1954 senesinde Babaeski'de memurdum. Hikmet Polat, beni ziyarete geldi. Bana bir kitaptan bölüm okudu. Hiçbir şey anlamadım. Dedim ki; "Bu kitap nedir?" Dedi ki: "Bu kitap Musa Aleyhisselam'ın kitabıdır." Kapağını gösterdi; Asa-yı Musa...
O konu orada kapandı. Sonra Eşref Edip'in yazdığı Risale-i Nur'larla alakalı kitabı elime geçti. Okudum; fakat yine fazla bir şey anlamadım. Sırf kültürümü geliştirmek için Osmanlıca öğrendim. Kur'an-ı Kerim öğrenmeye çalıştım. Risale-i Nur'larla böyle tanıştım.
Bediüzzaman'ı ilk Emirdağ'da gördüm. Ziyaret yasaktı, kitap götürmüştüm. Bir evde oturuyordu. Çok fakir bir evdi... Üstad, tahta bir sandalyede oturuyordu. Şöyle buyurdu: "Günah-ı kebairi terk, sünnet-i seniyyeye ittiba, namazı erkanıyla kılmak, sonundaki tesbihatı çekmek." Hayatıma, bu tembihe göre yön vermeye çalıştım.
Risale-i Nur'ları okumak yazmak yasaktı. Bu yasağa isyan ettim. "Ben Risale-i Nur'ları dağıtacağım!" dedim. Kim Risale-i Nur isterse evine kadar götürüp teslim ederdim. Ben hapis yatmayı tehlike kabul etmiyordum. "Batıl bir dava için hapse girenler varken, hak dava için ben neden hapse girmeyeyim?" diyordum. İçinde yaşadığım toplumu beğenmiyordum. 'Daha iyi bir seviyede yaşamalıyım' diyordum. Daha iyi bir seviye derken, çalışmalarımızda maddi bir kazanç yoktu. Mânen hoşuma gidiyordu. Nezaretler, tevkifler, sürgünler birbirini takip ediyordu. Artık ben, bir mücadele adamı olmuştum. Yaşamanın tadı çıkıyordu. O hayat anlatılamaz. Şimdi o hayatı özlüyorum...
İslamiyet kıyamete kadar devam edecektir. İslamiyet, insanla devam edecektir. Bu sebepten Allah, bazı kullarına İslam'a hizmet imkânı vermiştir. Bediüzzaman'a da Allah, İslam'a hizmet fırsatı vermiştir. Dolayısıyla ondaki harika haller kendisinden değil, Allah'ın lûtfu iledir.
O, her şeyiyle bizden farklıydı. Çok az yerdi. Paraya, mala, eve ihtiyacı yoktu. Dağın başında bir ay kalırdı. Ben aynı yere gündüz vakti çıkıp oturdum. Öyle bir yalnızlık vardı ki, ürperdim aşağı indim... Gündüz vakti çıkamadığım bir yerde o, gece rahatlıkla kalabiliyor. Bu harika haller, Allah'ın bir lûtfudur.
Risale-i Nur'ları anlamak zordur. Fakat nasıl oluyor da dünyanın her tarafında risaleler okunabiliyor? Okunan risaleleri yediden yetmişe herkes dinler. "Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz." emrini dinlerler.
Bana soruyorlar: "Risale-i Nur'a nasıl hizmet edebiliriz?" Risale-i Nur'a hizmet, onları okumakla mümkündür. İngilizce öğrenenler, dünya ve ahiret saadeti için Osmanlıca da öğrenmeliler.
Zübeyir Gündüzalp diyor ki:
"Dünyada huzur ve rahat mı arıyorsunuz? Ukbada saadet mi istiyorsunuz? Risale-i Nur okuyunuz.
İslam'ın ve hakikatin zevkini tatmak, sürurla yaşamak ihtiyacını mı hissediyorsunuz? Müjdeler olsun sana ey kardeş! İşte sana Risale-i Nur! O son derece canlı, son derece mücahit ve son derece heyecanlı bir ruha maliktir."
Üstad'ımın mekânı cennet olsun...
Hekimoğlu İSMAİL, ZAMAN