12– Kadının Mirası
Kur'ân ile Kitab–ı Mukaddes arasındaki en önemli farklılıklardan birisi de, kadının miras hakkıdır. Kitab–ı Mukaddes’in bu konudaki hükmü, haham Epstein tarafından öz olarak açıklanmıştır: “Kitab–ı Mukaddes zamanından beri kesilmeksizin süregelen gelenek, evin kadın üyelerine –eş ve kız çocuklarına– miras hakkı tanınmaz. Verasetin en ilkel şeklinde bile ailenin kadın üyeleri malın parçası olarak görülürdü ve hukuki şahsiyeti olan bir varis olmaktan köle kadar uzaktı. Hz. Musa kanunlarınca hiçbir erkek varis kalmadığı durumda kız çocukları varis olarak kabul edilirken eş, varis olarak kabul edilmezdi.32
Kitab–ı Mukaddes’in miras hukuku, Sayılar 27:1–11de ana hatlarıyla belirtilmiştir. Buna göre kadın, kocasının malından hiçbir şey alamazken, koca çocuklarından bile önce eşinin mirasçısı olur. Kız, ancak erkek çocuk yoksa mirasçı olur. Dullar ve kızlar, erkek çocuklar bulunduğu müddetçe nafakaları erkek mirasçıların merhametine kalmıştır.
Hıristiyanlık, uzun yıllar bu hukuk üzerinde devam etti. Hem Kilise, hem de sivil hukuk, kız kardeşleri erkek kardeşleriyle birlikte babanın mirasına ortak olmaktan yasaklamıştı. Bu hukuk, geçen asrın sonlarına kadar sürdü.33
İslâm öncesi putperest Araplar arasında miras sadece erkeklere mahsustu. Kur'ân, bütün bu adaletsiz âdetleri kaldırdı ve mirasçı erkeklerle aynı derecede yakınlığı olan bütün kadınlara mirastan hakkını verdi:
Anne–babanın ve yakınların bıraktıklarından erkek ve kadınlara hisse vardır, az veya çok... belirli bir hisse. (4:7)
Müslüman anneler, eşler, kızlar ve kız kardeşler, miras hakkını daha Avrupa bu hakların varlığını kabul etmeden 1300 yıl önce aldılar. Mirasın paylaştırılması çok detaylı ve geniş bir konudur (4:7, 11, 12, 176). Annenin babayla eşit pay almasının dışında genel kural, kadının mirası erkeğin mirasının yarısıdır. Kadın ve erkekle ilgili bu genel kural, ilgili diğer düzenlemelerden ayrı alınırsa adaletsiz görülebilir. Bunun arkasındaki gerekçeyi anlamak için mutlaka erkeğin mali yükümlülüklerinin kadınınkinden çok daha fazla olduğu nazara alınmalıdır. Damat, geline mehir vermek zorundadır. Bu mehir, gelinin şahsi malı sayılır ve boşandıktan sonra bile kendisinde kalır. Gelinin damada bir mehir verme gibi herhangi bir zorunluluğu yoktur. Dahası, Müslüman koca, eşinin ve çocuklarının nafakasını temin etmekle yükümlüdür. Kadının ona bu alanda yardım etme sorumluluğu yoktur. Gönül rızasıyla kocasına verdikleri dışında, onun malı ve onda tasarruf hakkı, yalnız kendisine aittir. Buna ilâveten İslâm, aile hayatına çok büyük önem verir. Gençlerin evlenmesini şiddetle ister, boşanmayı özendirmez ve müzmin bekâr kalmayı da –çok hususi istisnalar dışında– bir erdem olarak görmez. Bundan dolayı, evlenme çağındaki hemen hemen bütün kadın ve erkekler, İslâm toplumunda evlidir. İslâm miras hukuku incelenirken, bütün hu hususlar ve daha başka, doğrudan konumuz olmadığından burada izahına gerek duymadığımız daha başka faktörler nazara alınmalıdır. Kadının sorumluluklarıyla mali hakları kıyaslandığında, İslâm’ın değil kadın karşısında erkeğe ayrıcalıklı muamele yapmak, bir İngiliz araştırmacının da itiraf ettiği üzere, kadına cömertçe ve çok merhametli davrandığı ortaya çıkacaktır.34
13– Evli kadının durumu
Kitab–ı Mukaddes’te kendilerine mirastan hak tanınmadığı için dullar, önceki toplumların en savunmasız kimseleri arasındaydı. Ölmüş kocanın erkek akrabaları, onun bütün mirasına konardı ve bu mirastan dul karısını da geçindirmek durumundaydılar. Ne var ki bu da, o akrabaların insafına kalmıştı. Bu bakımdan dulluk, düşüklüğün sembolü olarak görülürdü (Eş’iya, 54:4). Dram, bununla da bitmiyordu. Tekvin 38’e göre çocuksuz dul kadın, evli olsa bile kocasının erkek kardeşiyle evlenmek zorundaydı, böylece o, ölmüş kardeşin neslini devam ettirir, onun adının silinmesine mani olmuş olurdu:
Ve Yehuda, ona dedi: kardeşinin karısının yanına gir, ve ona kayın biraderlik vazifeni yap ve kendi kardeşine zürriyet yetiştir. (Tekvin, 38:8).
