Cennet-i âlâ: yüce âlemlerde bulunan Cennet | Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah |
ahlâk-ı Peygamberî: Peygamber ahlâkı | amel: iş, davranış, uygulama |
azamet: büyüklük, yücelik | azîmet: takvâ ile günâhlardan şiddetle kaçınma, günâhlardan uzak durma |
beyanat: açıklamalar, izahlar | bilâkis: aksine, tersine |
binaenaleyh: bundan dolayı | binnetice: sonuç olarak |
cevherî: öz, esas yönünden | dîdar-ı Mevlâ: Allah’ın cemâlinin görülebileceği en yüce ve yüksek derece |
ebedî: sonsuz, sonu olmayan | ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler; iman hakikatlerine ulaşan seçkin kişiler |
fani olmak: yok olmak, kendi nefsini arka plâna atmak | hakikî: asıl, gerçek |
hülâsa: özetle | hüsran: zarar, kayıp |
ihtilâf: ayrılık, uyuşmazlık | ihtişam: haşmetli ve heybetli oluş |
istihdaf etme: hedef alma, gaye edinme | kaide: kural, prensip |
küre: gezegen veya yıldız | letâif: duygular |
maazallah: Allah korusun | maksud: kast edilen şey, gaye |
mani: engel | matlub: talep edilen, istek |
muayyen: belirli | murakabe: gözetleme, muhasebe |
murakabe dairesi: bir tarikat yolcusunun dış dünyayla ilişiğini kesip iç âlemine dalarak özünde hissettiği Allah’a yönelmesi ve kendisini sürekli olarak Onun huzûrunda hissetmek sûretiyle her halini gözetim ve kontrol altında tutma derecesi | mutasavvıf: tasavvuf ehli, kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler |
müyesser olma: kolay olma, mümkün olma | müşahede: gözlemleme |
ruhsat: izin, müsaade | rıza: memnuniyet |
rıza-yı Bârî: herşeyi takdir ettiği şekle uygun olarak yaratıp varlığa çıkaran ve yaratan Zât, Allah’ın hoşnud olması | seyir: gezme |
sâlik: bir yol veya meslekte giden; tarikat ve tasavvuf yolcusu | tarikat: İlâhî hakikatlere ulaşmak için, şeyhin gözetiminde takip edilen yol |
tasavvuf: kişinin kalbini dünya ilgilerinden kesip gönlünü Allah sevgisine bağlaması, tarikat ehli olma | tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme |
temaşa: seyretme, hoşlanarak bakma | ulvî: yüce, büyük |
vaz etme: koyma, yerleştirme | vird: devamlı yapılan zikir |
vâris: mirasçı | zerre: atom |
zülcenâheyn: iki kanatlı; Peygamber Efendimizi (a.s.m.) hem ilmiyle, hem uygulamalarıyla bihakkın takip eden kişi | şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet |
şâibesiz: hakkında yanlış bir söylenti, şüpheye düşürecek bir özelliği bulunmayan
|
|