Osmanlı Taşrasının Büyük Âlimi: İmam Hâdimî

Nesl-i Cedid

Well-known member
Yusuf Ünal

İstanbul, sultanların gözbebeği, şairlerin beşiği; ulemanın yuvası, evliyanın duasıdır. Şair'in, "Bu şehr-i stanbul ki bî misl-ü bahâdır, / Bir sengine yek-pâre acem mülkü fedâdır" (Nedim) diyerek bir sengine Acem mülkünü feda ettiği şehirdir. Uğruna nice hanümanın dağıldığı, nice selvicanın feda olduğu yerdir.

18. yüzyılda İstanbul bir başka güzeldir. Âlimler oraya akmakta, şiirler ona yazılmakta, âbideler orada dikilmektedir. Lâle Devri'nin izleri bahçelerdedir. Her yeri bağ-bahçe doludur İstanbul'un. Çiçeklerinin 'telli pullu', ay ve güneşin ezelden iki 'İstanbullu'1 olduğu günlerdir. "Gecesi sümbül kokan / Türkçesi bülbül kokan." yerdir İstanbul.

Payitahtta âlime ve ilime büyük önem verilmektedir. Nerede bir âlimin adı duyulsa o, saraya davet edilmektedir. Bu şekilde İstanbul'a davet edilip ağırlananlardan birisi de İmam Ebû Sâid Muhammed Hâdimî Hazretleri'dir. Onun İstanbul'da verdiği dersler hem ulemanın hem sarayın öyle ilgisine mazhar olur ki, kimse onu memleketine göndermek istemez. Dünyanın incisi o şehirde kalıp orada müderrislik yapmasını, saraya yakın olmasını teklif ederler.

Ancak Hâdimî Hazretleri bu teklifi kabul etmek yerine Toros dağlarının koynundaki köyüne döner. O köy ki dağların arasında kalmış, en yakın şehre günler sonra ulaşılabilen bir yerdedir. Böyle olmasına rağmen acaba mâneviyat büyüğü Hâdimî neden oraya dönmek istemiştir? Bu sorunun cevabını bulmak için o devrin genel görünümüne ve Hz. Hâdimî'nin hayatına bakmamız gerekmektedir.

18. Yüzyılın Genel Görünümü
17. yüzyıl, Osmanlı fetihlerinin durakladığı, devletin en geniş sınırlarına ulaştığı dönemdir. 1699'da Karlofça Anlaşması'yla ilk defa toprak kaybedilerek gerileme dönemi başlamıştır. 18. asır ise Osmanlı'nın belli sahalarda Avrupa'nın üstünlüğünü kabul ettiği ve bu sahalarda onları yakalamaya çalıştığı bir devirdir. Bu sebeple Osmanlı, Batı'ya yönelme mecburiyeti duymuş ve Avrupa'yı yakından tanımak için Londra ve Paris gibi Batı'daki gelişmenin lokomotifi olan şehirlere elçiler göndermiştir. Bahçe, mimarî ve eğlence sahalarında bıraktığı izlerle meşhur "Lâle Devri" bu asırda yaşanmış; matbaa, Osmanlı sınırlarına bu asırda girmiştir.

Öte yandan Lâle Devri'ne karşı başlatılan ve payitahtı sarsan Patrona Halil İsyanı da aynı zaman diliminde gerçekleşmiştir. Coğrafî keşifler ve sanayi atılımlarıyla ekonomisi gelişen Avrupalıların, Müslümanlara İslâmiyet'le ilgili soru sorup cevabını istemeye başlamaları da bu dönemdedir.

18. yüzyıl, medreselerin köylere kadar yayılmaya başladığı yıllardır. Kütüphanelerin açıldığı, mevcutlarının zenginleştirildiği, kurulan bir tercüme heyetiyle çevirilerin yapıldığı; mimarî, bahçe düzenlemeleri, çiçekçilik, resim ve minyatürde gelişmelerin olduğu; ilk kâğıt fabrikasının açıldığı, çiçek aşısının yapıldığı, kumaş ve çini atölyelerinin açıldığı, itfaiye bölüğünün kurulduğu yıllar da aynı yıllardır. Bu asırda askerî sahalarda ıslahatlara büyük önem verilmiş, pek çok yenilik uygulanmıştır. Bütün bu gelişmelerin yanında savaşlardaki başarısızlıklar, kaybedilen topraklar, yükselen vergiler ile lüks ve israfın artması, toplumda huzursuzluklar oluşturmuştur.

