TEVAZU
Büyüklerde büyüklüğün alameti alçakgönüllülük, tevazudur. Küçüklerde küçüklüğün alameti de büyüklenmek ve kibirdir. Padişahlar konumları itibariyle en büyük makamdadırlar. Hal ve davranışlarıyla da bu makama uygun davranmaları gerekir ancak bunu yaparken de mütevazı olmalıdırlar. Büyüklenmemeli diğer insanları küçük görmemelidirler. Tevazularıyla, alçak gönüllülükleriyle insanları kendilerine ısındırmalıdırlar. Kendilerini de diğer insanlardan bir insan olarak görmeli ve göstermelidirler. Yeri geldiğinde elbette farklılıkları ve ayrıcalıkları olacaktır. Hatalıları cezalandırdıkları gibi yeri geldiğinde de affetmelidirler. Yine büyük düşünürümüz Yusuf Has Hacip bu konuda şöyle demektedir: “Bey mütevazı ve alçak gönüllü olmalı, suçlu kimselerin de suçunu affetmelidir.” “Bey mağrur, kabadayı ve kibirli olmamalı; beyler büyüklük taslar ve kibirli olurlarsa, ey oğul onlar şüphesiz itibar görmezler.”
Mevlana’ da: “Deniz gibi alçak olursan, tüm nehirler sana akar” demekteydi.
Dinimizde ve kültürümüzde tevazu büyük önem taşır, kibirlenenler hoş karşılanmaz. Kibirlenen kişi ne makamda olursa olsun eleştirilere maruz kalır. Büyüklenen, enaniyet yapan kibirli insanları ekseriyet sevmez ve antipati besler.
Padişahlar, camilerde bulunan hünkâr mahfillerinde namaz kılarlar. Bu odanın kapısı ortalama bir insan boyundan kısadır. Sebebi ise şudur: Padişah buradan girerken başını eğsin, gururu kırılsın, kendinden büyük bir Allah olduğunu hatırlasın. Bu Osmanlı Devleti’ nin dinamiklerini ayakta tutan ince düşüncelerden biridir.
Tarihimizde tevazularıyla kendilerinden söz ettiren birçok padişah var. Ancak biz kılıcı en keskin hazinesi en dolu padişahlardan biri olan Yavuz Sultan Selim’ i ele alacağız. Çünkü en yüksek mertebede en kudretli olunduğu zamanda tevazu göstermek bir o kadar büyüklük gerektirir. Kudretli olmayan, büyük bir makamda olmayan, o gücü ve sorumluluğu elde edememiş kimsenin tevazusu ile en kudretlinin en yüksek makam sahibinin tevazusunun kıymeti aynı değildir. Nitekim Yavuz Sultan Selim, mali ve askeri alanlarda en güçlü padişahlardan biriydi.
8 senede İran’ı avucunun içine aldı. Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye gibi büyük zaferler kazandı. Anadolu’ nun dini ve fikri birliğini sağladı. İslam birliği için çok çalıştı ve çok büyük katkılar sağladı. İmparatorluğun hazinesini en çok dolduran padişah oldu. Başta Avrupa olmak üzere tüm dünya kendisinden korkuyor ve yüzünü bize döner mi, bizim üzerimize gelir mi diye titriyordu. Bu büyük ve kudretli padişah, daha sayamadığımız hizmetlerde de bulundu.
Doğu Seferi’ nden Dönüş
2 yıl 3 ay süren başarılı Doğu Seferi’ nden dönüşte Yavuz Sultan Selim duymuştu ki kendisini karşılayacaklar, teşrifatta bulanacaklar. Halk İstanbul’ da kendisini istikbal edecek, merasimler düzenlenecekti. Yavuz Sultan Selim buna mahal vermedi ve Üsküdar’ da kalıp İstanbul’ a gece girdi. Böylelikle gurur okşayan merasimlere, kutlamalara, karşılamalara fırsat vermedi.
Hadim-ül Haremeyn
Hilafete ait emanetleri almış, İslam birliğini tesis etmiş, bütün emir ümera hepsi karşısında dize gelmiş ve hatip hutbe irad ediyordu. Hutbe Yavuz Sultan Selim’ in adına okunduğu için ona Hakim-ül Haremeyn demişlerdi. Yavuz Sultan Selim bir anda sıçradı ve hayır dedi, Hadim-ül Haremeyn. Ben Haremeyn’ in emiri, hâkimi olamam ancak hizmetçisi olabilirim diyordu. Oysaki tüm Haremeyn’ e kendisi hâkimdi ancak Hz. Muhammed’ e (sav) saygıdan ötürü O’ nun memleketi olan Haremeyn ile ilgili “Hâkimi” lafzını saygı ve tevazusundan dolayı kabul etmemişti.
Çamurlu Cübbe
Yavuz Sultan Selim ile Şeyhülislamı İbn Kemal birlikte at sırtında yol almaktaydılar. İbn Kemal’ in atının ayağından sıçrayan çamur, Yavuz Sultan Selim’ in cübbesine sıçramıştı. Bunu görüp mahçup olan hocasını teskin etmek için, Yavuz Sultan Selim dönüp yanındaki nedimine seslendi. Size vasiyetimdir, bu cübbeyi benim tabutuma sarın.
Yavuz Sultan Selim, hocasının atının ayağından sıçrayan çamuru kendisi için bir şeref sayıyor ve sandukasının üzerine örtülmesini istiyordu. Bu tevazusuyla insanları kazanmış oluyordu. O, tevazudan eğildikçe daha da devleşiyordu ve böylelikle çevresindeki insanları kendine bağlıyordu.
Bana da Bir Küpe Getirin
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethetmiş ve Nil Havzasında kalmaktaydı. Dikkatini çeken bir şey oldu. Bazı insanların kulaklarında küpeler vardı. Yanındaki nedimine bunun sebebini sordu. Nedim kendisine, bunların köle olduğunu ve küpelerinde bunların köleliğine delalet ettiğini söyledi. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, o halde bana da bir küpe getirin, ben de Hakk’ ın kölesiyim dedi.
O anda dünyadaki en kudretli hükümdar iken, kölelere tatbik edilen bir uygulamanın kendisine de yapılmasını istiyordu.