Papa’nın Ayaklarına Kapandığı Türk…

Merih

Well-known member
İstanbul’un fethinin 555. yılını idrak ediyoruz.

Konuyla ilgili iki satır yazmadan önce önemli bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Batı dünyasının Türklüğe karşı öfkesinin temelinde iki kilit olay vardır. Bu iki olay tam bin yıl arayla gerçekleşmiştir.

Bunlardan ilki; Türklerin beşinci asrın başlarında Karadeniz üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerlemesi ve bu büyük hareketlenme sırasında önüne kattığı kavimlerin büyük bir göç dalgası meydana getirerek Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne zemin hazırlamadır.

İkincisi de; Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederek Doğu Roma İmparatorluğu’na son vermesidir. Yani Roma’nın doğusunu da batısını da Türkler çökertmiştir.

Her iki Türk devlet adamı da en kritik aşamada zehirlenerek öldürülmüştür.
Türklerin her iki Roma'yı sarması da Batı tarihçileri tarafından birer çağın kapanmasına başlangıç yapılmıştır. İlkinde İlkçağ kapanıp Ortaçağ başlamış, ikincisinde Ortaçağ kapanıp Yeniçağ başlamıştır.

Aslında okullarda okutulan çağ taksimatı Batının kendi tarihsel süreçlerini tanımlamaya yöneliktir. Bizim tarihimizle ilgisi yoktur. Bizler kendi çağ taksimatımızı yapacak olsak; Orta Asya’dan büyük göç, Türklerin İslam’a girişleri ve Anadolu kapılarını bize açan Malazgirt Savaşı’nı birer kilometre taşı olarak zikretmemek mümkün müdür? Kaldı ki bu olaylar bizatihi insanlık tarihinin kaderini de birebir etkilemiştir.

Papa diz çöktü…

Attila Avrupa kıtasının üçte ikisinden fazlasına hâkim oldu. Ülke sınırlarının bir ucu doğuda bir ucu batıdaydı. Hani o tarihte Avrasya tabiri olsaydı, Avrasya denilen koca bir coğrafyanın tek hâkimi durumundaydı.
Avrupalılar kendisinden o kadar çok korktular ki, Attila hiçbir zaman vahşete imza atmamasına rağmen, sırf gücünden dolayı “Tanrı’nın Kırbacı” olarak nitelendirdiler. (Avrupa dillerinde "Tanrı'nın Kırbacı", İngilizce: Scourge of God, İtalyanca: Flagello di Dio, Fransızca: Fléau de Dieu şeklindedir.)
Roma İmparatoru’nun kızıyla evlenen Atilla, çeyiz olarak imparatorluk topraklarının yarısını isteyince, bunu kabul etmeyen Batı Roma'nın üzerine yürüdü. Hiç mübalağa saymayın, 20 Haziran 451 günü yapılan savaşta dünyanın iki yarısı birbiri üzerine yüklendi. Yüz binlerce askeri olan her iki taraf o güne kadar görülmüş en kanlı savaşı yaptı. Aslında tarihin belki de ilk cihan savaşı odur. Savaş 24 saat sürdü. İki taraf da çok büyük hasar gördü, büyük kayıplar verdi. Roma ordusu dağıldı.

452 yılında Attila Po ovasına geldi. Roma’dan yola çıkan Papa 2. Leo, Hun hükümdarının huzuruna çıktı ve Attila'nın önünde diz çöktü… Roma'yı esirgemesini istedi. Bütün şartları kabul ettiklerini, zaten Attila'nın Roma'ya hâkim olduğunu söyledi. Sadece Hıristiyanlık merkezinin (Vatikan’ın) yıkılmaması temennisini iletti. Attila bu rica üzerine Roma'yı fethetmekten vazgeçti, vergiye bağlamakla yetindi.
Hem Vatikan merkezli Katolik kilisesi, hem İstanbul merkezli Ortodosk kilisesi bugünkü varlıklarını her iki Türk hakanına borçludur. İsteselerdi her ikisini de yerle bir ederlerdi. Protestanlık da hakeze... Onlar İslam'ı yeryüzünden kazımak için mücadele verirken, Türkler onların dinlerine dokunmamışlalrdır.
Attila, İstanbul’un fethinden tam 1000 sene önce, 453 yılında son eşi tarafından gerdek gecesi öldürüldü.

Türklerin Avrupa toprakları üzerindeki baskısıyla gelişen Kavimler Göçü, günümüz Avrupa devletlerinin temellerini atan çok önemli bir olaydır.