İşte siyasî, idarî, ilmî ve içtimaî şartların çok hareketli olduğu bu dönemde İmam Hâdimî 1701 yılında Konya'nın Hâdim kazasında dünyaya gelmiştir.

Hâdimî'nin Ailesi ve Tahsil Hayatı
Hâdimî Hazretleri'nin, Buhara'dan hicret ede*rek Hâdim civarına yerleşen ailesinin soyu Efendimiz'e (sallallahü aleyhi ve sellem) dayanır. Büyük dedelerinden Hüsameddin Efendi, Buhara'nın ilim ve faziletiyle tanınmış âlimlerindendir. 1400 yıllarında Hâdim yakınlarındaki "Karaca Sâdık" beldesine yerleşip orada açtığı medresede binlerce talebe yetiştirmiştir. Hz. Hâdimî'nin dedeleri bin altı yüzlü yılların sonuna kadar burada kalmışlar, daha sonra birtakım mânevî işaretler üzerine Hâdim'e yerleşmişlerdir. Hâdim, Konya'nın 128 km. güneyinde, Toros dağlarının arasında, engebeli bir coğrafyaya sahip eski bir yerleşim yeridir.

Annesi Taşkent müftüsünün kızı Hediye Hanım, babası hem sahip olduğu ilim ve güzel ahlâkından hem de pek çok âlim yetiştirmesinden dolayı "Fahru'r-Rûm" lâkabıyla anılan Karahacı Mustafa Efendi'dir.

Hz. Hâdimî hayatını ilme ve talebe yetiştirmeye vakfetmiş bir ailede büyümüştür. Dedeleri gibi kardeşi Ebû Nuaym Ahmed Hâdimî de ulemadandır. İlk tahsilini aile çevresinden alır. On yaşında hafız olur. Babasından hadîs dersleri okur. Bu arada Arapça ve Farsçayı öğrenir. Oğluna kendisinin öğreteceklerinin bittiğini fark eden babası, 1720 yılında onu asırlardır ilme merkezlik eden Konya'daki Karatay Medresesi'ne gönderir.

Orada beş sene boyunca tahsilini sürdürür. Bu süre sonunda hocası İbrahim Efendi ona şöyle der: "Evlâdım, benden alacağını aldın. Artık ne benim ne de Konya'da başka bir hocanın sana ders verecek durumu yoktur. Bundan sonra İstanbul'a gitmeni ve orada Kazabâdî Ahmet Efendi'den ders almanı tavsiye ederim."

Bunun üzerine Hz. Hâdimî 1725'te İstanbul'a giderek, aynı zamanda babasının arkadaşı olan, meşhur âlim Kazabâdî'nin medresesine devam eder. Yaklaşık sekiz yıl da burada öğrenim görür. Böylece zamanında okutulan bütün ilimlerde yüksek tahsilini tamamlayarak icazet alır. Arapça ve Farsçayı kitap yazacak seviyede öğrenir. Aynı yıllarda İstanbul camilerinde vaazlar verdiği, eser telif ettiği ve tasavvuf çevrelerine yakın olduğu bilinmektedir.

Zekâ ve hafızasıyla herkesin takdirini kazanan Hz. Hâdimî'nin aynı zamanda çok çalışan ve az uyuyan, sağlam iradeli ve müttakî bir şahsiyet olduğu kaynaklarda zikredilir. Müderrisler büyüten bir ailenin ferdi olması, babasının dibine ışık veren bir "mum" olması, Konya ve İstanbul gibi ilim merkezlerine gitme imkânı elde etmesi, hocalarının yönlendirmesi gibi sebepler onun tahsil hayatında tesirli olmuştur. Bütün bunların yanı sıra onun ilmiyle amel etmesi ve öğrendiklerini başkalarına anlatma iştiyakı, zihninin berraklaşmasına ve kalbinin saflaşmasına vesile olmuş olmalıdır.

Hâdim'e Dönüşü, Medresesi ve Müderrisliği
Hz. Hâdimî, 1734-5 (?) senesinde babasının hastalığı veya vefatı üzerine, beraberinde dört katır yükü kitapla memleketine döner ve medresenin sorumluluğunu üstlenir. Babasının kurduğu medreseyle birlikte adı duyulmaya başlayan Hâdim onunla birlikte bir ilim merkezi olmaya başlar. Kısa süre sonra medrese dar gelmeye başlayınca yeni bir medrese yapılır. O medrese de yeterli gelmeyince İmam Hâdimî derslerini yaylada, açık havada yapar. Yaz aylarında sayıları binli rakamlarla ifade edilen talebeleriyle Hâdim'e 12 km uzaklıktaki Kervanpınar mevkiinde derslere devam eder.

İlim-amel birlikteliğine fevkalâde önem veren Hz. Hâdimî, müderrislere şöyle bir gündüz programı tavsiye eder: "Fecirden güneşin doğuşuna kadar zikir; güneşin doğuşundan öğleye kadar ta'lim, tefekkür ve problemli meseleleri çözmek; öğleden ikindi vaktine kadar eser yazmak ve etüt etmek; günler uzunsa hafif öğle uykusu uyumak; ikindi vaktinden günün sararmasına kadar okunan tefsiri veya hadîsi veya faydalı bir ilimi dinlemek; eğer günün sararmasından gün batımına kadar eser etüt etmek ve eser yazmak göz sağlığı açısından zararlı ise istiğfar, zikir ve tesbihle meşgul olmak... " Medrese talebelerine de aynı programı tavsiye eder. Evlâtlarına ve talebelerine yaptığı vasiyetinde, nefislerini terbiye ederek, ilimlerini ve ruhî kemalâtlarını artırmalarını istemiştir.

Onun zamanında küçük bir kasaba olan Hâdim, Osmanlı ülkesinin her yerinden gelen ilim âşıklarıyla dolar. Merkeze olan uzaklığına rağmen İstanbul, Bursa, Konya, Kayseri gibi bilinen ilim ve irfan mahfillerinden birisi olur. Bir yandan talebe okutan İmam Hâdimî diğer yandan medresenin kütüphanesini zenginleştirir. Kütüphanesi saray tarafından ve hayır ehli kimselerin bağışlarıyla desteklenir. Hâdim Medresesi'nde; Tefsir-Hadis, İslâm Hukuku, İslâm Felsefesi, İlm-i Kelâm ve Arap Edebiyatı Bölümleri olmak üzere beş dalda eğitim veriliyordu.

Çok yönlü bir kişi olan Hz. Hâdimî, müderrisliğinin yanında hem Nakşî şeyhliği hem Hâdim müftülüğü yapmıştır. O dönemde müftüler civardaki âlimler tarafından "gizli oy" usulüyle seçilmekteydi. En yüksek oyu alan kişi Şeyhülislâmlık makamına müftü olarak bildiriliyordu. Müftü, bulunduğu yerde ilmiye sınıfını temsil eder ve idarede sözü geçerdi.

Hz. Hâdimî kendisini sadece medrese talebelerine adamış biri değildi. O; toplumun içine karışan, halkı irşad etmeye önem veren gayretli bir âlim ve mâneviyat büyüğüdür. Bu maksatla zaman zaman Konya'ya gider, Alaaddin Camii'nde vaazlar ederdi.

Talebeleri
İlim öğretmek ve talebe yetiştirmek onun kendine biçtiği biricik misyondu diyebiliriz. O, bu uğurda kendisine teklif edilen imkân ve makamları kabul etmemiştir. Payitahtta meşhur bir âlim olarak yaşama imkânı varken geçit vermez bir dağ kasabasında ömrünü geçirmiştir.

"Mum dibine ışık vermez." atasözünün aksine İmam Hâdimî, babası gibi, çocuklarının tamamına ilim öğretmiştir. Oğullarından Hacı Saîd Efendi, Mekke-i Mükerreme kadılığı yapmış; Abdullah Efendi, babasının çoğu eserini istinsah etmiş, diğer beş oğlu da ilimle iştigal etmiştir.

Bereketli bir ömür süren İmam Hâdimî, kendi çocuklarının dışında birçok âlim yetiştirmiştir. İsmail Gelenbevî, Gözübüyükzâde İbrahim Efendi, Muhammed b. Süleyman Kırkağacî, Hâfız Hasan Üskübî bunlardan bazılarıdır. Talebelerinin memleketlerinden anladığımıza göre Osmanlı coğrafyasının hemen her tarafından Hz. Hâdimî'nin talebesi olmuştur.

Eserleri
Kitap yazma işini ibadet neşvesiyle yapan Hz. Hâdimî, genç yaşlarından itibaren eser telif etmeye başlamıştır. Zîrâ ona göre eser yazmak; başkalarına faydası geçen ibâdetlerin en hayırlısı, daimî olan amellerin en büyüğü, sadaka-ı câriyenin en kuvvetlisidir. Bu inancın verdiği azimledir ki kendisi irili ufaklı 80'den fazla eser telif etmiştir.

