Osmanlı’da ilk matbaa neden geç kuruldu?

İlim-irfan

Well-known member
OSMANLI’DA İLK MATBAA NEDEN GEÇ KURULDU?

Matbaanın Osmanlı Devleti’ne neden geç gediği çok tartışılmıştır. Matbaanın geç gelmesinde ulemânın tesiri olduğunu; İslamiyet’in teknolojiye ve bilime karşı olduğu için Osmanlı âlimlerinin matbaaya karşı çıktıklarını ilk kez ileri süren, Karacson ve Szézarnak adlı iki Katolik Macar’dır.

Osmanlı Türkleri XV. Yüzyılda İtalya’da basılan Arapça ve Farsça bazı kitapları görmüşlerdi. İstanbul’da ilk matbaa 1488 yılında gayrimüslimler tarafından açıldı. Hatta gayrimüslim azınlıklar tarafından İstanbul’da sultan İkinci Bâyezîd Han zamanında 19, Yavuz Sultan Selim zamanında 33 kitap basılmıştı. Bu kitaplardan Sultan İkinci Bâyezîd devrinde basılanların üzerinde, “Sultan İkinci Bâyezîd’in himayelerinde basılmıştır” ibaresi yer almakta idi. Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vükû’ât adlı eserinde yazdığına göre Sultan Üçüncü Murad Han 1588 tarihli bir fermanla, Arap harfleriyle yurtdışında basılan geometriye dair “Usûlü’l-Oklidis” adlı kitabın serbestçe yurda girmesi ve satılması için bir ecnebiye izin vermişti. Enderun tarihçisi Atâ da ilk resmî matbaa ile alakalı teşebbüslerin Sultan Dördüncü Murad Han zamanında başladığını, neticeye ancak 1727 yılında, Sultan Üçüncü Ahmed Han devrinde ulaşıldığını anlatmaktadır. Onun verdiği bilgilere göre ilk matbaa Dördüncü Mehmed (1648-1687) devrinde, yani İbrahim Müteferrika’nın matbaasından yaklaşık bir asır evvel kurulmuş ve bazı kitaplar da basılmıştır; lâkin harfleri intizamlı bir şekilde düzenlenemediğinden bu matbaa devam ettirilememiştir. Ahmed Cevdet Paşa da yazdığı Osmanlı Tarihi’nde böyle bir teşebbüsten bahsederek “…mukaddemâ bu san’atın dersaâdette keşfi tezekkür olunmuş iken… Böyle nev-zuhûr bir san’atın icrasında zihinlerde tereddüt ve helecan gelmiş…” olduğu için bundan vazgeçildiğinden bahsetmektedir.

Genel kabul gören bilgilere göre ilk Türk matbaası, Macar asıllı bir Hıristiyan iken Müslümanlığı kabul edip, Osmanlı hizmetine giren İbrahim Müteferrika ile babası Yirmisekiz Mehmed Çelebi ile Paris’e de giden Sadâret Mektûbî halifelerinden yani başbakanlık personelinden Mehmed Said Efendi’nin işbirliği neticesi 1727 Temmuz başlarında Sultan Üçüncü Ahmed Han’ın fermânı ve Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi’nin fetvasıyla faâliyete başlamıştı. 51. Şeyhülislam olan Abdullah Efendi, 1727 târihinde verdiği fetvada şöyle diyordu:

“Basma san’atında mahâret iddia eden Zeyd, lügat ve mantık ve hikmet ve heyet ve bunların emsali ulûm-i âliyede telif olunan kitapların hürûf ve kelimâtının sûretlerini birer kalıba nakşedüp evrak üzerine basma ile ol kitapların misillerini tahsil ederim dese, Zeyd’in bu vechile amel-i kitabete mübâşeretine şer’an ruhsat var mıdır? Beyan buyrula.”

El-Cevab:

“Allahu a’lem, basma san’atında mahâreti olan kimse bir musahhah kitabın hurûf ve kelimâtını bir kalıba sahîhen nakşedüp evraka basmakla zaman-ı kalîlde bilâ-meşâkk nüsha-i kesîre hâsıl olup kesret-i kütüb rahîs bahâ ile temellüke bâis olunur. Bu veçhile fâide-i azîmeyi müştemil olmaklaol kimseye müsaâde olunup birkaç alim kimseler sûreti nakş olacak kitabı tashih içün tayin buyurulursa, gayet müstahsene olan umurdan olur.”

Ketebehû: Abdullah el-Fakir ufiye anhü.

Ardından Sultan Üçüncü Ahmed Han’ın izin fermanı yayınlanmıştı. İbrahim Müteferrika ve Saîd Efendiler, matbaa için gerekli fetvâ ve fermânı aldıktan sonra, hemen matbaayı kurmuşlardı. Dârü’t-Tıbâ’ati’l-Ma’mûre adı verilen bu ilk matbaada basılan ilk eser, bir lügat idi. İsmail Cevherî isimli bir İslam âliminin yazdığı “Sıhah-ı Cevherî” adlı eseri Vanlı Mehmed Efendi Türkçeye tercüme etmişti. Gerekli görüşmelerden sonra, bu kıymetli eserin Kitab-ı Lügat-ı Vankulu adı altında basılarak neşredilmesine karar verilmişti.

