Muasır Kardeş;
Mesajınıza sırayla cevap verecek olursak;
"
Bazı dini sitelerde buna benzer konular var cevap vermek istiyorum ama fazla bilgim yok bu konuya cevap yazarsanız sevinirim"
Belli ki o ve buna benzer konular sizi tatmin edememiş ve o gibi itirazlara kendilerince delil göstermelerine rağmen inanmamışsınız. Bu birinci olarak zati bir tezatın olmadığını manen gösteriyor.
İkinci olarak bu gibi konular dini site yöneticileri tarafından veya ehilleri tarafından yazılmıyor, bilakis fitne ve fesat çıkarmak isteyen dini yaşamak değil baltalamak isteyenlerin bir oyunudur. Bu nedenle konu sair sitelerde elden ele dilden dile dolaştırılıyor ki zayıf halka yakalansın yakalansın ki vesveseye gelsin, gelsin ki amaçlarına ulaşabilsinler..
Üçüncü olarak ; Risale-i Nur başkasının müdafasına ihtiyacı yoktur. O kendi kendini müdafa eder. Konuya dair olan eser de geçen yerin hemen öncesinde muarızlarına karşı zati cevabı vermiş. Dinle bak ne diyor :
[DIKKAT]"Evet hadsiz şükürler olsun ki, yirmi senedir Risâle-i Nur bu ihbar-ı gaybı ve lem'a-i i'cazı bil'fiil göstermiştir. Ve bu sırr-ı azîm içindir ki; Risâle-i Nur şakirdleri dünya siyasetine ve cereyanlarına ve maddî mücadelelerine karışmıyorlar ve ehemmiyet vermiyorlar ve tenezzül etmiyorlar ve hakikî şakirdleri en dehşetli bir hasmına ve hakaretli tecâvüzüne karşı ona der:
"Ey bedbaht! Ben seni îdam-ı ebedîden kurtarmaya ve fâni hayvaniyetin en süflî ve elîm derecesinden bir bâki insaniyet saadetine çıkarmaya çalışıyorum. Sen benim ölümüme ve idamıma çalışıyorsun. Senin bu dünyada lezzetin pek az, pek kısa ve âhirette ceza ve belâların pek çok ve pek uzundur. Ve benim ölümüm bir terhistir. Haydi defol; senin ile uğraşmam, ne yaparsan yap." der. O zalim düşmanına hiddet değil, belki acıyor, şefkat ediyor, keşki kurtulsa idi diyerek ıslahına çalışır."[/DIKKAT]
Dördüncü olarak; müellifi ustad Bediüzzaman evvelinde geçen bahsin, Risale-i Nurun meşreb ve tarzının cifir ve ebced hesabıyla isbatlamaktadır.
Beşinci olarak;
"
Urvet-ul vuska" ve "hablullah" Kur’an’a ait özelliklerdir." diye iddia etmişsiniz ve akabinde ayeti kerimelerin meallerini yazmışsınız. Nerede yazıyor urvet-ul vuska ve hablullah'ın Kuran-ı Azimüşşana ait özellikler olduğu? Eğer ayeti kerimede ise Elmalılı Hamdi Yazırın tefsirinde Bakara Süresi 256. ayete ait ilgili kısımda bunun Kuran-ı Azimüşşana has bir özellik olduğu belirtilmiyor buyrun bakalım :
[BILGI]
"Bundan dolayı, her kim tağuta, azgınlara veya azgınlıklara küfredip (inkâr edip), Allah'a iman ederse, yani samimi bir kalb ile, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur." diyerek önce o tağutları kökünden siler, sonra da bütün varlığıyla Allah'a iman eder ve dolayısıyla Allah'ın gönderdiği peygamberleri, Hakk'ın indirdiklerini tasdik ederse, o mutlaka en sağlam kulpa yapışmıştır ki, kopmak onun için değil. Bu sağlam ipin kulpu, o tutamak ne kopar, ne kırılır. Ancak bırakılırsa fena düşülür. Bu ilmî ve amelî delillerden, hak ve batılın bu ortaya çıkışından sonra akıl ve doğruluğun gereği artık bugün var, yarın yok, gelip geçici olan fani, batıl, koyu gölge kırılıp dökülecek, nihayet kendine tutunanı düşürüp bırakıp gidecek olan tağutların, Firavunlar, Nemrudlar, sihirbazlar, kâhinler, şeytanlar gibi azgın, sahte mabudların çürük kulplarına yapışmak değil, "Ezelden sonsuza kadar dirisi, her şeyin yöneticisi" şaşmaz, yanılmaz, uyumaz, ımızganmaz, göklerin ve yerin hükümranlığının sahibi, izni olmadan huzuruna yanaşılmaz, şefaate cesaret gösterilmez, büyüklük sahibi, gizli açık, cüz'î (kısmî), genel her şeyi bilen, her şeyden haberdar, ilminin gerçek mahiyetine erilmez, o bildirmedikçe bir şey bilinmez, büyüklük kürsisi yerleri, gökleri tutmuş, yerler, gökler kudret avucunda bir hiç kalmış o