Tefsir, hadis, fıkıh, akaid, tasavvuf gibi birçok farklı sahada eserleri olduğu için o hem fıkıhçı hem tefsirci hem hadisçi hem felsefeci hem de mutasavvıflar arasında sayılabilmektedir. Eserlerinin tamamına yakınını zamanın ilim dili olan Arapça ile kaleme almıştır.

En bilinen eseri İmam Birgivî'nin Tarikatü'l-Muhammediye adlı eserine yazdığı Berika isimli şerhidir. Mecâmi'ul-Hakâik adlı eseri fıkıh usulüne ait olup Mecelle'nin önemli bir kaynağıdır. Hâşiye alâ Düreri'l-Hükkam, Molla Hüsrev'in Hanefî fıkhına ait eserinin şerhidir. Arâ'isü'n-Nefâis mantık üzerinedir. İstanbul'da padişahın huzurunda ders olarak takrir edilmiş ve takdir görmüştür.
Bunların dışında: Risale fi beyani mahiyeti't-tarikatı'n-Nakşibendiyye, Risale fi istihbabiyye Erbain, Risale nasâyıh ve'l-vesâyâ, Vasiyetname-i Hâdimî, Nasihat-ı Hâdimî, Risale fi'l-izâfeti'l-lafziyye, Şerh ala kasideti'l-bürde, Risaletân fi hakkı duhân, Risale fi hakkı'l-kahve, Risale fi hakkı mesnuniyyeti'l-misvak, Risale huşu fi's-salat, Risale vazâif-i cenâiz; Risaletü'l-vazâifi'l-mevtâ; Vazâifu'l-bediâ, Risale fi kavlihi teâlâ "İnne ba'za'z-zann ismün", Risale fi âdâb kıraatı'l-Kur'ân ve fazâilihâ... gibi Kur'ân okuma âdabı, Besmele tefsiri, zikrin faziletleri, evlatlarına ve talebelerine nasihat ve vasiyetleri, sigara, kahve, cenaze, namazda huşu... hakkında yazılmış onlarca eseri vardır.

Vaazlarında vezinli ve kafiyeli sözler söylediği aktarılan Hz. Hâdimî'nin, şiirlerinin olduğu bir divandan söz edilmekteyse de kaynaklarda böyle bir divana ulaşılamadığı zikredilmektedir. Günümüze sadece birkaç şiiri ulaşabilmiştir.

İstanbul'a Davet Edilmesi
Hâdim Medresesi'nin ünü, kısa sürede Osmanlı coğrafyasına yayılır. Bu ün Osmanlı sarayına kadar ulaşınca Padişah 3. Ahmed,2 Daru-s Saade Ağası Beşir Ağa vasıtasıyla Hz. Hâdimî'yi İstanbul'a davet eder. Bu daveti bizzat Konya Valisi Ali Paşa, Hâdim'e kadar giderek iletir.

Hz. Hâdimî'den Ayasofya Camii'nde vaaz etmesi taleb edilir. Cemaat arasında halife, şeyhülislâm, pek çok müderris ve ulema, medrese talebeleri ve Kazabâdî olacaktır. Hâdimî, hocasının karşısında vaaz etmeyi kendisine yakıştıramazsa da: "İrade-i seniyye sâdır olmuştur, kürsiden vaazını yapman şarttır". diyerek onu ikna ederler. Vaazında Fatiha'yı tefsir eder. Öyle tesirli olur ki hocası Kazabâdî sevincinden ağlar.

Halife, Anadolu'dan gelen ve henüz kırklı yaşlarını süren bu genç âlime yakın alâka gösterir. Topkapı Sarayı'nda misafir eder. Bununla kalmayıp İstanbul'da kalmasını ister ve bazı vazifeler teklif eder. Ancak Hz. Hâdimî, lisân-ı münasiple medresesine dönmek istediğini söyler. Padişah kendisinden ne tür bir isteği olduğunu sorunca hiçbir şey talep etmez. Onun bu mütevazı tavrı padişahın çok hoşuna gider ve ona şöyle der: "Senin ilim, irfan ve feyiz yuvası olan medreseni yaşatmak için Bozkır ve Mut kazalarının a'şârını vakfettim." Hz. Hâdimî, bir kere daha İstanbul'dan kasabasına dönerken yanında kütüphanesine konulacak iki katır yükü kıymetli kitap vardır.

