Konuya cevap cer

a) Din, inanç ve düşünce hürriyeti 


Kur’an’ın ifadesiyle İslam, hiç kimsenin zor ve güç kullanılarak  dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve buna bağlı olan hareketlerinde  serbest bırakır. İslam’dan aldıkları anlayış sebebiyledir ki Osmanlılar,  idarelerinde bulundurdukları gayr-i müslim unsurların din ve vicdan  hürriyetlerine müdahalede bulunmadılar.



  Bütün İslam hoşgörü sahibi ve onların hareketlerini müsamaha ile  karşılamak, devlet politikasının en önemli özelliğidir. Bu politikaya devletin  kuruluşundan itibaren riayet ediliyordu. Bu bakından, Osmanlılar’ı sevmemekle  birlikte Gibbons, aşağıdaki sözleri söylemekten kendini alamaz:



  “Evvelki Osmanlıları, Bizanslılar ve Balkan Yarımadası’ndaki  sair unsurlarla mukayese ettiğimiz zaman, Osmanlıların da Hıristiyan kitlesini  tebaa edinen Orhan, zorla din değiştirme teşebbüsünde bulunmayacak kadar akıllı  idi.”10 Orhan Gazi, bundan başka türlü de davranamazdı. Zira mensubu  bulunduğu din ile babasının uygulamaları, farklı bir muameleye rıza  göstermezlerdi. Aynı müellif, Osman Gazi için de şunları söyler:



 “Mutaassıp  tabiri dini gayret ile müteheyyic olmak ve dinini hayatta en birinci ve evvelki  gaye yapmak” manasına alınırsa Osman mutaassıptı. Fakat ne kendisinin ne de  doğrudan doğruya haleflerinin müsamahakarlığına söz yoktur. Eğer bunlar,  Hıristiyanlara eza etmeye kalkışmış olsaydı, Rum kilisesi, yeni bir hayat  nefhasına mazhar olacak ve Osman, Osmanlı ırkını meydana getiren yeni  mühtedileri kazanamayacaktı.”11


 

  Hıristiyan dünyada, değil başka dinden olanlar, aynı dini farklı  mezheblerine bağlı olan insanların bile ölümden kurtulamadığı bir dönemde  Osmanlı diyarında insanlar, ahenk ve barış içinde yaşıyorlardı. Nitekim yine  Gibbons, bu konuya temasla: “Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve Engizisyon  mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlılar, idareleri altında bulunan  çeşitli dinlere bağlı kimseler barış ve ahenk içerisinde yaşatıyorlardı. Onların  müsamahakarlığı, ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu isterse lakaydi  neticesi meydana gelmiş olsun, şu vak’aya itiraz edilemez ki, Osmanlılar, yeni  zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dini hürriyet umdesini (prensibini)  temel taşı olmak üzere vaz’etmiş (koymuş) ilk millettir. Ardı arkası kesilmeyen  Yahudi ta’zibatı (işkencesi) ve Engisizyona resmen yardım mesuliyeti lekesini  taşıyan asırlar esnasında Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi  altında ahenk ve bakış içinde yaşıyorlardı” der.12 Gerçekten, gerek  devlet, gerekse toplum olarak Osmanlı’ya baktığımız zaman onların Müslüman  olmayan vatandaşlarına karşı nasıl iyi muamelede bulunduklarını rahatlıkla  görürüz . 5 Mayıs 1837 günü Şumnu’da halka hitaben bir konuşma yapan Sultan II.  Murad Han şöyle diyordu: “Siz Rumlar, siz Ermeniler ve siz Yahudiler, hepiniz  Müslümanlar gibi Allah’ın kulu ve benim tebaamsınız (vatandaşımsınız).  Dinleriniz başka başkadır. Fakat hepiniz devlet kanunlarının ve irade-i  şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen (konulan) vergileri ödeyin.  Bunların kullanılacakları maksatlar, sizin emniyetiniz ve refahınızdır.”13



  Osmanlı dönemi günlük hayatını çok parlak ve canlı tasvirlerle  bize aktaran Raphaela Lewis, Osmanlıların, Müslüman olmayan vatandaşlarına karşı  olan muamelesini şu ifadelerle dile getirir:



  “Osmanlı idaresinin insani yönünü ortaya koyan bir faktör de  şudur: Kendi idaresi altında yaşayan Hıristiyan ve Museviler vergilerini  zamanında verdikçe ve Müslümanları kızdıracak kışkırtıcı bir harekette  bulunmadıkça onlara en güzel bir şekilde muamele etmek”14 Bu  ifadeler, aslında sadece Hıristiyan ve Museviler için değil, Müslümanlar için de  geçerlidir. Zira herhangi bir Müslüman, vergisini vermediği veya başka dinden  olan birisine hakaret edip onu rencide ettiği zaman aynı cezaya çarptırılırdı.



  İslam araştırmaları sahasında büyük bir mütehassıs olarak kabul  edilen Brockelmann ise Osmanlı müsamahasına şu ifadelerle temas eder: “Müslüman  Türkler, fetihleri esnasında isteselerdi Hıristiyanlığı tamamen yok  edebilirlerdi. Fakat mensubu bulundukları din, buna müsaade etmez. Bu yüzden  Fatih Sultan Mehmed, nasıl ki daha önce dedeleri, kendi kilise teşkilatında  serbest bırakmak suretiyle, Bulgarları rahatsız etmedilerse o da eski dini  gelenekle tanınmış İslami devlet görüşüne de tamamıyla uygun olarak Ortodoks Rum  ruhani sınıfının silsile-i meratibini bütün selahiyetleri ile tanıdı. Hatta o,  Hıristiyanlar üzerindeki medeni hukuk alanında kaza hakkını tanımak suretiyle  kilisenin nüfuzunu arttırdı bile.”15


 

  Osmanlıların dini müsamahası o kadar geniştir ki, başka  ülkelerden kendi memleketlerine gelen gayr-i müslim din adamlarına bile her  türlü kolaylığı göstermekten çekinmiyorlardı. Nitekim Fatih Sultan Mehmed,  Bosna’daki Latin papaz-larına verdiği fermanda” “Ben ki, Sultan Mehmed Han’ın,  cümle avam ve havassa malum ola ki, iş bu darendegan-ı ferman-ı hümayun Bosna  ruhbanlarına mezid-i inayetim zuhura gelüp buyurdum ki, mezburlara ve  kiliselerine kimse mani ve müzahim olmayup ihtiyatsız memleketimde duralar. Ve  kaçup gidenler dahi emn u emanda olalar. Gelüp bizim hassa memleketimizde  havfsız (korkusuzca) sakin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce  hazretimden ve vezirlerimden ve kullarımdan ve reayalarımdan ve cemi-i  memleketim halkımdan kimse ne mezburlara dahl ve taarruz edüp incitmeyeler.  Kendilere ve canlarına kiliselerine ve dahi yabandan hassa memleketimize adem  gelürler ise yemin-i mugallaza (ağır ve büyük yemin) ederin ki, yeri göğü  yaradan Perverdigar (Allah) hakkı içün ve ulu Peygamberimiz hakkı içün ve  kuşandığım kılıç hakkı içün bu yazılanlara hiçbir ferd muhalefet etmeye, madem  ki bunlar, benim emrime muti ve munkad olalar..”16



  Konuyu daha fazla uzatmadan şunu söyleyebiliriz ki, Osmanlı  Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar Müslüman olmayan tebaasının inanç ve  bunun gerektirdiği gibi, onların, bu haklarını daha rahat bir şekilde  kullanmalarına zemin hazırlıyordu. Arşiv belgeleri ile mahkemelerde veri-len  kararların yazıldığı ve adına “Şer’iyye Sicilleri” dediğimiz defterlere  bakıldığı zaman, Osmanlı tebaası arasında sırf dinlerinden dolayı bir ayırımın  yapılmadığı görülür. 1839’daki Gülhane Hatt-ı Hümayunu ise bu konuya daha bir  açıklık getirir. Bu Hatt-ı Hümayun’da : “... tebaa-ı saltanat-ı seniyemizden  olan ehl-i İslam ve milel-i saire bu müsaadat-ı şahanemize bilaistisna mazhar  olmak üzere can ve ırz ve namus ve mal maddelerinden hükm-i şer’i iktizasınca  kaffe-i memalik-i mahrusemiz ahalisine taraf-ı şahanemizden emniyet-i kamile  verilmiş ve diğer hususlarda dahi ittifak-ı ara ile karar verilmesi lazım gelmiş  olmağla...” denilmek suretiyle devletin, vatandaşı olan herkesin can, mal ve  namusunun güvenlikte olduğu açıkça belirtilmektedir.



  b) Ekonomik ve Sosyal Hürriyetler 


  Osmanlı idaresi, vatandaşı bulunan gayr-i müslimlerin sadece  din, gelenek, örf ve eğitim gibi konulara hasredilen hürriyetlerini sağlamakla  kalmamış, aynı zamanda onların, ekonomik bakımdan da refah düzeyi yüksek bir  yaşantıya sahip olmaların hedeflemişti. Hatta bu sebepledir ki, Hıristiyanlar  çalışmıyor ve alışveriş yapmıyorlar diye Pazar gününe tesadüf eden semt  pazarının gününü, başka bir gün ile değiştirmek suretiyle onların mağdur  olmalarını önlemeye çalışıyordu.17



