Cevap: İşaratü'l-İcâz 8. Ders - İman ve Dalâletin Bir Mukayesesi
[NOT]Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise:
Bir şahıs, kudret-i Ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birden bire, düşmanlar gibi, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeye başlarlar. Bir medet, bir yardım için müsterhimâne tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki, hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder.
Bakar ki, vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir tesellî çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdı, Sâni ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı?
Evet, o bîçare, havf ve heybetten, acz ve ra’şetten, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle meyusiyetten mürekkep bir vaziyet içinde olup, kudretine bakar; kudreti âciz ve nâkıs. Hâcetlerine bakar; def edilecek bir durumda değildir. Çağırıp yardım istese, yardımına gelen yok. Her şeyi düşman, her şeyi garip görür. Dünyaya geldiğine bin defa nedamet eder, lânet okur.
Fakat o şahsın, sırat-ı müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ışıklanırsa, o zulmetli evvelki vaziyeti nuranî bir hâlete inkılâp eder. Şöyle ki:
O şahıs, hücum eden belâları, musibetleri gördüğü zaman, Cenâb-ı Hakka istinad eder, müsterih olur.
Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, istidatlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin mâü’l-hayatından bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder.
Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar, herşeyle ünsiyet peyda eder.
Yine o şahıs, semadaki ecrama bakar; hareketlerinden dehşet değil, ünsiyet ve emniyet peyda eder ve onların o hareketlerini ibret ve hayretle tefekkür eder.
Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki, hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirmlerden “Ey arkadaş, bizden tevahhuş etme. Hareketlerimizden korkma. Hepimiz bir Hâlıkın memurlarıyız” diye, me’nus ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.
Hülâsa: O şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o dehşetli ve vahşetli ve korkunç âlâm-ı şedideden kurtulmak için, tesellîlerle hissini iptal ve sarhoşlukla o halleri unutmak ister. İkinci hâletinde ise, ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanını tahrik edip ruhunu ihsas ettikçe o saadetler ziyadeleşir ve ona mânevî cennetlerin kapıları açılır.
اَللّٰهُمَّ بِحُرْمَةِ هٰذِهِ السُّورَةِ اِجْعَلْنَا مِنْ اَصْحَابِ الصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ. اٰمِينَ
[SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP]
[SUP]1[/SUP] : Allah’ım, bizi bu sûrenin hürmetine sırât-ı müstakim ehlinden eyle. Âmin.[/NOT]
Risale-i Nur da iman ve küfrün, hidayet ve dalaletin yüzlerce mukayesesi vardır. O derslerden sadece biri olan bu dersimizden kısaca şu sonuçları çıkartabiliriz:
İman olmadığı takdirde insan, başına gelen musibetlere, belalara, düşmanlara karşı mücadele edemez, çünkü kudreti yoktur. Acizdir, fakirdir. Onlardan lütuf beklese tahkir görür, hem onlar dahi onun ihtiyacına cevap veremezler. Çünkü onlarda o şahıs gibi acizdir, kudreti cüz'idir.
Hem tabiat ve unsurlardan medet beklese, onlar da onun derdine çare olamazlar. Çünkü onlar cansız, şuursuzdur, merhametleri yoktur. Büyüklükleri ile insanın derdine çare olacak mahiyette değillerdir..
Yerdekilerden bir yardım göremeyen imansız bir insan, başını semaya kaldırır. İmanı olmadığı için semadaki dünyadan kat kat büyük cisimleri başıbozuk telakki eder, ürker. Ünsiyet beklerken, onlardan vahşet alır.
Hayati ihtiyaçları süreklilik arzettiğinden ve onları temin edecek kudreti olmadığından kulaklarını tıkamaya mecbur kalır.
Maddi ihtiyaçları gibi, manevi ihtiyaçlarını da dinlemeye başladığında, çıldıracak dereceye gelir. Çünkü insan bekaya aşıktır, beka ister. İmansızlığın neticesi ademdir, yokluktur. İnsan bir ömür dünyada çalışıp, çabalayıp, sonra yok olup gideceğini düşünmeye takat getiremez. Bu cihette bütün lezzetleri eleme döner. Çünkü devamı olmayan lezzet, lezzet değildir. Bitmeye mahkum olan her lezzet acıdır. İdama adım adım yaklaşan bir insana, en tatlı baklavalardan yemek lezzet verir mi ?
İnsan hem maddi hem manevi ihtiyaçları sonsuz olan bir varlıktır. Korkuları sonsuzdur. Hayatını tehdit eden bir mikroptan korktuğu gibi, geceden de korkar, yalnızlıktan da korkar, açlıktan, susuzluktan, hastalıktan, ölmekten, düşmanlarından da korkar. Yine insan lezzete doymak bilmeyen bir mahiyettedir. Mahiyeti böyle olan insanın, ihtiyaçlarına ve korkularına nisbeten, kudreti neredeyse yok hükmündedir.
Küfürde ve dalalette böyle bir halde olan insan istikamete girse ve ruhunu imanla ışıklandırsa, evvelki vaziyeti tamamen zıddına inkılap eder.
Başına gelen bela ve musibetlerin arkasında Cenab-ı Hakkın hikmetini görür. Musibet ve belayı gülerek karşılar. Çünkü musibetlerde bildiğimiz, bilmediğimiz çok hikmetler var. Bilhassa İkinci ve Yirmi Beşinci Lem'a da tafsilatlı bir şekilde izah edilmiş.
İmana giren insan, sonsuz emel ve arzularını düşündüğünde, imanı ona sükunet verir. Ebedi saadetini düşünerek, dünyada eli yetişmediği arzularından ve isteklerinden şekva etmez. Baki saadetin tasavvuruyla, o arzularının bu dünyada eline geçmesinden daha ziyade lezzet alır..
Semaya baktığı zaman vahşete düşmez, onlarla ünsiyet peyda eder. İmansızlıkla başıbozuk gördüğü seyyareleri, Allah'ın hizmetkar memurları görür. Ve onları kendi hizmetine verilmiş tasavvur eder. Güneşi kendi hizmetine verilmiş bir lamba gibi görür. Ve nasıl ki yerler, hayattar mahlukatla doludur, semada dahi oralara münasip hayatlar olduğunu düşünür. Kesif maddelerden ibaret olan sema alemi, imanın girmesiyle bir anda nurani ve hayattar görünür.
İlk vaziyetteki insan, o halden kurtulmak için aklını iptal etmek ve kendini sarhoşluğa vermek mecburiyetindedir. İkinci vaziyetteki insan ise, her bir şeyde Cenab-ı Hakkın hikmetini, kudretini, rahmetini müşahede ettiğinden, zindan da dahi olsa bahtiyardır, manen cennettedir..