Belli Başlı Fikirleri ve Kendinden Sonraki Döneme Tesirleri
Hz. Hâdimî, yönetim çevrelerinden ve idarî entrikalardan uzak durmuştur. Kendisini talebe yetiştirmeye, eser telifine ve halkı irşad etmeye adamıştır. Şaşaalı işlerden, şöhret peşinde koşmaktan sürekli kaçınmış; mütevazıane, gösterişten uzak bir şekilde kendi hizmetine yoğunlaşmış, "mesleğinin muhabbeti" ile yaşamıştır. Onun bereketli ocağında, onun terbiyesiyle nice talebeler yetişmiş, nice eserler yazılmış, nice imanlar kurtulmuştur.

İmam Hâdimî'nin kendinden önceki ilmî birikime vâkıf olduğu kuşkusuzdur. Önemli eserlerin çoğunu tahsil yıllarında okuduğu, bir kısmına şerh yazdığı, bir kısmını da derslerinde okuttuğu bilinen bir durumdur. O, seleflerinden azamî derecede istifade etmeye çalışmıştır. Ancak yaşadığı asrın icaplarına göre fikir üretmekten, meselelere çözüm getirmekten ve kendi tercihini belirtmekten de geri durmamıştır.

Bazı dönemlerde medrese uleması ile sufîler arasında farklı mülâhazalar olmuş ve her iki taraf birbirlerini yanlış düşünmekle itham etmişlerdir. Bazı âlimler sufîleri ilme ve şeriate aykırı davranmakla suçlarken bazı sufîler de âlimleri zâhirde kalmakla suçlamışlardır. Hâdimî Hazretleri, hem klâsik mânâda kudretli bir âlim ve müftü hem de bir tarikat şeyhidir. O, tasavvufî tecrübe nasslara uygun düşüyorsa kabullenip uygun düşmezse reddetmiş ve ilmiyle amel etmeye fevkalâde önem vermiştir. Böylece zâhirî ilimlerle bâtınî ilimleri yani akılla kalbi, medreseyle tekkeyi uzlaştırmıştır. İkisinin arasında bir çelişki olmadığını kendi yaşantısıyla ispat etmiştir. Talebeleri de onun bu yolunu devam ettirmişlerdir.

Hâdimî, ihtilâflı meselelerde orta yolu bulmaya, insaf ve itidal sınırlarını aşmamaya özen göstermiştir. "İhtiyat ittifaktadır." anlayışı onun yol rehberi gibidir. O kadar ki o, "ihtiyat"ı dinî delillerden saymış, ele aldığı bütün meselelerde ihtiyata uygun görüşü tercih etmiştir. İhtilaflı meselelerde iki tarafın delillerini ortaya koyduktan sonra kendi tercihini beyan eden Hz. Hâdimî: "Söyleyene değil, söylediğine bak." diyerek meseleleri ele almıştır.

Suizan hakkında bir risale de kaleme alan Hz. Hâdimî, mümkün olduğunca hüsnüzanda bulunma fikrindedir. Bu sebeple insanları tekfir etmekten azamî derecede sakınmıştır. Kişi küfrünü açıkça ilân etmedikçe ve imana dair emareler taşıdığı sürece mü'min kabul edilir. Dolayısıyla o; İbn-i Sina, Farabî gibi felsefecilerin küfürle itham edilmesini doğru bulmamaktadır.

Müftü olması hasebiyle zaten halkın gündemiyle içli dışlı olmak durumunda olan Hz. Hâdimî, güncel meselelerle genişçe ilgilenmiştir. Meselâ sigara içilmesini hoş karşılamamış ve bununla alâkalı bir risale yazmıştır. Kahve içme hakkındaki risalesi de buna örnektir. Toplum ahlâkı da bir irşad eri olarak onun ilgi sahasındaydı. Zan hakkında yazdığı risale, misvak kullanmayı teşvik eden hadîsi şerh etmesi de bunlardandır.

Fıkıhçı kişiliği öne çıkan İmam Hâdimî, Mecâ*mi'ul-Hakâik adlı eseriyle Osmanlı hukuk sisteminin zirvesini oluşturan Mecelle'yi etkilemiştir. Ö. Nasuhi Bilmen'in tesbitine göre Mecelle'nin 38 maddesi, adı geçen eserden alınmıştır.