Dul kadının bu evliliğe izni gerekmezdi. Onun vazifesi, kocasının neslini devam ettirmekti. Kitab–ı Mukaddes’teki bu hüküm, uygulandığı yerlerde halâ devam etmektedir.35 Çocuksuz dul kadın, kayın biraderlerine kalır. Eğer kardeş evlenemeyecek kadar küçük olursa, evlenme çağına gelinceye kadar kadın beklemek zorundadır. Eğer ölen kimsenin kardeşi evlenmeyi kabul etmezse, kadın özgür kalır ve dilediği erkekle evlenebilir.
İslâm öncesi putperest Arapları da benzer uygulamalara sahiptiler. Bir dul kadın, ölenin erkek mirasçıları tarafından alınacak terekenin bir parçası sayılırdı ve genellikle ölen kimsenin diğer eşinden olma en büyük erkek oğluyla evlendirilirdi. Kur'ân, bu uygulamayı sert şekilde tenkit ederek bu alçaltıcı geleneği kaldırdı.
Geçmişte olanlar hariç, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin! Bu, bir hayasızlık, iğrenç bir şeydi, ne kötü bir yoldu. (4:22)
Kitab–ı Mukaddes geleneğinde üst rütbeli din adamları, dul, boşanmış kadın veya fahişelerle evlenemezdi.
Ve alacağı kadın kız olacaktır; dul yahut boşanmış, yahut bozuk kadın fahişe olmayacak, ancak karı olmak üzere kendi kavminden bir kız alacaktır. Ve kavminde zürriyetini bozmayacaktır; çünkü ben kendisini takdis eden Rabbim. (Levililer, 21:13–15)
Kur'ân, ne dul kadını düşük görür, ne onunla evlenmeyi yasaklar. Hattâ, onların korunup kollanması, İslâm’da büyük faziletlerdendir. Kur'ân, onların evlenmeleriyle ilgili olarak da düzenlemeler getirmiştir:
Kadınları (geri dönmesi mümkün bir boşama şekli ile) boşadığınızda, bekleme süreleri (üç adet dönemi)ni bitirdiler mi, ya (yeniden nikahla) onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zarar verecek şekilde tutmayın; böyle yapan, şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah’ın âyetlerini de alaya almayın. (2:231)
İçinizden vefat edenlerin geriye bıraktıkları eşleri, kendilerini tutup, dört ay on gün beklerler; (bu süre içinde yeniden evlenmeye yeltenmez, süslenip görücüye çıkmazlar.) Sürelerini doldurduklarında, kendi haklarında meşrû sınırlar çerçevesinde verecekleri karardan ve ortaya koyacakları davranışlardan dolayı size bir vebal yoktur. Allah, her ne yaparsanız, hepsinden hakkıyla haberdardır. (2:234)
İçinizden, kendilerine ölüm gelip de, geriye eş bırakacak olanlar, o eşlerinin bir yıl süreyle evden çıkarılmayıp, geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar. Fakat bunlar kendiliklerinden çıkacak olurlarsa, bu durumda, meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı üzerinize herhangi bir vebal yoktur. Allah, Azîz (mutlak onur ve karşı konulmaz güç sahibi)dir; Hakîm (her hüküm ve işinde mutlak ve sayısız hikmetler bulunan)dır. (2:240)
Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) Hz. Âişe dışındaki bütün hanımlarını dul olarak almış olması, İslâm’ın kadınlara olan merhametini göstermeye yetmez mi?
14– Çok kadınla evlilik
Çok kadınla evlilik, insanlık tarihi kadar eski bir uygulamadır. Kitab–ı Mukaddes, çok kadınla evliliği yasaklamaz. Aksine, meşruluğunu kabul eder. Hz. Süleyman’ın çok sayıda hanımı ve cariyesi olduğu Kitab–ı Mukaddes’te geçer (1. Krallar, 11:3). Yine, Hz. Davud’un da çok sayıda hanımı ve cariyesi olduğu zikredilir (2. Samuel, 5:13). Kitab–ı Mukaddes’te terekenin, murisin diğer eşlerinden olma erkek çocukları arasında paylaştırılacağına dair emirler yer alır (Sayılar, 22:7). Poligami üzerindeki tek sınırlama, kız kardeşlerin aynı anda bir kimsenin nikâhı altında bulunamamasıdır (Levililer, 18:18). Talmut, en fazla dört kadını tavsiye eder.36 Avrupa Yahudileri, 16’ncı asra kadar çok eşliliği devam ettirdiler. Doğu Yahudileri de, çok eşliliğin medenî hukuka göre yasak olduğu İsrail’e göçünceye kadar bu uygulamayı sürdürdüler. Fakat İsrail’de bazı durumlarda medenî hukuku geçersiz kılan dinî hukuk altında çok kadınla evliliğe izin verilmektedir.37
Yeni Ahit, çok eşlilik hakkında ne der? Papaz Eugene Hillman, bu konudaki eserinde, “İncil’in hiç bir yerinde evliliğin tek eşle olacağına veya çok eşle evliliğin yasak olduğuna dair hiçbir emir yoktur.”38 kaydını düşer. Dahası, Hz İsa, kendi toplumunda çok eşlilik yaygın olmasına rağmen, buna karşı çıkmamıştır. Peder Hillman, St. Augustine’in, ‘Şimdi bizim zamanımızda Roma âdetlerine uymak için başka bir eş almaya artık izin verilmemektedir’39 sözünü naklederek, Roma kilisesinin, (cariye ve fahişeliğe müsaade ederken, tek eşle evliliği emreden) Yunan–Roma kültürüne uymak maksadıyla çok eşle evliliği yasakladığının altını çizer.