yüksek, pek yüksek kudretinin yüceliği, şanı, büyüklüğü sonsuz, kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan Allah Teâlâ'nın kopmaz, kırılmaz, sağlam kulpuna iki eliyle seve seve canı gibi koruyup yapışmak, yani misal olarak o ilâhî kürsiden uzatılmış, kopmaz, kırılmaz sağlam bir ipin kulpuna, tutamağına benzeyen ve dinin başı olan Hakk'ın tevhidine (birliğine) güzelce inanmak, inanıp gereğince amel etmek ve onu hiç bırakmamaktır. İşte, bu imanı yapan, böyle bir kulpa yapışmış olur. Fakat bu iman ve itikat, yalnız sözde ve yalnız kalbde kalmamalı, ağız, gönül bir, iç ve dış bir olmalıdır. Çünkü Allah her şeyi işiten ve bilendir. Hem sözleri işitir, hem de niyetleri bilir. Ağzından, deyip, içinde inkâr saklayan münafıkların ve aksine içinden hakkı bilip, ağzından küfür ve inkâr savuran kâfirlerin yaptıklarından Allah gafil ve habersiz değildir. "[/BILGI]
Ali İmran 103. ayeti kerimenin tefsirinde geçen Allah'ın ipi :
[BILGI][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
"103-Hablullah (Allah'ın ipi), Allah Teâlâ'ya kavuşma sebebi olan delil ve vasıta demektir ki, Kur'ân, Allah'ın emrini yerine getirme ve cemaat, ihlas, İslâm, Allah'a söz verme, Allah'ın emri diye rivayetlerle tefsir edilmiştir ve hepsi birbirine yakındır. Bu âyetin cemaat ve ictimaiyyet (toplum bilim, sosyoloji) ile emir olduğunda kuşku yoktur. Bununla beraber burada cemaat, hablullah (Allah ipin)ın aynı değil, ona yapışmanın ürünüdür. Ebu Said el-Hudrî hazretlerinden rivayet edildiği üzere Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: "Gökten yeryüzüne indirilmiş olan hablullah (Allah'ın ipi), Allah'ın kitabıdır." Korkunç bir yolun kenarına çekilmiş olan bir ip veya bir kuyuya düşmüş olanları çıkarmak için uzatılmış bir ip ve ona gereğince iyice tutunmuş bir toplum düşününüz. İşte bu tasavvurdan meydana gelen hey'et-i ictimaiyye (sosyal kurul) Kur'ân etrafında devamlı yükselen bir İslâm cemaatinin misalini teşkil edecektir.Bu i'tisam (tutunma) için herhangi bir cemaat olmak da kâfi değildir." [/FONT][/BILGI]
Altıncı olarak; eğer birşeyleri kırmak ve lekelemek isterseniz insanlar için önemli olanlar ile mukayese ettiriniz. Mesela malum şahsın yaptığı gibi Risale-i Nurları sanki o eserler kutsal kitabımız Allahın kelamı olan Kuran-ı Azimüşşanın yerine tutuluyormuş gibi bir hava estirmek. Bilakis bu eserler Kuran-ı Kerimin anlaşılması ve Kuran'ın hakkaniyetini vurgulamak adına ele alınmış zamanın sorunlarına cevap vermek için telif edilib neşredilmiştir. Hal böyle iken nasıl olurda Kuran-ı Kerim ile mukayese edilebilinir. Padişah size hediye gönderse hediyeyi göndereni bırakıp hediyeyi getirene mi methu senalarda bulunursunuz?
Yedinci olarak; "
İslama göre haram olan cifir ve ebced hesabıyla" islamın hangi kaynağında cifir ve ebced hesabının haram olduğu söylenmektedir?
[BILGI]
Kur’an Açısından Ebced ve Cifir İlmi
Kur'an-ı Kerim'de ebced ve cifir ilmi, haram ve helal noktasından, sarih ve zahir bir şekilde zikredilmemiştir. Ama Hadis-i şerifte varid olduğu gibi,
her âyetin birer zâhir ve bâtın ve her zâhir ve bâtının birer had ve muttalaı ve her had ve muttalaın çok şücun ve gusunu vardır. (İbni Hibban, Sahih 1:146; el-Münavî Feyzü'l-Kadîr, 3:54.) Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, her mesele Kur'an'da sarih ve zahir bir şekilde ifade edilmemiştir. Bazıları remzi, bazıları hafi, bazıları işari, bazıları da sarih ve zahir olarak beyan edilmiştir. Biz kalkıp sadece sarih ve zahiri ölçü alıp diğer ince ve latif manalarını inkar edersek, bu, Kur'an ve sünnetin ruhuna ve özüne aykırı olur. Aynı zamanda İslami ilimlerin ekserisini de inkar etmemiz gerekir. Zira çok ilimlerin meseleleri zahirperestlerin zannettiği gibi sarih ve zahir olarak Kur'an ve Hadis'te geçmiyor.
