Cevap: On Üçüncü Şuâ-syfa 400
ihanetlerle çürütmek ve mesleklerini fennin, felsefenin bazı düsturlarıylanazarlarından sukut ettirmektir ki, Nakşîlere ve ehl-i tarîkate karşı istimâl ettikleri aynı silâhla bizlere hücum ettiler, fakat aldandılar. Çünkü, Risale-i Nur’un meslek-i esası,ihlâs-ı tam ve terk-i enâniyet ve zahmetlerde rahmeti ve elemlerde bâki lezzetleri hissedip aramak ve fâni ayn-ı lezzet-i sefihânede elîm elemleri göstermek ve imanın bu dünyada dahi hadsiz lezzetlere medar olmasını ve hiçbir felsefenin eli yetişmediği noktaları ve hakikatleri ders vermek olduğundan, onların plânlarını inşaallah tamakîm bırakacak. Ve meslek-i Risale-i Nur ise tarîkatlere kıyas edilmez diye onları susturacak.
Bir lâtife: Bu sabah, yanımdaki jandarma koğuşundan biri beni çağırdı, pencereye çıktım.
Dedi: “Bizim kapımız kendi kendine kapandı. Ne yapıyoruz, açılmıyor.”
Ben de dedim: “Size işarettir ki, nöbettar olduğunuz ve üstlerinden kapı kapattığınız adamlar içinde sizin gibi mâsumlar var. Hattâ on seneden beri görmediğim bir kardeşimle bir dakika görüşmek bahanesiyle bana ihanet ve başka bahaneyle dış kapımızın ikincisini dahi kapadılar. Onun cezası olarak sizin kapınız dahi kapandı.”
Said Nursî


Aziz, sıddık kardeşlerim,
Size dün yazdığım lâtifenin üç zerafeti var:
Birincisi: İstikbalde gelecek mübarek heyetin şahs-ı mânevîsinin bir mümessili olmasından, o şahs-ı mânevînin sırrıyla ve bereketiyle sürgülü kapı kendi kendine açıldığı gibi, yine o tahakkuk edip vücuda gelmiş mübarek heyetin bir mümessilinin on sene sonra yarım dakika benimle görüşmesi sebebiyle bana hiddet edildi. Ben de hiddet ettim, “Kapıları kapansın!” tekrar eyledim. Aynı günün gecesinin sabahında—hiç vuku bulmamış—kendi kendine nöbetçilerin kapıları kapandı, iki saat açılmadı.
İkinci zarafeti: Ben bir pusula müddeiumuma müdürle göndermiştim, içinde demiştim: “Ben tecriddeyim, kimseyle görüşemiyorum. Görüşsem de bu şehirde kimseyi tanımıyorum. Buranın belediyesi birisiyle ilâ âhir...” Sonra müddeiumumî
Nakşî: (bk. bilgiler – Şâh-ı Nakşibend) | Said Nursî: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî) |
akîm: neticesiz, sonuçsuz | ayn-ı lezzet-i sefihâne: yasak zevk ve eğlencelerde bulunan lezzetin kendisi |
aziz: çok değerli, izzetli | bâki: devamlı, kalıcı |
düstur: kâide, kural | ehl-i tarîkat: tarîkata mensup olanlar |
elem: acı, keder | elîm: acı ve sıkıntı veren |
fâni: geçici, ölümlü | hadsiz: sayısız, sınırsız |
heyet: genel yapı, meclis | ihlâs-ı tam: tam bir ihlâs, samimiyet |
ilâ âhir: sonuna kadar | inşaallah: Allah izin verirse |
istikbal: gelecek | istimâl etmek: kullanmak |
lâtife: güzel ve ince mânâ | medar: kaynak, vesile |
meslek-i Risale-i Nur: Risale-i Nur’un mesleği | meslek-i esas: esas mesleği |
mübarek: bereketli, hayırlı | müddeiumumî: savcı |
mümessil: temsilci | nazar: bakış, dikkat |
nöbettar: nöbetçi | pusula: not kağıdı |
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan | sukut ettirmek: düşürmek, alçaltmak |
sıddık: çok doğru ve bağlı | tahakkuk: gerçekleşme |
tarîkat: tasavvufta Allah’a ulaştıran yol | tecrid: ayırma, yalnız başına bırakma |
terk-i enâniyet: benliği, enâniyeti terk etmek | vuku bulmak: meydana gelmek |
zerafet: incelik, zariflik | şahs-ı mânevî: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, topluluk |