ÜLFET
"Gülsuyu isen, mekânın nûrlu çehrelerdir. Necâset isen, her yerde sıkıntısın!"
"Koku satanların vitrinlerine bak!
Her cinsi kendi cinsiyle güzelleştirirler..."
"Cins, kendi cinsiyle karışırsa, bu tecânüste güzellik, ayrı bir tebessümdedir..."
"Dürüst ve pâkların necislerden ayrılması için
Cenâb-ı Hakk, kitâplar ve peygamberler göndermiştir."
"Düşüncen gülse, sen de bir gül bahçesindesin!.."
Hz. Mevlânâ
Bu âlemdeki zıdlıkların, birbirlerini tamamlayarak ortaya çıkardıkları tablonun hâkim vasıflarından biri de, ülfet (uyuşma, anlaşma) ve âhenktir. Bunun, küçük mikyasta bozulması, "anarşi"; Kâinât çapında bozulması ise "Kıyâmet"tir.
Canlı ve cansız varlıkların müşterek sıfatlarına mukâbil, aralarında farklılık ve zıdlıkların bulunması da, ilâhî ta'yîne dayanan bir keyfiyettir. Bu gözle bakıldığında zıt kutuplar, fizikî âlemde birbirlerini elektrik gibi çektikleri halde, canlılar âleminde tam tersine bir mâhiyet arzederler.
Yâni rûh sâhibi olan varlıklar, zıtlarıyla değil, benzerleriyle ülfet edip bütünleşmek isterler. Varlığın aslının tek olmasından doğan aynîleşme temâyülü, bu âlemde vahdete doğru kudret akışının bir tezâhürüdür.
Ancak, cansızlar âleminde zıdların birbirine celb edilip çekilmesine mukâbil, canlılar âleminde bu durumun tersine tecellî etmesi, canlılardaki ben'lik, enâniyet (egoizm) duygusundan doğar.