Matbaanın geç gelmesinde ulemânın tesiri olduğunu; İslamiyet’in teknolojiye ve bilime karşı olduğu için Osmanlı âlimlerinin matbaaya karşı çıktıklarını ilk kez ileri süren, Karacson ve Szézarnak adlı iki Katolik Macar’dır. Hâlbuki ulemâdan böyle bir direnme geldiğini gösteren hiçbir delil yoktur. Şeyhülislam Abdullah Efendi fetvâyı hemen vermiş; ulemâdan on bir kişi ilk kitabın başına ‘takrizler’ yazmışlardı. Kitap basmanın şerîate aykırılığından hiç söz etmemişlerdir.(DEVAM EDECEK
nokta.gif
.)

YEDİKITA DERGİSİ
 

İlim-irfan

Well-known member
İstanbul'da 80-90 bin Hattat Vardı.

Aslında İbrahim Müteferrika halkın tepkisinden çekinmiş ve fetva alarak bu tepkiye karşı bir kalkan yapmak istemiştir. Bunun da sebebi teknolojiye karşı oluşları değil yazma eser sanatı ve estetiğinin bozulacağı endişesi idi. Bir de bunun yanında matbaada bile günlerce basılmasına uğraşılan kitaplar elle binlerce hattatın kaleminden çok kısa bir zamanda yazılabiliyordu. Dolayısıyla ne şeyhülislam ve din adamları, ne de padişah yasaklayıcı bir mevkide yer almamıştır.

Müteferrika'nın fetva istediği "Biz tefsir, kelam ve fıkıh kitapları dışındaki kitapları basmak istiyoruz" şeklindeki dilekçeye gelince; fetva ve ferman da ona göre çıkmıştı. Yoksa her hangi bir yasaklama söz konusu bile değildi. Zîra matbaada ehil olmayan kişilerin dini kitapları tahrif etme endişesi de vardı. Çünkü nasıl yapılacağı ve ne şekilde kitabın basılacağı henüz meçhul bir şeydi. Bu sebeple kontrol mekanizmasını oturtmadan bu işe teşebbüs etmek çok tehlikeli olabilirdi. Nitekim matbaada basılacak kitaplarla alakalı son derece sıkı takibat yapılmasına rağmen, bazı bozuk itikatlı kimseler kitapları tahrif ederek basmışlardı. Bu hususta Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinde yasaklanan kitaplar içinde bu gibi kitaplardan onlarca isim vardır.

Bir çok araştırmacıya göre matbaanın geç gelmesinde osmanlı’daki esnaf teşkilatı loncalarının ve bunlara bağlı hattatların hem sanatın yok olması hem de işsiz kalmalarının menfi manada rolü olmuştu. Kont Marsigli, 1727’de Türkçe ve Arapça basım yapan ilk Osmanlı Matbaası kurulduğunda İstanbul’da 80-90 bin hattatın bulunduğunu söylemektedir ki yarısı bile olsa, yine çok büyük bir rakamdır. Bunlara bağlı olarak sahaflar, kalemciler, ciltçiler, divitçiler ve benzeri esnafın durumu da, resmî matbaanın gecikmesinde mühim rol oynamıştır. Marsigli’nin şu cümleleri bunu doğrulamaktadır: “Gerçekten Türkler, kendi kitaplarını bastırmazlar. Zannedildiği gibi matbaanın onlar için yasak bir iş olduğundan ileri geldiği kesinlikle doğru değildir.

Ayrıca dini kitapların baskı sırasında gerekli saygıyı görmemesi endişesi ile yazma kitapların sanat değeri ve estetik güzelliği yanında, basılı eserlerin rağbet bulmama endişesini buna ilave eden araştırmacılar da vardır.

İbrahim Müteferrika’nın matbaayı kurmasından önceki yıllarda matbaa kurmak için herhangi bir teşebbüs ve matbaa aleyhinde herhangi bir faaliyet de olmamıştır. Matbaaya, dinen bir engel olduğunu iddia etmek tamamen ideolojik bir iftiradır.

Osmanlı’ya matbaanın geç gelişi hep tartışıldı da, matbaanın gelişinden sonra ne olduğu üzerinde fazla durulmadı. Matbaanın kurulmasından İbrahim Müteferrika’nın ölümüne kadar geçen 20 senelik zamanda, Müteferrika’nın gayretiyle 17 kitap basılabilmişti. Müteferrikanın ölümünden sonra ise yalnızca bir kitap basıldı ve matbaa 27 yıl faaliyetine ara verdi. Halbuki bu 27 senelik devrede binlerce eser hattatların elinden çıktı. Çeşitleri ise binleri aşmıştı. Bunun isbatı yazma eser kütüphaneleri ve kataloglarıdır.
 
Üst