İstanbul’un fethinden söz ederken, Attila’yı hiç anmamak olmazdı. Fatih’te bizim, Attila da bizimdir. Bunlar bizim cetlerimizdir. Soyumuzdan gocunacak, yüksünecek hiçbir ayıbımız yoktur. Ondandır ki, koca Türk tarihinde, Ermeni Soykırımı yalanından başka dillerine dolayacakları bir tek ayıp, diğer milletlere karşı işlenmiş bir zulüm tespit edememişlerdir. Bu yalanın bu kadar büyütülmesinin ve gündemden düşürülmemesinin bir nedeni de budur.

Bizim gençlik, hatta devlet adamlarımız ve tarihçilerimiz Attila’yı unutmuş olsa bile, Avrupalılar ve Rumlar unutmamışlardır. Bugün Kıbrıs’taki Rumlar, KKTC ile Rum Kesimi’ni ayıran Yeşil Hat’ta Attila Hattı demektedirler…

Göçün ilginç faydası…

Hani çarpık kentleşmeden söz edip duruyoruz ya… Şu çarpık kentleşmenin ve kırdan kente göçün tek faydası, İstanbul’u tarihte ilk defa nüfus dengesi açısından Türk İslam yurdu haline getirmesi olmuştur. Kentte Müslüman nüfus bu sayede artmış ve kentin demografik yapısı Müslümanların lehine dönmüştür. İstanbul’da nüfus yoğunluğu Türkler lehine artmamış olsaydı, hiç tereddütsüz diyebilirim ki, ekonomik, siyasi ve askeri açıdan en kötü yılları geçirdiğimiz dönemlerde Batının kentle ilgili farklı talepleri muhakkak söz konusu olurdu. Zaten gizli gündemleri var, aşikâr olmuş olurdu.

Kabul olan dua...

Evet, bu yıl İstanbul’un 555’nci fetih yıldönümü.
555 gerçekten güzel bir rakam.
Ben bugün konuyla ilgili sadece kısa bir anekdota yer vermek istiyorum.

Ulubatlı Hasan surlara tırmanmadan birkaç gece önce Fatih’in içinde bulunduğu Otağ-ı Hümayun’a (Padişah Çadırı) yaklaşmış ve içeriden gelen hıçkırıklı ağlama seslerine tanık olmuştur. Padişah içeride bir yandan seslice dua etmekte, öbür yandan duası hıçkırıklarına karışmaktadır. Kaldı ki her gece Fatih aynı durumdadır. Ulubatlı Hasan fırsatını buldukça her gece çadıra yaklaşıp duaya âminle iştirak etmeye başlar.

Fatih Sultan Mehmet fethe 1–2 gece kala yine aynı vaziyette dua halindeyken, dışarıdan bir âmin sesi işitir. Bunun üzerine II. Mehmet âmin diyen kişinin bulunmasını ister. Bu Ulubatlı (Uluabat) Hasan'dan başkası değildir. Ulubatlı Hasan’ın her gece Fatih’in çadırına neden bu kadar yaklaşabildiğini konuyu ilk okuduğum andan itibaren merak ettim. Bu sorunun cevabını daha sonra öğrendim.
2 Haziran 1997′de 73 yaşında iken kaybettiğimiz Dr. Haluk Nur Baki, 1988 yılında bir konferans için Bursa’ya gelmişti. O gün konuşmasında, Ulubatlı Hasan’ın Fatih’in çocukluk arkadaşı olduğunu ve çok güzel çocukluk günleri geçirdiklerini söyledi.

Gün geldi, Fatih babasından sonra Padişah oldu. Ortak amaca kilitlenen bu iki dava arkadaşı, biri hünkâr, biri nefer olarak fethin gerçekleşmesine katkıda bulundu. Önemli olan hayırlı projelerin içinde yer almaktır. Başında mı, alt kademesinde mi olunduğu önemli değildir. O kadar ki, Ulubatlı Hasan'ın bir mezarı bile yoktur. Belki o tarihte, isimli ama mezarsız ender kahramanlardan biridir.

Tek parti iktidarı döneminde İstanbul’un fethi hatırlanmadı. Rahmetli Adnan Menderes 1953 yılında fethin 500. yılının kutlanmasına fırsat oluşturdu.
Allah hepsinden razı olsun. Bize düşen onlara layık olmak ve bugün üzerimize düşen görevlerin hakkını vermektir.

(Not; Dr. Haluk Nurbaki Hoca sevenleri tarafından Hakka yürüyüşünün 11. sene-i devriyesinde 2 Haziran pazartesi günü öğle namazından sonra Afyon Belediye kabristanındaki mezarı başında dualarla anılacak.)
 
Üst