İlm-i Nafi -Faydalı İlim
Bilginin şahsîleşip, selîm bir idrâkin derinliklerine kök salmasına, "irfân" denir. Ârif ise, bildiklerinin derûnundaki sır, hikmet ve ilâhî tecellîlere vâkıf olmuş yâni irfân sâhibi kimse demektir. Bu olgunluğa erişememiş ilim sâhipleri hakkında; "Âlimdir, fakat ârif değildir." denir. Böyle kimselerin bilgileri, kitaplardaki gibi sâbit ve mahfûzdur. Bu durum, tıpkı ambardaki tohuma benzer. O tohum, ancak toprağa kavuştuğunda neşv ü nemâ imkânı bularak inkişâf eder. Aksi hâlde böyle bilgiler, fikir îmâl etmeye ve zihinden kalbe inerek duyguları derinleştirmeye muvaffak olamaz. Bundan dolayı, böyle bilgilere kitâbî bilgi denir.
Yerinde ve doğru olarak kullanıldığı taktirde her ilmin bir fayda sağlayabileceği muhakkaktır. Ancak, insanın her iki cihân seâdet ve selâmeti için bu ilimlerin sırf zâhiren tahsîl edilmesi kâfî gelmez. Bu noksanlığın telâfîsi için de İslâm, ilimlerin doğru ve hayırlı yerlerde kullanılmasını sağlamak ve şerre âlet olmasına mânî olmak gâyesiyle "ilm-i nâfî" ile kalbî hayatı tezyîn eylemiştir.
Nitekim Merhum Mâhir İz Hocaefendi de kalbî derinlikten mahrûm bir ilmin noksan olduğunu ve bu noksanlığı bertaraf etmenin yeğâne çâresinin de mânevî irşâd görmek olduğunu ifâdeyle şöyle der:
"İlmin kîl ü kâlini dâimâ bir noktada toplamak mümkün olmadığından, hiçbir zaman ilmî tedkîkten geri kalmamakla berâber; asıl hakîkate vâkıf olmanın, ancak ehlinin irşâdı sâyesinde mümkün olabileceğine inanırım. İşte bu sebeptendir ki, yakaza dışı bir işâretle, irâde merdivenimi mârifet semâsına mîrâc için feyz-i Sâmî'ye rabteyledim." (Yılların İzi, s. 396)