Kur'ân, çok eşle evliliğe izin verdi, fakat bunu bir takım kısıtlamalarla kayıt altına aldı:
Şayet yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, hoşunuza giden başka kadınlarla ikişer, üçer ve dörder tane evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsanız bir taneyle yetinin. (4:3)
Kur'ân, eş sayısını eşlere eşit ve adil muamele gibi sıkı şartlar altında dörtle sınırlandırır.
Kur'ân’ın çok eşle evliliği zorlaması veya çok eşle evliliği ideal olarak takdim etmesi mümkün değildir. O, zorlayıcı sosyal ve ahlâkî sebeplerin olduğu zaman ve durumları nazara alarak, çok eşle evliliği bir izin, bir ruhsat olarak tanımıştır. Yukarıdaki Kur'ân âyetinin de işaret ettiği gibi, İslâm’da çok eşlilik konusu, pek çok toplumda horlanan ve ezilen yetim ve dullara karşı toplumun görevlerinden ayrı bir şekilde anlaşılamaz. Bütün zaman ve mekâna hitap eden bir din olarak İslâm, bu mücbir sorumlulukları görmezlikten gelmemiştir.
Günümüzde pek çok modern toplumda kadın sayısı erkek sayısından fazladır. Amerika’da erkeklerden en az 8.000.000 fazla kadın vardır. Gueana gibi ülkelerde her 100 erkeğe 122 kadın düşmektedir. Tanzanya da her 100 kadına 95,1 erkek düşüyor.40 Böyle bir dengesizliğe karşı toplum ne yapmalı? Değişik çözümler olabilir: bazıları müzmin bekârlığı tavsiye edebilir; diğerleri de, kız çocuklarının diri diri gömülmesini (bugün dünyada bazı toplumlarda olduğu gibi!). Daha başkaları da, fahişelik, metreslik, evlilik dışı ilişkileri, eşcinsellik gibi çirkinlikleri bir çıkış yolu gibi görebilir.
Bütün bunlara karşılık, bir çok toplumda çok eşlilik, kültürel olarak kabul edilmiş, sosyal yönden de saygın bir kurum olarak, bu tür problemlerde bir çıkış yolu teşkil etmektedir. Bu toplumlar, Batı’da çoğu zaman yanlış anlaşıldığı üzere, diğer kültürlerde kadın, çok eşle evliliğe kadının alçaltılmasının bir işareti olarak bakmamaktadır. Meselâ,–Hıristiyan olsun, Müslüman veya başka bir dinden olsun– bir çok Afrikalı genç gelin, evlilik tecrübesi bulunan sorumlu bir erkekle evlenmeyi tercih etmektedirler. Bir çok Afrikalı kadın, kendilerini yalnız hissettiklerinden dolayı kocalarını tekrar evlenmeye zorlamaktadırlar.41 Nijerya’nın en büyük ikinci şehrinde yaşları 15 ile 59 arasında değişen 6.000 kadın üzerinde yapılan araştırmaya göre, kadınların yüzde 60’ı eşlerinin başka bir kadınla evlenmelerini memnuniyetle karşılamaktadır. Sadece yüzde 23’ü, eşini başka bir hanımla paylaşma fikrine kızmıştır. Kenya’da yapılan bir araştırmaya göre de kadınların 100’de 76’sı çok eşle evlilik hakkında olumlu görüş bildirmişlerdir. Kenya’nın kırsal kesiminde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre ise, 27 kadından 25’i çok eşle evliliğin tek eşle evlilikten daha iyi olduğunu düşünmektedir. Bu kadınlar, eşler birbirleriyle işbirliği yaparlarsa, çok eşle evliliğin mutlu ve faydalı bir tecrübe olduğunu belirtmektedirler.42
Afrika toplumlarında poligami o kadar saygın bir kurum haline geldi ki, bazı Protestan kiliseleri ona tolerans göstermeye başladılar. Kenya’daki Anglikan kilisesi piskoposu: “Eşler arasındaki sevginin ifadesi olarak monogami daha ideal olabilir, fakat kilise çok eşliliğin sosyal olarak kabul edildiği toplumlarda, poligaminin Hıristiyanlığa ters olduğu fikrinin artık makul olmadığını düşünmeye başlamalı”43 der. Afrika’daki poligami üzerinde çalışan Anglikan kilisesinden Peder David Gitari, terkedilmiş kadınlar ve çocuklar düşünüldüğünde, ideal olarak uygulandığı takdirde çok kadınla evliliğin boşandıktan sonra yeniden evlenmekten daha Hıristiyanca olduğu kanaatindedir.44 Batı’da yüksek eğitim görmüş Afrikalı kadınlar bile, yıllarca Batı’da yaşamalarına rağmen çok eşliliğe karşı çıkmamaktadırlar.
