ÜLFET
Rûhun nefse göre bedendeki hâli ile, ceylanın eşekler ahırındaki durumu aynıdır. Ceylan, yabancıların yanında nasıl garîp ise, rûh da, bu cesedde zor günlerin garîpliği ve imtihânı içindedir.
Rûhun diğergâmlığı, nefsin hodgâmlığından rahatsızdır. Bu iki zıt, insanın dünyâsında müşterek bir şekilde hayâtiyetlerini ve canlılıklarını birbirleriyle mücâdele hâlinde devâm ettirirler.
Bu hikâyeyi, başka bir gönül penceresinden seyrettiğimiz zamanda, zarîf ve yüksek yaradılışlı kâmil insanların, câhil ve küstahlar içinde ölüm azâbından daha ağır bir ızdırap ile karşı karşıya olduklarını görürüz.
Bu ızdırâba en çok, peygamberler, sonra da onların yolunu tâkip edenler dûçâr olmuşlardır. Zaman zaman nâdânlar arasında garîp ve bîkes yaşamışlardır.
Putperestlere tevhîd sancağını açan Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm-, büyük bir ateşin içine atılmıştır.1
Yûsuf -aleyhisselâm-, kardeşleri arasında dahî büyük bir yalnızlığa itilmiş ve kendi vatanının dışında iftirâlara mârûz kalarak zindanda bir müddet garîb bir şekilde yaşamaya mecbûr olmuştur.