Konuya cevap cer

Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 52 - Din ve İlimle Meşgul Olanların Hediye Almaları



بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ



[NOT]Dördüncüsü:  Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir  şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve  defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum  ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur  etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle  geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.

[/NOT]



Üstad Hazretleri, cümlenin başında sıraladığı tevekkül, kanaat ve iktisat gibi hasletlere, azami derecede ehemmiyet vermiştir. Ve bu hasletlerin, berekete ve insanlara minnet etmeden geçinmeye vesile olduğunu hayatı ile ispat etmiştir. Onun bu halinden, din adamlarının, ilimle iştigal eden kişilerin, hizmetlerine mukabil hediye vs. almaya muhtaç olmadıklarını anlayabiliriz. Eğer ilim ehli hediye ve sadaka almaya muhtaç olsaydı, en başta Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri buna muhtaç olurdu. Çünkü bu zamanda hiç kimse onun yaşadığı hayat şartlarında yaşamıyor. O halde kimse diyemez ki "benim ihtiyacım var, ben bu ücreti almaya muhtacım. Almazsam yaşayamam."


Üstad Hazretlerinin bu hasletlerden ötürü mazhar olduğu bereket numunelerinden birkaçını yeri gelmişken paylaşalım inşaallah.



[TAVSIYE][SUP]1[/SUP]وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ   sırrıyla, Cenâb-ı Hakkın bana ettiği ihsânâtı yad edip, bir şükr-ü  mânevî nev’inde birkaç nümunesini söyleyeceğim. Bir şükr-ü mânevî  olmakla beraber, korkuyorum ki, bir riya ve gururu ihsas ederek o  mübarek bereket kesilsin. Çünkü müftehirâne gizli bereketi izhar etmek,  kesilmesine sebep olur. Fakat, ne çare, söylemeye mecbur oldum.


İşte birisi: Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir kile  buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş. Ne miktar kifayet edecek,  bilmiyorum.[SUP]HAŞİYE[/SUP]


İkincisi:  Şu mübarek Ramazan’da, yalnız iki haneden bana yemek geldi; ikisi de  beni hasta etti. Anladım ki, başkasının yemeğini yemekten memnûum.  Mütebâkisi, bütün Ramazan’da benim idareme bakan mübarek bir hanenin ve  sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve  şehadetiyle, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hattâ o  pirinç, on beş gün Ramazan’dan sonra bitmiştir.


Üçüncüsü:  Dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle  beraber yemek şartıyla, kâfi geldi. Hattâ, Süleyman isminde mübarek bir  misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba  günüydü, dedim ona: “Git, ekmek getir.” İki saat, her tarafımızda kimse  yok ki oradan ekmek alınsın. “Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber  dua etmek arzu ediyorum” dedi. Ben de dedim: “[SUP][/SUP]تَوَكَّلْنَا عَلَى اللهِ ; kal.”


Sonra,  hiç münasebeti olmadığı halde ve bir bahane yokken, ikimiz yürüye  yürüye bir dağın tepesine çıktık. İbrikte bir parça su vardı. Bir parça  şekerle çayımız vardı. Dedim: “Kardeşim, bir parça çay yap.”


O  ona başladı. Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında  oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki: Küflenmiş bir parça ekmeğimiz  var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu  sâfi-kalb adama ne diyeceğim diye düşünmedeyken, birden bire başım  çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran  ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: “Süleyman, müjde!  Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.”


O ekmeği aldık; bakıyoruz ki,  kuşlar ve hayvânât-ı vahşiye, hiçbiri ilişmemiş. Yirmi otuz gündür  hiçbir insan o tepeye çıkmamıştı. O ekmek ikimize iki gün kâfi geldi.  Biz yerken, bitmek üzereyken, dört sene sadık bir sıddîkım olan müstakim  Süleyman, ekmekle aşağıdan çıkageldi.


Dördüncüsü: Şu  üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir  elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim.  Bereket, iktisat ve rahmet-i İlâhiye bana kâfi geldi.


İşte, şu nümuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâhiyenin çok  cihetleri var. Bu köy halkı çoğunu bilirler. Fakat sakın bunları fahr  için zikrediyorum zannetmeyiniz. Belki mecbur oldum. Hem benim için  iyiliğe bir medar olduğunu düşünmeyiniz. Bu bereketler, ya yanıma gelen  hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; veya  iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile  zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket  suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını  dikkatle dinlesen, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın.


Kedi  bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. Bir tavuğum var. Şu kışta yumurta  makinesi gibi, pek az fasılayla hergün rahmet hazinesinden bana bir  yumurta getiriyordu. Hem birgün iki yumurta getirdi, ben de hayrette  kaldım. Dostlarımdan sordum, “Böyle olur mu?” dedim. Dediler: “Belki bir  ihsan-ı İlâhîdir.” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu  vardı. Ramazan-ı Şerifin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam  etti. Hem küçük, hem kışta, hem Ramazan’da bu mübarek hali bir ikram-ı  Rabbânî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz  kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız  bırakmadı.



[SUP]1[/SUP]  :  “Rabbinin nimetini yâd et.” Duhâ Sûresi, 93:11.

[SUP]HAŞİYE[/SUP]  :  Bir sene devam etti. 

  [SUP]2[/SUP] :  Allah’a tevekkül ettik.[/TAVSIYE]


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst