ÜLFET
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, ârifleri bülbüle teşbîh ederek, kötü rûhlu insanlarla ülfetlerinin mümkün olamayacağını şöyle ifâde eder:
"Bülbüllerin yeri, çayır, çimen ve gülistanlardır. Teressübat2 böceklerinin ise, vatan-ı aslîleri, necâset ve teaffün iklimleridir."
Âlemde cinsler ve onların bulundukları ortamlar arasında dâimî bir câzibe vardır.
Bülbül, çayır ve çimenlerden ve bir mûsikî gibi akan pınarlardan hoşlanırken, teressübat böceği fıtratındakiler ise, necâsetten, yâni ahlâksızlıktan, fesâd ve nifâktan zevk alır.
Bu hâli, güzel bir gonca, hâl lisânıyla teressübat böceğine şöyle seslenerek ifâde eder:
"Ey necâset böceği! Gül bahçesinden kaçıyorsun, ama senin bu nefretin, gülistânın kemâline delâlet eder!.."
Bu fârik husûsiyetler, hayır ve şer arasındaki ilâhî bir muvâzenenin netîcesidir.
İşte ehlullâh hazarâtı, cinsler arasındaki bu câzibe dengesini, ezelî aşk ve âşinâlık olarak vasıflandırır ve mükerrem yaratılan, ancak sonra da esfel-i sâfilîne düşen insanın aslî dengesine ulaşmasını te'mîne gayret sarfederler.