Vefatı ve Bazı Nasihatleri
Ömrünü ilme adayan Hz. Hâdimî, eserlerinin de hizmet etmesi gayesiyle 1761'de Konya mahkemesinden bir karar alır. Buna göre sahip olduğu kitapları vakıf haline getirerek kütüphaneye vermiş ve oğlu Abdullah'ı mütevellî olarak atamıştır.

Kul hakkına son derece dikkat eden Hz. Hâdimî, alacaklarını ve vereceklerini bir deftere kaydetmiştir. Vasiyetnamesinde bu defterin esas alınmasını, bunun dışında alacağına dair açık bir delil getirenlere de borçlarının ödenmesini belirtmiştir.

Son hastalığında başına çocuklarını, talebelerini ve dostlarını çağırarak hepsiyle helâlleşmiş ve vasiyetini bildirmiştir. 1762 yılında Hâdim'de vefat etti. Mezarı Hâdim'de babasının kabrinin yanındadır. Ölüm gelip onu buluncaya kadar ilim yolundan ayrılmamıştır.

Hz. Hâdimî, her âlim gibi insanlara nasihat etmekten geri durmamıştır. Nasihatlerinden bazıları şöyledir:
* Şüphesiz sohbet, sirayet edicidir. Tabiat sirayet edicidir. Öyleyse sen, gücün yettiği kadar dünya düşkünlerinin davetlerinde hazır bulunma.
* Şüphelilerden haramlar gibi sakın. Şüphesiz haramlar, şüphelilerle sabitleşir. Hadîs'in şehadet ettiği gibi şüpheliler içinde haramlar bulunur.
* Dünyanın azına kanaat et. Önemli olan, yeterli olanıdır.
* Taatlara, özellikle en faziletlilerine devam et. Düşünerek, tane tane ve edeple Kur'ân okumak gibi. Böyle yapmak Allah'la konuşmak gibidir. Evvabin, iki rekât işrak namazı, 4'ten 12'ye kadar duhâ namazına devam et. Özellikle 2'den 12 rekâta kadar teheccüde! Bu namaz, gecenin nişanesidir.
* İnsanlarla münasebetlerin; yumuşaklık, sevgi, merhamet, şefkat, rıfk, alçak gönüllülük, kötülükleri affetmek gibi iyi ahlâkla olsun.
* Sana çok konuşmamak gereklidir. Şüphesiz susmak, hayırların efendisi, âlimin ziynetidir. İbadeti yükselt. Sana layık olmayanlardan dilini muhafaza et. Sohbet arkadaşını ve sohbetini temizle, pak kıl. İyi olmayanları kendinden uzaklaştır. İçi harap olup da dışını süsleyenlerle meşgul olma. Zîrâ iç, gaybları en iyi bilenin nazargâhıdır.

Netice
Hz. Hâdimî, Osmanlı medeniyetinin zirveye ulaşıp kemale erdiği ama bir yandan da ihtiyarlık alâmetlerinin baş gösterdiği, çalkantılı bir dönemde yaşamıştır. İçeride ve dışarıda meydana gelen herc-ü merçler, Batı'nın pek çok sahada üstünlüğü ele geçirmeye başlaması gibi gelişmeler, onun zihin dünyasını bulandıramamıştır. O; bir ilim, irfan ve irşad merkezi hâline gelen medresesinde gelenekten kopmadan, çağına göre yenilenerek İslâmî düşünceyi ve yaşantıyı temsil etmiş devasâ bir kamettir. Mağlubiyet psikolojisine kapılmadan, savrulma yaşamadan, dimdik ayakta durarak ehl-i sünnet çizgisini sürdürmüştür.

Osmanlı medrese geleneğinin en olgun ve en lezzetli meyvelerinden biri odur. O, sadece devrinin istifade ettiği biri değil, aynı zamanda yetiştirdiği talebeler ve telif ettiği eserleriyle geleceğe atılmış bir tohum gibidir. Bu tohumların daha geniş tarlalarda neşv-ü nema bulması için gayretkeş bahçıvanlar gerekmektedir.

Hz. Hâdimî namdan, nişandan uzak durması; Azrail (as) gelene kadar ilim ve hizmet peşinde koşması; insafı ve ihtiyatı elden bırakmaması, kalble kafa bütünlüğünü sağlaması gibi yönleriyle bizlere yol göstermeye devam etmektedir. Allah ondan ve emsallerinden istifade etmeyi nasip etsin.

*İlâhiyatçı-Yazar
yusuf.unal@yeniumit.com.tr

http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/osmanli-tasrasinin-buyuk-alimi-nisan-2012
 
Üst