Konuya cevap cer

Cevap: Risale panoya ne yazardiniz?


Risale-i Nur Külliyatı'ndan...                      NEFİS VE MALINI  Cenâb-ı Hakka satmak ve Ona abd olmak ve asker   olmak ne kadar kârlı  bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu   anlamak istersen, şu  temsîlî hikâyeciği dinle: Bir zaman bir padişah, raiyetinden iki adama,  herbirisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at,  silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan  hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider.  Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden, bir yaver-i ekremini  gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:


“Elinizde  olan emanetimi bana satınız; ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude  zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette  iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiyat size  vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim namımla ve benim  destgâhımda işlettirilecek; hem fiyatı, hem ücretleri birden bine  yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz.  O koca işlerin masârifâtını tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve  levâzımatı, ben deruhte ederim. Bütün varidatı ve menfaatı size  vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş  mertebe kâr içinde kâr!


“Eğer bana satmazsanız, zaten  görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi  elinizden çıkacak. Hem beyhude gidecek; hem o yüksek fiyattan mahrum  kalacaksınız.                         

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :


         1  :    “Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara  vermek suretiyle satın almıştır.” Tevbe Sûresi, 9:111.


Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal  edilecek şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten  düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak.  Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret  içinde hasâret!


“Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim  namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âli  bir padişahın has, serbest bir yaver-i askeri olursunuz.”


Onlar  şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında  olanı dedi: “Başüstüne! Ben maaliftihar satarım, hem bin teşekkür  ederim.”


Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya  ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzele ve dağdağalarından haberi  yok, dedi: “Yok yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi  bozmam.”


Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı  ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lûtfuna mazhar olmuş; has  sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftar olmuş ki,  herkes ona acıyor, hem “Müstehak!” diyor. Çünkü hatasının neticesi  olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azap çekiyor.


İşte, ey nefs-i pürheves!  Şu misalin dürbünüyle hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise,  Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır. Ve o çiftlikler, makineler,  aletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin ve o  mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil,  akıl ve hayal gibi zahirî ve batınî hasselerindir. Ve o yaver-i ekrem  ise, Resul-i Kerîmdir. Ve o ferman-ı ahkem ise, Kur’ân-ı Hakîmdir ki,  bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi şu âyetle ilân ediyor:


اِنَّ اللهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ 1                          Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :


         1  :   “Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara  vermek suretiyle satın almıştır.” Tevbe Sûresi, 9:111.


Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki,  durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor:  “Madem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye  tebdil edip ibkà etmek çaresi yok mu?” deyip düşünürken, birden semâvî  sadâ-yı Kur’ân işitiliyor. Der:


“Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var.”


Sual : Nedir?


Elcevap: Emaneti sahib-i hakikîsine satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var.


Birinci kâr:  Fânî mal bekà bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen  ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder, bâkî  meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler  hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekàda saadet  çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta ziyâdâr, mûnis  birer manzara olurlar.


İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor.


Üçüncü kâr:  Her âzâ ve hasselerin kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir  alettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan,  öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı  hazinanesini ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini senin bu biçare  başına yükletecek; yümünsüz ve muzır bir alet derekesine iner. İşte  bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’aç ve tacizinden kurtulmak için,  galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsine  satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar  olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet  definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden  bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.


Meselâ göz bir hassedir  ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp  belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri,  manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye bir kavvad derekesinde  bir hizmetkâr olur.        


Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesabına ve izni  dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir  mütalâacısı ve şu âlemdeki mucizât-ı san’at-ı Rabbaniyenin bir seyircisi  ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı  derecesine çıkar.


Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı  Hakîmine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o  vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut  eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika,  rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye  matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.


İşte, ey  akıl, dikkat et! Meş’um bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz,  güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin bir  nâzırı nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika  yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı nerede?


Ve daha  bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten  mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık bir mahiyet kesb eder.  Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min imanıyla  Hâlıkının emanetini Onun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir. Ve  kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.


Dördüncü kâr:  İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir;  hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve  itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz  meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş ya canavar eder.


Beşinci kâr:  Bütün o âzâ ve aletlerin ibadeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en  muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana  verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas ve müşahede ittifak  etmişler.        


İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret içinde hasârete düşeceksin.


Birinci hasâret:  O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin nefis ve hevâ ve  meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden  çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna  yükletecekler.


İkinci hasâret: Emanete hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar aletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.


Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp hikmet-i İlâhiyeye iftira ve zulmettin.


Dördüncü hasâret: Acz ve fakrınla beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip zevâl ve firak sillesi altında daim vâveylâ edeceksin.


Beşinci hasâret:  Hayat-ı ebediye esasatını ve saadet-i uhreviye levazımatını tedarik  etmek için verilen akıl, kalb, göz, dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi,  Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir.


Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar?


Yok,  kat’a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir,  keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise  hafiftir, azdır. Allah’a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir  ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına  işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve  kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar  etmeli.


“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et.  Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin” demeli  ve Ona yalvarmalı.


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst