabında Nûman bin Beşir’den
 

mucahid_tr

New member
selamun aleykum mihrimah neden şüphe ettiniz hangi sözden şüphe ettiniz kardeş açıklıyım

hangi kaynağı istediğinizi anlamadım

yazarmısınız saygılarla

kitap yasin kitab evinden çıkma
 

mihrimah

Well-known member
selamun aleykum mihrimah neden şüphe ettiniz hangi sözden şüphe ettiniz kardeş açıklıyım

hangi kaynağı istediğinizi anlamadım

yazarmısınız saygılarla

kitap yasin kitab evinden çıkma

Ve aeyküm selam inş. Aşağıda yazdığım cümleye daha önce hiç rastlamamıştım, dünde ufak bir araştırma yaptım ama maleesef gene rastlayamadım, yayınevinden destek almak için sordum.
Ne suretle olursa olsun bu tarz bir yaklaşımın direk şirk olduğunu biliyordum. Belki ben yanlış biliyorum onun teyidi içinde yayın evini sordum. Sizde takdir edersiniz ki her yayın evine güven olmuyor..

O ZAMAN CAİZ OLAN ŞEKLİ NASIL OLMALI

Kabirdeki Peygamberimizden veya bir ALLAH dostunun ruhundan bizim için ALLAH’a duâ etmesini istemektir.

Böyle yapılabileceğine dair elimizde delil vardır.

Delilleri de sunmuşsunuz ama gene de yayın evini merak etmiştim.

Bu ılımlı yaklaşımınız içinde ayrıca teşekkür ederim.
Selam ve dua ile..
 

mihrimah

Well-known member
selamun aleykum mihrimah kardeş özür dilerim tam anlıyamadım şimdi ki görüşünüz ne böyle bir istekin şirk mi yoksa delillere dayanarak doğru şekilde yapılabilinirmi
Aleyküm selam inş.
Yok abi şöyle arzedeyim; aslında konunuz tevafuk oldu, geçenlerde buna benzer bir konu gündeme gelmişti, konuşmacı abi her ne suretle olursa olsun dua, vs. gibi gibi durumlarda ölülerden istekte bulunmak şirktir diye belirtmişti. Malum içinde bulunduğumuz aydan dolayı bazı türbeler falan çok ziyaret edilip, garip adaklar adanıyor ya ona istinaden açılmış bir mevzuydu. Sizde yazınızda dua istenir diye belirtince tereddüt yaşadım o sebepten yayınevini sordum.
Hatta gene bir seminerde her yayınevinin kitaplarına güvenmeyin falan diye belirtmişlerdi. Yoksa hesap sorar babında değildi sorum , estf haya ederim böylesi durumdan...
Selam ve dua ile...
 

mucahid_tr

New member
selamun aleykum güzel kardeşim mihrimah

insanlar iyi niyetlede olsa bilmeden yanlış lık yapabiliyo bu konuyu bilmeyen müslümanlar farkında olmadan

doğru şekli olan ruhundan bizim için allaha dua etmesini veya direk Allah tan isterken onun hürmetine duamı kabul et ya rabbi demek varken

yanlış şekilde kabirdeki salih insandan bana çoçuk ver ev ver şunu ver bunu ver demekle Allah muhafaza şirk işleme durumuna düşebilir

BU İNCELİĞİ ANLAMAYANLARDA YANLIŞ YAPANLARLA DOĞRU YAPANLARI AYNI KEFEYE KOYUP TEKFİR EDİYOLAR

SAYGILARLA

 

Huseyni

Müdavim
İnşallah istifadeli olur.


Kabre karşı dua etmek ve o kabirde metfun olan zattan şefaat beklemek şirk midir?


Hak ve hayır, vasat olan, orta olan, doğru olan yoldadır. Onun için nefis daima aşırılığa meyleder, uçlarda dolaşmak ister. İfrat ve tefrit, aşırılığın iki zıt kutbu. Birincisinde ileriye ve yukarıya, ikincisinde ise geriye yahut aşağıya doğru gidilir.

İfrat ve tefritin at oynattığı meydanlardan biri de “şefaat” meselesi. Bazılarını görürsünüz. Allah’ın sevgili kullarının türbelerine o kadar aşırı ve ölçüsüz rağbet gösterirler ki, sanki ne kadar günah işlerlerse işlesinler orada metfun zât, onları affetmeye güç yetirirmiş gibi... Bazılarını da görürsünüz, birincilerin aksine, evliyayı inkâr ederler, kabristanları yerle bir etmeği en büyük İslâmî hizmet sayarlar. Kabir ziyaretine karşı çıkar, kabre doğru dua etmeyi şirk sayarlar. Bunların ikisi de aşırı ve ikisi de İslâm’ın ruhundan uzak davranışlar.

Şirk, Allah’a ortak koşma cinayetidir. Bununla daha çok, tevhit inancından sapma ve birden fazla ilâha inanma kastedilir. Zaten şirkin en dehşetli derecesi ve aftan mahrumiyete götüren şekli de budur.

Bir de şirk-i hafî var, yâni gizli şirk. Bunda Allah’ın zâtı bir bilinmekle beraber, sebeplere, vasıtalara o kadar fazla önem verilir ki, bunlar kişinin kalp âleminde sanki Cenâbı Hakk’a ortakmışçasına bir değer kazanırlar. Şefaatle ilgili tartışmalar da şirkin bu ikinci şekli üzerinde cereyan eder.

Burada gözden kaçan ve çok iyi değerlendirilmesi gereken bir hakikat var: Allah, birçok icraatlarını sebepler dairesinde yürütüyor. Bu, Onun kutsi hikmetinin bir gereği. Sebepleri yaratan da Odur, belli vazifelerde çalıştırılan da. O halde, sebep ne inkâr edilecek, ne de ona olduğundan fazla önem verilecektir. Bunların biri ifrat, diğeri ise tefrit. Ve ikisi de sırat-ı müstakimden uzak.

“Bahçemdeki falan ağaç, bu sene şu kadar meyve verdi.”, diyen adam, ağacı da meyveyi de Allah’ın yarattığını bilir. Kendisine sorduğumuzda bunu böylece ifade eder. Ama meyveyi ağacın eliyle aldığı için konuşmasında, mecaz olarak, bu ifadeyi kullanmıştır. Şimdi, bu adama: “Sen şirke düştün, ağacı Allah’a, haşa, ortak koştun.” diyen adam ifrattadır.

İnsanlara rahmet eden, onları rızıklandıran Allah’tır; ama ağacı bu rahmetine vesile etmiş, sebep kılmıştır. Aynı şekilde, güneşi de zemin yüzünün aydınlanmasına sebep kılmıştır. Maddî rızıklara ve ışıklara böyle sebepler yaratan Allah’ın, manevî ihsanlarına da bazı makbul kullarını sebep kılması aynı şekilde değerlendirilmeli...

“Her hayır Allah’ın elindedir.” hakikatince hiç kimsenin ve hiçbir şeyin elinde Onun vermediği bir hayır olamaz. Eğer Rabbimiz bizlere herhangi bir hayrı başkasının eliyle veriyorsa, biz o hayırda yine Onun rahmetini görür, şükrümüzü Ona yaparız. Bu bizim tevhit inancımızın gereğidir.

Affa mazhar olmak da bir hayır... Bu da ancak Allah’tan beklenir. Bir peygamberin yahut bir velinin kabrine, her hayır onların elindeymişçesine, ölçüsüz bir muhabbetle bağlanmak elbette İslâm’ın tevhit ruhuna zıttır ve bunu tasvip etmek de mümkün değildir. Fakat bir kul, günahlarını ancak Allah’ın affedebileceğinin şuuru içinde: “Yâ rabbi beni bu zâtların hürmetine bağışla.” diye duada bulunursa ve bu niyetle o mübarek zâtların kabirlerini ziyaret ederse, bunu şirk saymak da en büyük bir insafsızlık olur.

İbrahim aleyhisselâmın eliyle yapılan Kâbe’yi tavaf etmeyi şirk saymayanların, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimizin kabrinin ziyaret edilmesine karşı çıkmaları da anlaşılacak bir mantık değil...

Birtakım kimseler, şefaati inkâr ederlerken karşımıza bazı âyet-i kerimelerle çıkıyorlar. İşin tuhaf tarafı bu adamlar, âyetle yola çıkarken: “Acaba bu hususta tefsir âlimleri ne buyurmuşlar ?” diye lütfen merak bile etmiyorlar. Arapça bilmelerine güvenerek, yahut sadece meal okuyarak yanlış sonuçlara varıyorlar.

Arap müşriklerinde yaygın olan bir kanaate göre, kişinin doğrudan doğruya rabbinden af dilemesi doğru olamazdı. Bu işe putların aracı olmaları gerekirdi. Yâni onlar, putları Allah katında şefaatçi kabul ediyorlardı. İşte şefaati reddeden âyetlerden bir kısmı bu bâtıl inancı yıkmak içindir. Bir misal:

“Yoksa onlar. Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler. De ki, onlar hiçbir şeye güç yetiremez, akıl erdiremez olsalar da mı (onları şefaatçi edineceksiniz)!?.. (Zümer Sûresi , 43)

Bu konudaki bazı âyetler de kıyametin dehşetini anlatır ve mahşer meydanının, Resulullah Efendimize (asm.) şefaat müsaadesi verilmeden önceki hâlini tasvir eder.

Bu âyet-i kerimelerden bir misal: “Öyle bir günden korunun ki, o günde hiç kimse hiç kimseye hiçbir fayda sağlayamaz. Ondan ne bir şefaatçi kabul edilir, ne de bir fidye alınır. Onlara yardım da edilmez.” (Bakara Sûresi , 48 )

Bir çok âyetler de şefaatin hak olduğunu açıkça beyan buyururlar. Bu âyet-i kerimelerin verdiği derse göre, şefaat vardır, ama bu ancak Allah’ın izni ile ve Onun razı olduğu kullara yapılabilir.

Bu mânâyı ders veren âyet-i kerimelerden bir kısmı: “Onun huzurunda kendisine izin verdiğinden başkasının şefaati fayda vermez.” (Sebe’ Sûresi, 23) “Göklerde nice melek vardır ki, Allah, dilediği ve razı olduğu kimseler için izin vermedikçe onların şefaati hiçbir işe yaramaz.” (Necm Sûresi, 26)
“O gün, ruh (cebrail) ve melekler saf hâlinde duracaklardır. Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar. Konuşan da doğruyu söyler.” (Nebe Sûresi, 38 )
“Onun izni olmadan huzurunda şefaat edecek kimdir!”(Bakara Sûresi , 255)

Bu âyet-i kerimeler şefaatin hak olduğunu açıkça ifade ettiği halde, artık bu rahmanî müesseseye kim, hangi salâhiyetle ve neye dayanarak karşı çıkabilir!?..



Alaaddin Başar (Prof. Dr.)
sorularlaislamiyet.com

 

mucahid_tr

New member
selamun aleykum HuSeYni kardeş işte bu Hak ve hayır, vasat olan, orta olan, doğru olan buuu Allah razı olsun ne kadar güzel ifade etmişsiniz



bu orta görüşü anlamak zor deyil insan bunu nasıl anlamaz ben onu anlamıyom

nasıl görmezden gelir anlamıyom

peki nasıl oluyo bu selefi ve vahhabiler okudukları kitaplardaki alimlerinin ve hocaların görüşlerinden dışarı çıkmıyo robot gibi programlanmış gibi

bağımsız özgür düşünemiyo .

saygılarla



 
Üst