Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları
Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez.
Mahlukâtın Allah ile olan misali, bir dilenci grubunun misaline benzer ki sultan sarayının önünde bulunan bir meydanda durmuş ve yemeğe muhtaçtırlar. Sultan onlara birçok hizmetçi göndermiş, hizmetçilerin beraberinde ekmekler vardır. Bazısına ikişer bazısına da birer tane vermeleri ve hiç birini ihmal etmemeleri için çaba sarfetmelerini emretmiştir. Aynı zamanda bir dellâla da "Ey millet! Sakin olun! Hizmetçilerim size yemek dağıtmak hususunda çıktıklarında onların yakasına yapışmayın. Usluca bekleyin. Çünkü hizmetkârlar hepinize yemek vermeye memurdurlar. Buna rağmen hizmetkârların yakasına yapışan, onlara eziyet veren ve iki ekmek alanları cezalandıracağım. Açılınca çıkıp gideni hizmetkârlara eziyet vermeyen ve kendisine verilen bir ekmekle kanaat eden uslu bir kimse hakkında ise başkasını cezalandırdığım günde kendisine değerli hediyeler ihsan edeceğim. Kim yerinde durup, iki ekmeğini alırsa, onun için ne ceza vardır, ne de mükafat! Hizmetkârların yanılıp da birşey vermediği kimse de aç yatıp hizmetkârlara kızmazsa, 'Keşke bana ekmeğimi verseydi' de demezse, ben yarın onu vezir yapacağım.
Memleketimin idaresini onun eline vereceğim!" diye ilan ettirdi. Bu ilandan sonra, istekçiler dört kısma ayrıldı: Bir kısmı işkembelerine mağlup olup va'dedilen cezaya iltifat etmedi. 'Yarına kadar çok zaman vardır. Biz ise şimdi açız' deyip hizmetçilere saldırdı, onlara eziyet vererek ikişer ekmek aldılar ve gereken cezaya çarptırıldılar. Kendilerine pişmanlık fayda vermediği halde pişman oldular! Bir kısmı da ceza korkusundan hizmetçilere sataşmadılar fakat çok acıktıklarından dolayı ikişer ekmek aldılar. Bunlar cezadan kurtuldular, ancak, mükafata nâil olamadılar. Bir kısmı da 'Biz hizmetçilerin görebileceği bir yerde oturalım. Bizi unutmasınlar. Fakat bize verirlerse bir ekmek alıp kanaat edelim. Umulur ki sultanın hilatına mazhar oluruz' dediler. Bunlar da hilata mazhar oldular. Dördüncü bir kısım ise, o meydanın köşelerine çekilip hizmetçilerin gözlerinden kaybolup şöyle dediler: 'Eğer bizi arayıp bize verirlerse bir ekmekle kanaat edelim. Eğer bizi yanlışlıkla ihmal ederlerse, bu gece açlığın şiddetine tahammül edelim. Umulur ki biz, hizmetçilere kızmayı terketmeye de güç yetiririz. Böylece vezirlik mertebesine, sultana yakınlık derecesine nâil oluruz!'
Fakat onların bu tedbiri kendilerine fayda vermedi; zira hizmetçiler her köşeyi araştırdılar. Onlara birer ekmek verdiler. Bu durum, birkaç gün devam etti. Hatta ender olarak üç kişinin bir köşede saklanması ve hizmetçilerin gözlerine görünmemesi, hizmetçileri uzun uzun teftiş etmekten alıkoyan bir meşguliyet başgösterdi. Bu bakımdan bu üç kişi şiddetli bir açlık içerisinde gecelediler. Onlardan ikisi 'Keşke biz hizmetçilere görünüp yemeğimizi alsaydık. Bizim sabrımız kalmadı!' dediler. Üçüncüsü ise sabaha kadar sustu. Yakınlık ve vezirlik derecesine nâil oldu. İşte bu, halkın misalidir. Meydan, dünyadaki hayattır. Meydanın kapısı ölümdür. O meçhul olan mîâd kıyamet günüdür, vezirlik va'di kıyamet mîâdma tehir edilmeksizin razı ve aç olarak öldüğünde tevekkül sahipleri bir kimsenin şehadet mertebesine varmasının va'didir. Çünkü şehidler, rablerinin katında diridirler ve rızıklanırlar. Hizmetçilerin yakasına yapışan ise sebeplerde pek ileri giden kimsedir. Sultanın emrindeki hizmetçiler ise sebeplerin ta kendisidir.
Hizmetçilerin gözüne görünecek şekilde meydanda oturanlar ise, sükûnetle camiler ve tekkelerde ve mamur yerlerde ikamet edenlerdir. Zaviyelerde gizlenenler ise, tevekkülle çöllerde seyahat edenlerdir. Sebepler onların arkasına düşüp müstesna haller hariç rızık kendilerinin ayağına gelir. Eğer onlardan biri Allah'ın hükmüne razı olarak ölürse, ona şehadet ve Allah'a yakınlık mertebesi vardır. Halk, bu dört kısma ayrılmıştır. Yüzde doksanı sebeplere sarılmış, geri kalan onda yedisi, sırf hazır bulunmak ve' şöhret kazanmak suretiyle sebeplere yapışarak meskûn yerlerde ikamet etmiştir. Onda üçü de çöllerde seyahat etmiş, onların ikisi bu durumuna küsmüş, Allah'a olan yakınlığı, sadece bir kişi elde etmiştir.
Geçmiş zamanlarda durum bu idi. Şimdi ise, sebepleri terkeden, onbinde bir kişi bile yoktur. (a)