Cinsiyet oranlarındaki dengesizlik, savaş zamanlarında daha fazla problem olur. Amerika’nın yerli Kızılderili kabileleri, savaş esnasında cinsiyet oranlarındaki dengesizlikte çok fazla sıkıntı çeker, bu sebeple, yüksek statüye sahip kadınlar, poligamiyi gayr–i ahlaki ilişkilere karşı en iyi koruma olarak görürdü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da erkeklerden 7.300.000 fazla kadın vardı ki, bunlardan 3.3 milyonu duldu. 20–30 yaşları arasındaki her 100 erkeğe yine aynı yaşlarda 162 kadın düşmekteydi.45 Bu kadınlardan çoğu erkeğe bir arkadaş olduğu için değil de, eşi benzeri görülmemiş sefalet ve zorluk döneminde aile halkının rızkını temin etmek için ihtiyaç duymaktaydı. Bu bakımdan pek çok genç kız ve dul kadın, işgal kuvvetleriyle evlilik dışı ilişkiye girdiler. O kadar ki, sigara, çikolata ve ekmek karşılığında bile askerleri tatmin ettiler. Yabancıların getirdiği bu hediyelerden dolayı en çok sevinen çocuklar oluyordu.46 Bugün Bosna–Hersek ve Kosova gibi etnik soykırımın uygulandığı ülkelerde, meselâ Bosna’da 1 erkeğe 10’un üzerinde, Kosova’da ise 5 kadının düştüğü istatistiklerle sabittir. Bu noktada vicdanımıza şöyle bir soruyu sorabiliriz: Bir kadın için hangisi daha şereflidir? Yerli Kızılderili kabilelerinde ve günümüzde bilhassa pek çok Afrika toplumunda olduğu gibi, kabul edilmiş, saygı duyulan ikinci bir eş olmak mı? Yoksa, kendisinin ve çocuklarının açlığından dolayı fahişeliğe razı edilmiş bir kadın mı?
1948 yılında Münih’te düzenlenen Uluslararası Gençlik Konferansı’nda Almanya’daki cinsiyet oranlarındaki aşırı dengesizliğin tartışılması dikkat çekicidir. Hiçbir çözüm üzerinde anlaşılmadığı zaman, bazı katılımcılar poligamiyi önerdi. Diğer katılımcıların ilk tepkileri nefret ve şok karışımıydı. Fakat, teklifi dikkatlice tartıştıktan sonra bunun tek çıkar yol olduğu kabul edildi. Sonunda poligami, konferansın kapanış bildirgesine dahil edildi.47
Dünya bugün daha fazla kitle imha silahına sahiptir. Peder Hillman, buradan hareketle, kiliselerin poligamiyi şimdiden düşünmeleri gerektiği fikrindedir:
Bu soy kırım tekniklerinin (nükleer, biyolojik, kimyasal...) cinsiyetler arasında çok önemli oranda dengesizliğe yol açabileceği ve bunun sonucunda çok eşli evliliklerin hayatın devamı için gerekli olabileceği düşünülebilir... o zaman, önceki gelenek ve hukukların aksine, çok eşle evlilik lehine önemli tabiî ve ahlâkî eğilimler ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda ilâhiyatçılar ve kilise liderleri, çok eşle evliliği haklı çıkaracak önemli sebepler ve Kitab–ı Mukaddes’ten ilgili metinleri hızlıca bulmalıdırlar.48
Günümüzde de çok eşle evlilik, bazı düşünürler, sosyologlar ve din adamları tarafından, modern toplumların sosyal problemlerinin çözümü için pratik bir çözüm yolu olarak görülmekte, hattâ teklif edilmektedir. Poligamiye izin verilmesiyle ilgili Kur'ân’ın zikrettiği içtimaî mecburiyetler, Afrika’dan çok Batı toplumlarında söz konusudur. Meselâ bugün Amerikan zenci toplumunda aşırı bir cinsiyet krizi vardır. Her 20 siyah gençten 1’i 20 yaşına gelmeden ölüyor. Cinayet, 20 ile 35 yaşları arasındaki bu gençlerin başlıca ölüm sebebidir.49 Bunun yanında bir çok siyah genç işsiz, hapiste veya uyuşturucu kullanıyor.50 Sonuç olarak, 40 yaşındaki her 4 siyah kadından 1’i hiç evlenmeme durumuyla karşı karşıya.51 Dahası, bir çok siyah kadın 20 yaşına ulaşmadan, yalnız yaşayan anne oluyor ve nafakasını temin edecek birine ihtiyaç duyuyor. Bu trajik durumun nihaî sonucu, hızla artan sayıdaki siyahî kadın, ‘erkek paylaşımı’na giriyor;52 bir çok talihsiz siyah kadın, evli erkeklerle ilişkide bulunuyor. Çoğu zaman da hanımlar, kendi kocalarını başka bir kadınla paylaştıklarının farkında bile değiller. Dolayısıyla, aklı başında bir çok kimse, çok kadınla evlilik üzerinde anlaşmayı teklif etmektedir.53 Bu mesele, 27 Ocak 1993 yılında Philadelphia’nın Temple Üniversitesi’nde düzenlenen panelin konusuydu.54 Bazı konuşmacılar, poligamiyi krizden çıkmanın elde mevcut tek yolu olarak teklif ederken, özellikle fahişelikle metresliğe müsaade eden toplumlarda poligaminin kanunla yasaklanmamasını da istediler.
Amerikalı Roma Katolik mirası antropologu Philip Kilbride da, çok evliliği Amerikan toplumunun bazı dertlerine çözüm olarak sunmakta ve bunun, bir çok vakada çocukların üzerindeki olumsuz tesirleri önlemek için makul bir alternatif olarak hizmet göreceğini belirtmektedir. Ona göre çok kadınla evlenerek, evlilik dışı bir ilişkiye son vermek, çocuklar için boşanmadan daha iyidir.55
1987 yılında Berkeley’deki California Üniversitesi’nde öğrenci gazetesi, yaptığı ankette, California’daki muhtemel damat adayı kıtlığına karşılık, erkeklerin birden çok eşle evlenmesine kanun tarafından izin verilmesini kabul edip etmediklerini sordu. Ankete katılan hemen hemen bütün kız öğrenciler, çok eşle evliliğe izin verilmesini tasvip ettiler. Bir bayan öğrenci, çok eşle evliliğin, tek eşle evlilikten çok daha fazla özgürlük tanıdığı için, duygusal ve fiziki ihtiyaçları daha iyi karşılayacağını ifade etti.56 Aslında, aynı düşünce, Amerika’da poligamiyi uygulayan fundementalist Mormon57 kadınları tarafından da ileri sürülmektedir. Onlar, eşlerden biri diğerine yardım ettiği için, poligaminin hem kariyer hem de çocuk bakımı açısından bir kadın için en ideal yol olduğuna inanmaktadırlar.58
İslâm’da poligaminin karşılıklı rıza meselesi olduğunu da eklemek gerekir. Hiç kimse, bir kadını evli bir erkekle evlenmeye zorlayamaz. Bunun yanında, bir kadın, kocasının başka bir kadınla evlenmemesini şart koşabilir.59 Kitab–ı Mukaddes’e göre ise, çocuksuz dul kadın, evli bile olsa, kendi rızası gerekmeksizin, kocasının kardeşiyle evlenmek zorundadır. (Tekvin 38:8–10)
Meşhur Hıristiyan evangelist Billy Graham, kendi dini adına şu itirafta bulunur: “Hıristiyanlık, poligamiyle uzlaşmaz. Fakat günümüz Hıristiyanlığı poligamiye izin vermezse, bu, kendi zararına olacaktır. İslâm, bazı sosyal problemlerin bir çözümü olarak poligamiye, belli kurallar çerçevesinde insan tabiatına uygun olacak şekilde izin verdi. Hıristiyan ülkeleri büyük bir monogami şovu yapıyorlar, fakat gerçekte onlar poligamiyi uyguluyorlar. Hiç kimse, Batı toplumlarında metresin rolünü bilmiyor. Bu açıdan İslâm, temelden şerefli bir dindir. O, toplumun ahlâkını korumak için bütün gizli ilişkileri şiddetle yasaklar.”60
Bugün dünyada gayr–ı müslim veya Müslüman bir çok ülkenin poligamiyi yasaklaması ilginçtir. Kadının rızası olsa bile, ikinci bir eş almak kanunlara aykırıdır. Diğer taraftan, bilgisi ve rızası olmaksızın hanımını aldatmak ise erkekler arasında pek yaygın olup, bilhassa magazin basınının en önemli dedikodu konuları arasında yer almakta ve âdeta teşvik görmektedir. Bu tür çelişkilerin arkasındaki meşru hikmet ne? Kanun, aldatmayı ödüllendirmek, dürüstlüğü cezalandırmak için mi yapılır? Bu, ‘medeni’ dünyanın sırrına erilmez çelişkilerinden biridir.
15– Başörtüsü
Son olarak, Batı’da, kadının baskı ve köleliğinin en büyük sembolü olarak görülen başörtüsünü açıklamaya çalışalım. Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde baş örtüsü diye bir şeyin olmadığı doğru mudur?
Haham Dr. Menachem M. Brayer (Yeshiva Üniversitesi Kitab–ı Mukaddes Literatürü Profesörü), Yahudi hukuku literatürüne göre, topluma çıkan Yahudi kadının, bazı zamanlar tek gözü hariç bütün yüzü kapatan bir baş örtüsü takmasının gelenek olduğunu yazar.61 O, bazı meşhur hahamların sözlerini de nakleder:
Başı açık dışarı çıkmak, İsrail’in kızlarına yakışmaz.” “Lânet, hanımının saçının görünmesine izin veren erkeğe olsun... kendini güzel göstermek için saçını açık bırakan kadın, yoksulluk getirir.