  Osmanlılar, idareleri altında bulunan milletlerin iç yapılarına  (din, örf ve adet) müdahalede bulunmazlardı. Bu yüzden azınlıkların muhtariyeti,  günümüz dünya ülkelerindeki azınlıklardan birçoğununki ile mukayese edilmeyecek  durumda idi. Herkes kendi dininin icaplarını en ufak bir engelle karşılaşmadan  yerine getirebiliyordu. Şark Ortodoks mezhebindeki Hıristi-yanların can ve mal  güvenliği emniyet altında idi. Onlar, tamamiyle Patriğe bağlı idiler. O,  piskoposları azledebiliyor, suç işleyen Hıristiyanları cezalandırabiliyordu.  Nitekim 14 Cemaziyelahir 1016 (6 Ekim 1607) tarihli İstanbul, Galata, Haslar ve  Üsküdar kadılarına yazılan bir hükümden bu husus açıkça anlaşılmaktadır.18



  Osmanlı Beyliği, fethettiği yerlerdeki halkla kaynaşarak ve  yaşantılarına karışmayarak vicdan hürriyetine saygı gösterdiği gibi daha önceki  idarecileri tarafından ağır vergiler altında ezilmiş bulunan Müslüman olmayan  vatandaşından belli bir vergi (cizye) almakla yetiniyordu. Devlet, kanunlara  aykırı olan keyfi hiçbir muameleye müsaade etmiyordu. Nitekim 1595-1640  yıllarını ihtiva eden kronolojisinde Kemahlı Rahib Grigor, Sultan I. Ahmed’den  bahsederken aynen şu ifadeleri kullanır:




  “Sultan Ahmed sulhsever, şefkatli, dindar ve Hıristiyanlara  karşı muhabbetli bir padişah idi. Vezirlerden biri, Ermenileri kürek akçası  vergisin tabi’ kıldığı vakit, cami inşaatında çalışmakta olan Ermeniler,  padişaha şikayet ettiler. Alınan para padişah iradesiyle geri verildikten maada  (başka), sözü geçen vezirin kellesinin uçurulmasına ramak kaldı. Padişah,  papazları çağırarak ne kadar para alındığına dair makbuzları sordu ve vergilerin  geri verilmesini irade etti. Padişah emri ifa edilerek verilen para son puluna  kadar geri alındı.”19 Bu anlayış ve hareket tarzlarından dolayıdır  ki, Osmanlı Türklerinin süratle ilerlemeleri ve fethedilen bölge halkının bu  yeni idareyi kendi idarelerine tercih etmelerine sebep olmuştur. Gerçekten,  gerek Sultan II. Murad, gerekse oğlu Fatih Sultan Mehmed zamanında Müslüman  olmayan birçok vatandaş, gördükleri hizmet karşılığı birçok vergiden muaf  tutularak onların daha az mali mükellefiyetle karşı karşıya gelmelerini  sağlamıştı. Nitekim 11 Cemaziyelahir 869 (17 Mayıs 1456) tarihini taşıyan bir  ferman, derbent bekleyen yirmi kadar Hıristiyan’ın haraç, ispenç, koyun adeti,  konak ve hisar yapmak, ula ve suhreden muaf olduklarını göstermektedir.20



  Benzer uygulamalarla ilgili, ilk dönem Osmanlı kaynakları (Aşık  Paşazade, Neşri gibi) ile arşiv belgelerinde epey bilgi bulunmakla birlikte biz,  Hıristiyan bir müellifin bu konudaki sözlerine yer vermek istiyoruz:



  “Yirmi muhtelif ırka mensup halk, Süleyman (Kanuni Sultan  Süleyman)’ın hakimiyeti altında, sızıltısız, gürültüsüz, yaşadılar. Reayanın,  Müslüman olmayanlar dahil, arazi sahibi olmalarına cevaz verildi. Buna mukabil  onlara bazı mükellefiyetler yükledi. Birçok Hıristiyan, vergileri ağır ve  adaleti kararsız olan Hıristiyan ülkelerindeki yurtlarını bırakarak Türkiye’ye  gelip yerleştiler.”21


 

  Osmanlı’nın hoşgörü ve müsamahasını ortaya koyan 17  Cemaziyelahir 1222 (22 Ağustos 1807) tarihli bir arşiv belgesi,22 bu  devletin, Hıristiyan din adamlarının kendi dindaşları arasında faaliyet  gösterebileceğine, sadaka toplayabileceğine işaret ettiği gibi, bu insanlardan  herhangi bir verginin alınmayacağını da emretmektedir. Tur-i Sina keşiş ve  rahiplerinden bahseden bu belgeye göre bunlar, dindaşlarından sadaka  toplayabilmek için memleketi dolaşacaklardır. Kendilerinden baç, haraç vs. gibi  vergilerin alınmaması gerektiğini ifade eden belgeye göre gerek kadı, gerek  mirmiran, gerek mütesellim ve gerekse diğer yetkililerden hiç biri bunlara  müdahalede bulunamayacaktır.



  Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Osmanlı Devleti, vatandaşı  olan herkesi, kendi iç bünyesinde tamamen serbest bırakarak onların inançlarına  göre yaşamalarına müdahalede bulunmuyordu. Osmanlı toplumu da din farkına  bakmadan herkes ile kanun çerçevesinde muamele yapıyor, hatta Müslüman olmayan  vatandaşların zarar görmemeleri için elinden geleni yapmaktan çekinmiyordu.



  Dipnotlar


  1. Şemseddin Sami, Kamus-ı Türki, İstanbul 1317, II, 1333. 

  2. Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu Teşkilat ve  Müesseselerinin Şer’iliği Meselesi” İÜHF. Dergisi (1945) XI/3-4,209. 

  3. Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyan fi kavanin-i  Al-i Osman, Bibliotheque National (Paris) Ancien Fonds Turc, nr.40, va.134 a. 

  4. Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, trc. M. Ata, İstanbul  1329, I, 103, 104. 

  5. Geniş Bilgi için bk. Şinasi Altundağ, Osmanlı  İmparatorluğunun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Araştırma, Ankara 1947, s.189. 

  6. Geniş bilgi için bk. Yavuz Ercan, “Türkiye’de XV ve XVI.  Yüzyıllarda Gayr-i müslimlerin Hukuki, İçtimai ve İktisadi Durumu”, Belleten  (1983), XLVII/188, 1127- 1130. 

  7. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme Defteri, nr. 6.  s. 305. 

  8. BOA: Mühimme Defteri, no. 6.s. 251. 

  9. “Medine-i Trabzon reayalarından haraç-güzar olan  Ermeniyan taifelerinden Girg (?) ve keşişleri Evans ve tevabileri bi-isrihim  meclis-i şer’-i ile ayinlerimizi icra ve çocuklarımızı ta’lim ve taallum  ettirmeye hala medine-i mezburda mütemekkin Ermeni Karabaşısı Kirkor ve Dedeoğlu  Kirkor ve terzi Ovak (?) kendi zu’m-i bâtıl ve fasidleriyle hile-i  batılalarından bizleri öteden beri ve ma’bedleriniz olan kenise (kilise) ve  tamilhanelerimizede ayinlerimizi icradan men’ ve def’ ve fuzuli ızrar ve taleb-i  raşvet daiyesinde olmalarıyla ber nehc-i şer’i lede’s-sual taaddilerinin men’ ve  ref’i metlubumuz dediklerinde mesfur Karabaş ve tevalilerine lede’s-sual  ayinlerini keniselerinde ve talim-hanelerinde rahiblerini ikrar etmeleriyle  kenise-i mezkur ve ta-limhanelerinde ayinleri üzre icra etmeden men ve ref’  etmemeleri ile tenbih olunup, ba’dezin vechen mine’l-vücuh taaddi etmeyüp  ayinlerini icar eylemek içün ber mucib-i fetvay-ı şerif izin ve ruhsat verildiği  ma-vaka bi’t-taleb ketb ve ita olundu.” 


(21 Zilhicce 1243), TSMA, Trabzon 1957, vr, 25b. 

  10. Herbert Adams Gibbons, Osmanlı İmparatorluğunun  Kuruluşu, trc. Rağıp Hulusi, İstanbul 1928, s. 58. 

  11. Gibbons, age., s. 38. 

  12. Gibbons, age., s. 63. 

  13. Yılmaz Öztuna, “Osmanlı Devletinde Padişah”, Tarih  Mecmuası (1976), I, 13. 

  14. Raphaela Lewis, Osmanlı Türkiyesinde Gündelik Hayat,  trc. Mefkure Poroy, İstanbul 1973, s. 39. 

  15. C. Brockelmann, İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi,  trc. Neşet Çağatay, Ankara 1964, I, 258. 

  16. Osman Nuri Ergin, Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi  İnkişafı, İstanbul 1936, s. 93, 94. 

  17. BOA. C. Belediye, nr. 1592. 

  18. BOA. Mühimme defteri, no. 76, s. 9. 

  19. Hrand D. Andreasyan, “Bir Ermeni Kaynağına Göre Celali  İsyanları”, Tarih Dergisi (1962-1963), XIII/17-18, 29. 

  20. Topkapı Saray Müzesi Arşivi, no. 10737/1. 

  21. Fairfax Downey, Kanuni Sultan Süleyman, trc. Enis Behiç  Koryürek, İstanbul 1975, s. 99. 

  22. BOA. C. Adliye, no. 125.



http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Sayi&SayiNo=65



Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst