Önsöz - Sayfa 25
için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahidleri, Erhamürrâhimîn olan Allahü Zü’l-Kerem Tealâ ve Tekaddes Hazretleri bırakır mı? O fedaî kulunu lütuf ve kereminden, inayet ve merhametinden mahrum etmek, şânına—hâşâ—yakışır mı?
İşte, Bediüzzaman, bu müstesna tecellînin en parlak misalidir. Bütün ömrü boyunca mücerred yaşadı. Dünyanın bütün meşru lezzetlerinden tamamen mahrum kaldı. Bir yuva kurmak ve orada mes’ut bir aile hayatı geçirmek sevdasına düşmeye vakit ve fırsat bulamadı. Fakat Cenâb-ı Hak kendisine öyle şeyler ihsan etti ki, fâni kalemlerle tarif olunamayacak kadar muazzam ve muhteşemdir.
Bugün dünyada hangi bir aile reisi, mânen Bediüzzaman Hazretleri kadar mes’uttur? Hangi bir baba milyonlarla evlâda sahip olmuştur? Hem de nasıl evlâtlar!.. Ve hangi bir üstad bu kadar talebe yetiştirebilmiştir?
Bu kudsî ve ruhî rabıta, biiznillâhi teâlâ, dünyalar durdukça duracak ve nurdan bir sel halinde ebediyetlere kadar akıp gidecektir. Çünkü bu İlâhî dâvâ, Kur’ân-ı Kerîmin nur deryasında tebellür eden bir varlık olduğu gibi, Kur’ân’dan doğmuş ve Kur’ân’la beraber yaşayacaktır...
Şefkat ve merhameti:
Büyük üstad, hak ve hakikati tâ çocukluğunda bulmuştu. Kalbinin feryadını ve ruhunun münâcâtını dinlemek için mağaralara kapandığı günlerde bile ibadet ve taatten, tefekkür ve murakabelerden, feyiz ve huzur almanın zevkine ermiş olan birârif-i billâh idi.
Lâkin, karanlık gece dalgalarını andıran korkunç küfür ve ilhad kâbusunun Müslüman dünyasını ve dolayısıyla memleketimizi kaplamak üzere olduğu o tehlikeli günlerde, yatağından fırlayan bir arslan gibi, yanardağları andıran bir kükreyişle cihad meydanına atıldı. Bütün rahat ve huzurunu bu mukaddes dâvâya
Allahü Zü’l-Kerem Tealâ ve Tekaddes Hazretleri: Sonsuz cömertlik, yücelik sahibi, her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh ve mukaddes olan Allah | Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah |
Erhamü’r-Râhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah | aile reisi: ailenin başı, baba |
biiznillâh teâlâ: Yüce Allah’ın izni ile | cihad: mücadele, din uğrunda çaba harcama |
derya: deniz | ebediyet: sonsuzluk |
fedaî: davası ve inançları uğruna canını feda eden | feragat: hakkından isteyerek vaz geçme, affetme |
feyiz: manevî kaynaklardan gelen ilham; bolluk, bereket | fâni: geçici, ölümlü |
hakikat: gerçek, doğru | ihsan etme: bağışlama, ikram etme |
ilhad: dinsizlik, inkâr | inayet: lütuf, iyilik, yardım |
kerem: cömertlik, ikram, yardım | kudsî: kutsal |
küfür: inanmama, kabul etmeme | lâkin: ancak |
lütûf: iyilik, ihsan, bağış | mes’ut: mutlu |
meşru: helâl, dine uygun | muazzam: büyük |
mukaddes: kutsal | murakabe: nefsini kontrol altına alma, Allah tarafından sürekli gözetlendiğine inanma |
mânen: mânevî yönden | mücahid: cihad eden, din uğrunda çaba harcayan |
mücerred: evlenmemiş olan, bekâr | münâcât: Allah’a yalvarma, yakarma |
müstesna: seçkin, benzeri olmayan | rabıta: bağ |
ruhî: ruhla ilgili, ruhtan gelen | taat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma |
tebellür etme: billurlaşma; kristaller gibi parıldama | tecellî: belirme, yansıma |
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme | Üstad: bir ilim ve san’at alanında bilgi ve söz sahibi olan âlim; Bediüzzaman Said Nursî |
ârif-i billâh: Allah’ı tanıyan, bilen; manevî mertebelerin en üst seviyesi olan mârifetullah derecesine ulaşan | şefkat: acıma, merhamet
|