Osmanlı padişahlarının hacca gitmeme sebepleri

Merih

Well-known member
İslâm Hukukuna göre, cihâd, Müslümanlar için farz-i kifâyedir. Bu sebeple fert olarak bir Müslüman, açık bir düsman tehlikesi bulunmadığı müddetçe, farz-i ayn olan haccı farz-i kifâye olan cihâda tercih edebilecektir. Cihâd, fert olarak Müslümanlarin hac ibadetine engel olmayacaktir. Bunun tek istisnasi, düşmanın bertaraf edilebilmesi için hacca gidecek Müslümanlara da ihtiyaç olmasıdır. İşte bu noktada halife ve sultânların hükmü, Müslüman fertlerden farklıdır ve onlar için cihâd yani düşmanların hücumunu bertaraf ederek Müslümanların emniyetini saglamak ve bunun için gerekirse savasmak, farz-ı ayndır. Hz. Peygamber’e hangi amelin daha faziletli oldugu sorulduğunda, sırasıyla, Allah’a ve Peygamberine iman, Allah yolunda cihad ve hacc-ı mebrûr cevabını vermistir. Sebebi bellidir; Müslümanlarin canını, malını ve namusunu korumak hukukullah da denilen kamu haklarındandır; yani cemiyete ait bir ibadettir. Bazan kamu haklarından olan bir mesele, şahsî farzlardan daha ehemmiyetli hale gelmektedir. Iste burada da durum budur.
Osmanlı Padişahlarının II. Selim’e kadar gelenlerinin tamamı, ömürlerinin yarısını Allah yolunda cihâd için seferlerde geçirmislerdir. Üzerlerine farz-ı ayn olan ve hukukullah mahiyetinde bulunan cihâdı ve nizâm-i âlemin devamını, şahsî farz olan hacca tercih etmeleri için, şeyhülislâmlar fetvâ vermislerdir. II. Bâyezid Amasya’da vali iken hacca gitmeye niyetlenirken, sadrazam ve diğer devlet erkânının imzasi ile gönderilen mektupta, hemen gelip tahta geçmesi gerektigini, hacca gitmeyi halka ve devleti idare etme işi olmayanlara bırakması icab ettigini tavsiye etmişler; aksi takdirde düşmanın cesaretlenerek Müslümanlara saldırmasına sebep olacağını ikaz eylemişlerdir.
Aynı şekilde israrla hacca gitmek isteyen ve bu niyetinin bedelini canıyla ödeyen II. Osman’a, Kayınpederi ve Şeyhülislâm olan Hocazâde Esad Efendi aynen şu fetvâyı vermiş ve fıkıhtaki bu hükmü özetlemiştir: "Padişahlara hac lâzım degildir; oturup adl eylemek evlâdir. Câiz ki, bir fitne zuhûr eyleye". Verilen bu fetvâyı tasdik eden asrinin kutbu Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri de, II. Osman’ı fetvâya uyması için ciddi ikaz eylemistir. Hatta bu meseleden dolayi Padişah’ın askeri tahrik ettiniz tarzında tahkirine hedef olan ve sonradan Şeyhülislâmlık makamına gelen Yahya Efendi’nin ifadeleri de tamamen fıkhın ölçülerine uygundur:
"Padişahım! Hâşâ ki, ulema duacılarınız eşkiyayı tahrik ede. Ancak içten gelerek bu niyetinizi istemezdik. Sebebi budur ki, ecdadınız etmemişler, bu tarike gitmemisler, günahımız varsa ol kadarcadır."
Nitekim halk ve asker arasinda yayilan dedikoduyu özetleyen şu cümleler de meseleyi açıklamaktadır:
"Nizâm-i âlem içün padişahlar haccı terk edegelmiştir. Düşmanın ortaya çıkması ve düşmanların memleketi karıştırma ihtimali var iken, Memâlik-i Mahrûse’yi koyup gitmek hatadır."
Bazı İslâm hukukçuları, bedeni sihhatli olma şartını açarak, sıhhatli olsa bile tutuklu olma veya kendisini hacdan alikoyan zâlim idareciden korkmanın da haccın edâsını engelleyeceğini ifade ederken, sultân ve o manadaki devlet yetkililerinin de mahbus yani tutuklu gibi kabul edileceğini; sadece beytülmal dışında kendine ait malından haccın farz olacağını ve bu özür devam ettigi müddetçe ölünceye kadar hacca gidemeyebileceğini hükme bağlamışlardır. Günümüzdeki gibi ulaşım imkânlarının gelişmediği ve bir hac görevinin en az üç ay sürecegi bir asirda, Osmanlı Padişahlarının hacca gitmeleri gerektiğini düsünmek, İslâm Hukukunu bilmemek olur. Kaldı ki, ömürlerinin yarısını cephede geçiren Padişahların, neden Mısır’a kadar cihâda gidip de hacca varmadıkları da ileri sürülemez; zira ordunun başında mücahid bir komutan olarak sefere giden padişahla, kendi şahsî ibadeti için üç ay memleketini yalnız bırakan padisah bir tutulamaz. Bunun en müşahhas misâli II. Osman’a karsi askerin ve hatta halkin duyduğu tepkidir. İslâm âlimleri, haccın şartlarından olan yol emniyetini ihlal eden Karamita grubunun isyanı sebebiyle, 326/937 tarihinden itibaren 20 yıl kadar haccın farz olmadığını, çünkü yollarda anarşi yasanabileceğini ifade etmişlerdir.
Özetle Osmanlı Padişahlarına dinen bizzat hacca gitmeleri farz olmamıştır. Ancak kendi yerlerine bedel olarak baskalarini mutlaka göndermişlerdir. Ayrıca Sultân Abdülaziz’in gizlice tebdil-i kiyafet ederek hacca gittiği söylenmektedir. Ancak elimizde bunu dogrulayacak bir vesika bulunmamaktadir.
Kaynak: Prof. Ahmet Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı
 
Üst