Kadının başını açmak çıplaklık olarak değerlendirildiği için, Yahudi dinî hukuk, başı açık evli bir kadının yanında şükretmeyi veya dua etmeyi yasaklar.62 Bir dönemde, kadının başını örtmemesinin iffetini aşağılama olarak görüldüğü ve başı açık kadının cezalandırıldığını kaydeden Dr. Brayer’e göre, bazan da başörtüsü, şerefli bir kadının saygınlığını ve üstünlüğünü ifade etmenin yanısıra, kocasının kutsal mülkü olarak kadının erişilmezliğini de ortaya kordu.63
Başörtüsü, bir kadının saygınlığını ve sosyal konumunu ifade ederdi. Alt sınıflardan kadınlar, çoğu zaman yüksek sınıf izlenimi vermek için başörtüsü takarlardı. Başörtüsü soyluluğun da alâmeti olduğundan, eski İsrail’de fahişelerin başlarını kapamalarına izin verilmezdi. Buna mukabil fahişeler, çoğunlukla saygın görünmek için özel bir baş örtüsü kullanırlardı.64 Avrupa’daki Yahudi kadınları, hakim seküler kültürle kaynaşmaya başladıkları 19’uncu asra kadar başörtüsü takmaya devam etti. 19’uncu asırda Avrupa’da hayat tarzı çoklarını başı açık sokağa çıkmaya zorladığı için, bazı Yahudi kadınları, saçı örtmenin başka bir yolu olarak başörtüsünü perukla değiştirmeyi daha uygun buldular. Bugün çoğu dindar Yahudi kadını, sinagog dışında başını örtmez.65 Hassidism66 mezhebine bağlı olanlar gibi bazıları ise, halâ peruk kullanmaktadır.67
Hıristiyan geleneklerinde durum nasıldır? Katolik rahibelerin 1000 yıldan beri başlarını kapadıkları bilinmektedir, fakat hepsi bu kadar değil. St. Paul (Pavlos), baş örtüsüne dair bazı ilginç açıklamalarda bulunur:
Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. Başı örtülü olarak dua eden yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa, saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek yahut tıraş olmak ayıp ise örtünsün. Çünkü erkek, Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı. Bunun için melekler sebebinden kadın başı üzerinde hakimiyet alâmetine malik olmalıdır. (Korintoslulara birinci Mektup 11:3–10)
Pavlos’un kadını örtme mantığı, Tanrı’nın sureti ve yüceltilmesinin simgesi olan erkeğin, kendisi için ve kendisinden yaratılan kadın üzerindeki otoritesinin remzi olduğu tezine dayanır. St. Tertullian, On The Veiling of Virgins (Bakirelerin Örtünmesi Üzerine) adlı risalesinde, “Genç kadınlar, sokaklarda başınızı örtün, kiliselerde de başınızı örtmelisiniz, yabancılar arasında da başınızı örtersiniz, sonra kendi erkek kardeşleriniz arasında da başınızı örtersiniz...” diye yazar. Bugünkü Katolik kilise kanunları arasında kadınların, kilisede iken başlarını örtmelerini gerektiren madde vardır.68 Amiş ve Mennoniler69 gibi bazı Hıristiyan mezhepleri, kadınlarının başlarını bugün de örttürmektedirler.
Yukarıdaki delillerden İslâm’ın başörtüsünü icat etmediği ortaya çıkar. İslâm, inanan erkek ve kadınların bakışlarını sakınmalarını, iffetlerini korumalarını ve inanan kadınların, başörtülerini boyunları ile yakalarını kapayacak şekilde uzatmalarını ister:
Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, ırzlarını, korusunlar... Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine koyup örtsünler. (24:30–31)
Kur'ân, başörtüsünün iffet için gerekli olduğunu açıkça ifade eder. İffet neden önemlidir? Kur'ân, bunu da açıklar:
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle: dışarı çıkarken örtülerini üstlerine alsınlar ki; (imanla, iffetle ve hür kadın olmakla koruma altında bulundukları) bilinip, incitilmesinler. (33:59)
İffet, kadını, bugünün toplumlarında en çok ve çok yaygın biçimde maruz bulunduğu tacizlerden korur; kadının bizzat tacize sebebiyet vermemesinin de sebebidir; iffet, kalkandır. Başörtüsü de iffetle, imanla ve özgürlükle koruma altında bulunmanın bir göstergesidir; aynı zamanda iffeti korumada sebeplerden biridir.
Diğer geleneklerin aksine, İslâm’da başörtüsü, ne erkeğin kadın üzerindeki otoritesini, ne de kadının erkeğe kulluğunu simgeler. Ayrıca o, ne zenginliğin ne de şerefli kadınların farklılık alâmetidir. Başörtüsü, bütün kadınları korumaya yönelik iffetin sembolüdür. İslâm’ın felsefesi, “güvende olmak, üzülmekten daha iyidir” şeklinde özetlenebilir. Kur'ân, kadınların vücudlarını ve itibarlarını korumayla o kadar ilgilenir ki, muhsan (iffetli) bir kadını iffetsizlikle suçlayanları ağır şekilde cezalandırır:
İffetli kadınlara zina isnat edip de, (bu suçlarını ispat için) dört şahit getiremeyenlere 80 değnek vurun; ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. İşte onlar, yoldan çıkmış kimselerdir. (24:4)
Özellikle batıda bazı kimseler, kadının korunması için iffet tezini alaya almaya başladılar. Onlara göre en iyi koruma, eğitim, medeni davranışları geliştirme ve kendi nefsine hakim olmakla olur. Biz de, “bunlar da olmasın diyen yok, fakat yeterli değil” deriz. İslâm, insanı suça ve günaha itecek bütün kapıları kapar. Eğer ‘medeniyet’ yeterli bir koruma ise, o zaman neden kadınlar Kuzey Amerika’da tek başlarına boş bir park sahasının karşısı bile olsa, karanlık bir sokağa çıkmaya cesaret edemiyorlar? Eğer eğitim çözüm ise, Queen’s gibi saygın bir üniversite, neden çoğunlukla kampüsteki bayan öğrenciler için ‘eve servis sistemi’ne sahip? Eğer ‘kendi nefsine hakim olmak’ çözüm ise, neden iş yerlerindeki cinsel taciz olayları her gün gazetelerde yer alıyor? Geçen birkaç yıllık sürede cinsel tacizden suçlananlar arasında, donanmada görevliler, yöneticiler, üniversite profesörleri, yargıtay hakimleri, hattâ en üst düzey idareci(ler) de var! Queen’s Üniversitesi Kadınlar Bürosu dekanının aşağıdaki beyanatını okuduğum zaman gözlerime inanamadım:
Kanada’da her 6 dakikada 1 kadın cinsel tacize uğruyor; her 3 kadından 1’i, hayatlarının herhangi bir döneminde cinsel tacize uğruyor; her 4 kadından 1’i tecavüze uğrama riski veya tecavüzle karşı karşıya; lise veya üniversiteye giden her 8 kadından 1’i cinsel tacize uğruyor ve yapılan bir çalışmaya göre, üniversite çağındaki erkeklerin yüzde 60’ı, eğer yakalanmayacaklarından emin olurlarsa, cinsel tacizde bulunacaklarını beyan ediyor.
Modern dünyanın en büyük ülkelerinden birinde her yıl 12 yaşın üstünde 2.5 milyon kadın, ırza geçme, soyulma veya bir başka şekilde saldırıya maruz kalıyor. Bir başka büyük ülkede her yıl 12.000 kadın evde şiddete maruz kalarak ölüyor. Bir başka önemli büyük ülkede, kız çocukları için okula gitmek demek, cinsel şiddete maruz kalmakla aynı manâya geliyor. Bu ülkede sadece 1998 yılında resmî kayıtlara giren ırza geçme sayısı 49.280.
Dünyada, bilhassa Asya, Afrika ve Doğu Avrupa gibi fakir ülkelerden zengin ülkelere çalışmak veya yerleşmek maksadıyla giden kadınlar, gümrüklerde başlamak üzere sürkeli aşağılanma ve tecavüzle karşı karşıya bulunuyorlar. Bunlar, bilhassa sex ticaretinin ve endüstrisinin en önemli kurbanları arasında. Cinsel, dinî ve ırkî ayırım, medeniyetin bazı merkez ülkelerinde âdeta kurumlaşmış durumda. Yine bu ülkelerde her gün çok sayıda kadın hapishanelere düşüyor. Bunların pek çoğu uyuşturucu bağımlısı. Hapishanelerde ırza tecavüz, bebeklerinden mahrum bırakılma ve en küçük sıhhî bakımdan mahrumiyet gibi muamelelere maruz kalıyorlar. Ayrıca, polise intikal eden resmî rakamlara göre, sadece bir ülkede yılda 3 milyondan fazla çocuk, cinsel tecavüze uğrama, ihmal, dayak gibi kötü muameleye maruz bırakılıyor. Resmi rakamlar, 1000 çocuktan 47’sinin bu tür muamelelerle karşı karşıya olduğunu belirtiyor. 1994’te 1271 çocuk, bu tür muamele sonucu ölüyor. Annelerin alkol ve uyuşturucu kullanması yüzünden sakat doğan çocuklar ise, bir başka problem.
Yaşadığımız toplumda bazı şeyleri anlamak gerçekten çok zor. Giyimde, konuşmada ve davranışlarda hem erkekler, hem de kadınlar için iffet kültürüne aşırı derecede ihtiyaç var. Aksi takdirde iç karartıcı istatistikler, günden güne daha da kara bir tablo ortaya koyacak ve maalesef sadece kadınlar bu uygulamanın cezasını ödeyecekler.
Dipnotlar
1 Leonar j. Swidler, Women in Judaism: the Status of Women in Formative Judaism (Metuchen, N.J: Scarecrow Press, 1976) s. 115.
2 The Kendath, “Memories of an Orthodox youth,” Susannah Heschel, On Being a Jewish Feminist (New York: Schocken Books, 1983) s. 96–97.
3 Rosemary R. Ruether, “Christianity”, Arvind Sharma, Women in World Religions (Albany: State University of New York Press, 1987) p. 209
4 Burada geçen iktibaslar için bkn. Karen Armstrong, The Gospel According to Woman (London: Elm Tree Books, 1986) pp. 52–62. Ayrıca: Nancy van Vuuren, The Subversion of Women as Practiced by Churches, Witch–Hunters, and Other Sexists (Philadelphia: Westminister Press) pp. 28–30.
5 Buhari, Talak 25, Edeb 24; Müslm, Zühd 42.
6 Denise L. Carmody, “Judaism,” Arvin Sharma, a.g.e., s. 197.
7 Swidler, a.g.e., s. 140.
8 A.g.e., s: 138.
9 Swidler, a.g.e., s: 115.
10 Louis M. Epstein, The Jewish Marriage Contract (New York: Arno Press, 1973) s. 149.
11 Lesley Hazleton, Israeli Women: The Reality Behind the Myths (New York: Simon and Schuster, 1977) s. 41
12 Matilda J. Gage, Woman, Church, and State (New York: Truth Seeker Company, 1893) s. 142.
13 Swidler, a.g.e. s: 141.
14 Gage, a.g.e. s: 141.
15 Epstein, a.g.e., s: 164–165.
16 A.g.e., s: 112–113. Ayrıca bkn. Priesand, a.g.e., s: 15.
17 R. Thompson, Women in Stuart England and America (London: Routledge & Kegan Paul, 1974) s: 162
18 Mary Murray, The Law of the Father (London; Routledge, 1995) s: 67
19 Gage, a.g.e., s: 143
20 Elsayyad Sabiq , Fiqh al Sunnah (Cairo: Darul Fatah lile’lam al–Arabi, 11. baskı, 1994), c: 2, s: 218–229
21 Akiba ben Joseph: M.S. 50?–132) Kendinden sonra Yahudiliği çok etkilemiş bulunan Yahudi din bilgini.
22 Swidler, a.g.e., s: 162–163
23 The Toronto Star, Nisan 8, 1995
24 Sabiq, a.g.e., s: 318–329. Ayrıca bkn: Muhammad al Ghazali, Qadaya al Mar’aa bin al–Taqalid el Rakide val–Vâfide (Kahire: Dâr al–Şuruk, 4. baskı, 1992, s: 178–180.
25 a.g.e. s: 313–318
26 Tirmizi, Radâ 11; Ebu Davud, Sünne 15; Ed–Darimi, er–Rikak 74.
27 Epstein, a.g.e., s: 219
28 A.g.e., s: 156–157
29 Muhammad Abu Zahra, Usbu el–Fiqh el–Islami (Kahire, al Majlisil– A’la li–Riayeti’l–Funun, 1963) s: 63.
30 Epstein, a.g.e., s: 122.
31 Armstrong, a.g.e., s: 8.
32 Epstein, a.g.e., s: 175.
33 Gage a.g.e., s: 142.
34 B. Aisha Lemu And Fatima Heeren, Woman in Islam (London: Islamic Foundation, 1978) s: 23.
35 Hazleton, a.g.e., s: 45–46.
36 Swidler, a.g.e., s: 144–148.
37 Hazleton, a.g.e., s: 44–45.
38 Eugene Hillman, Polygamy Reconsidered: Africa Plural Marriage and the Christian Churches (New York: Orbis Books, 1975) s: 140.
39 A.g.e., s: 17.
40 A.g.e., s: 88–93.
41 A.g.e., s: 92–97.
42 Philip L. Kilbride,.Plural Marriage ForOur Times (Westport, Conn.: Bergin & Garvey, 1994) pp. 108–109.
43 The Weekly Review, Ağustos 1, 1987.
44 Kilbride, a.g.e., s: 126.
45 Ute Frevert, Women in German History: From Bourgeois Emancipation to Sexual Libeation (New York: Berg Publishers, 1988) s: 263–264.
46 A.g.e., s: 257–258.
47 Sabiq, a.g.e., s:191
48 Hillman, a.g.e., s: 12.
49 Nathan Hare And Julie Hare, Crisis in Black Sexual Policits (San Francisco: Black Think Tank, 1989) s: 25
50 A.g.e., s: 26.
51 Kilbride, a.g.e., s: 94.
52 A.g.e., s: 95.
53 A.g.e.
54 A.g.e., s: 95–99.
55 A.g.e., s: 118.
56 Lang, a.g.e., s: 172.
57 Joseph Smith (1805–1844) tarafından 1830’da New York’da kurulmuş dini hareketin mensuplarına verilen isim.”İsa Mesih’in son Gün Azizleri” olarak kendilerini gören Mormonlar’ın inanç sistemi Joseph Smith tarafından tespit edilmiştir. Kilisenin başı başkan olarak isimlendirilir. Mormonlar, yoğun bir misyonerlik gayreti içindedirler ve bütün dünyada faaliyet göstermektedirler. Her üye iki yıl misyonerlik yapmalıdır. Dünyada 8 milyon civarında Mormon bulunmaktadır. (Ç.N.)
58 Kilbride, a.g.e., s: 72–73.
59 Sabiq, a.g.e., s: 187–188.
60 Abdul Rahman Doi, Woman in Shari’ah (London: Ta–Ha Publishers, 1994) s: 76.
61 Menachem M. Brayer, The Jewish Woman in Rabbinic Literature: A Psychosocila Perspective (Hoboken, N.;: Ktav Publishing House, 1986) s: 223.
62 A.g.e., s: 316–317. Also see Swidler, a.g.e., s: 121–123.
63 A.g.e., s: 139.
64 Susan W. Schneider, Jewish and Female (New York: Simon & Schuster, 1984) s: 237.
65 A.g.e., s: 238–239.
66 18. asırda Polonya’da ve komşu memleketlerde ortaya çıkan bir Yahudi mistik akımı olup, en mühim temelleri dua sevgi ve sevinçtir. Ç.N.
67 Alexandra Wright, “Judaism”, Holm and Bowker, a.g.e., s: 128–129.
68 Clara M. Henning, “Cannon Law and the Battle of the Sexes”, Rosemary R. Ruether, Religion and Sexism: Imagers of Woman in the Jewish and Christian Traditions (New York: Simon and Schuster, 1974) p. 272.
69 1540 senesinde Hollanda ve Kuzey batı Almanya’da vaftiz hakkındaki fikirleri umumi protestan telakkilerinden farklı olduğu için hususi bir cereyan şeklinde organize edilmiş, sonra bilhassa Amerika’ya göçmeye mecbur olmuş bir cemaat. Hz. İsa’nın emirlerini “motamot” icra etme iddiasıyla ne askere gidiyor, ne de and içiyorlar. Başka cemaat ve dinlere karşı müsamaha gösterirlar. (Ç.N.)
Kaynak: Yeni Ümit dergisi