Diğer bir husus; Kur'an, insanlık için mutlak zarar olan şeyleri sarih ve zahir olarak haram kılmıştır. Sihir, büyü, kumar, fal gibi şeyler sarih ve zahir olarak men edilmiştir. Ama ebced ve cifir ilmi o dönemde bilinmesine karşın, hakkında bir hüküm verilmemiştir. Üstelik ebced ve cifir ilmini Yahudilerin Müslümanlar aleyhinde kullanmasına rağmen. Demek kemale ulaşmış Kur'an, açıkça ebced ve cifir ilmini men etmedi ise, helal olduğu sabit olur.
Ebced ve Cifir ilmini, belki Kur'an ve Sünnetin sarih ve zahirinde göstermek mümkün olmayabilir; ama remzi ve işari yönünde istihrac ve istinbat etmek pekala mümkündür ve caizdir. Bununla ilgili Abdulkadir Badıllı’nın çalışmasından birkaç örnek verelim.
Birincisi: Kur'an-ı Hakîm'de, Rabb-i izzet bütün haşmet ve heybetiyle (En'am Sûresi âyet: 59) yani "Yaş ve kuru ne ki varsa mutlaka Kitab-ı Mübîn'de mevcuddur." diye ferman ediyor.
O halde ve elbette Cifir ve Ebced ilminin esasları da Kur'an'ın işarı ve remzî mânalarının perdeleri altında bulunmaktadır denilse herhalde hata olmaz. Çünki "Kitab-ı Mübîn" bir kavle göre Levh-i Mahfuz, diğer kavle göre Kur'an-ı Kerim'dir. Hakikatta her iki kavlin neticesi de aynı kapıya çıkar. Diyelim Kitab-ı Mübin'i biz Kur'an değil de, sadece Levh-i Mahfuz kabul ettik. O durumda, Levh-i Mahfuz'da Kur'an dahi mevcud olduğundan yine netice bir olur.
Hem "Biz Allah-u Teâlâ hiçbir şeyi bırakmadık, illâ onu Kitab'da yazmışız." En'am Sûresi, âyet:38) Şimdi bu âyetteki "Kitab" lâfzı da, yine ya Kur'an'dır, yahutta Levh-i Mahfuz'dur. Netice olarak üstteki âyetin aynı mânasındadır.
İkincisi: Kur'an-ı Hakîm bir çok âyetlerinde, her şeyin hesaplı, kitaplı olduğunu, sayı ve adetlerinin malum ve muayyen bulunduğunu ve saire, sık sık ilân etmektedir.
İşte biz de o âyetlerden bazılarını buraya kaydetmek istiyoruz:
Hem herşeyi biz, İmam-ı Mübîn'de saymışızdır." (Yasin Sûresi âyet: 12)
Allah-u Teâlâ; yere, yani toprağa giren ve ondan çıkan, göklerden inen ve yerden göklere yükselen herşeyi bilmektedir."(Hadid Sûresi âyet: 4)
Herşeyin hazinesi ancak bizim yanımızdadır. O hazinelerden indirdiğimiz herşey belli bir miktar dahilindedir." (Hicr Sûresi âyet: 21)
Herşey Allah'ın yanında belli ve muayyen bir ölçü iledir." (Ra'd Sûresi âyet: 9)"
Üçüncüsü: Hadîste ona işaret olduğu gibi; Kur'an'daki ondört sûrenin başlarındaki mukatta' harflerin çeşitli ve sırlı ve gizli mânalar olduğu halde, Cifir ve Ebced hesaplarıyla da bir vecih ile alâkadar oldukları muhtemeldir. Çünki bazı yüksek âlimler o yolda kanaat izhar etmişlerdir. İleride örnekleri gelecektir.
Dördüncüsü: Eskidenberi Kur'an'ın bu mukatta' harflerinden başka, sair kelimatından ve harflerinden Ebcedî ve Cifrî hesabla bazı istihracların yapılmış olması ve çoğu zaman bu istihraçların mutabık ve doğru çıkması dahi, Kur'an'ın kâinatı içine alan ilminin ve mânaların denizleri içinde elbette şu Ebced ve Cifir ilmi dahi müraat edilmiş olduğu anlaşılmakta ve hususî şekilde hissedilmektedir.
Yukarıdaki verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, birçok ayetin esas ve ruhunda aritmetik değerler nazara veriliyor. Ebcet ve Cifir ilminin de esası ve ruhu aritmetik değerlerdir. Önemli olan bu ilmi; Kur'an’nın o eşsiz belagat ve icaz kıvrımlarında saklı olan değerlerin çıkarılmasında bir alet ve vasıta olarak kullanmaktır. Said Nursi, İbn-i Arabi, gibi İslam alimlerinin yaptığı aslında budur. Yoksa hariçten ve Kur'an ve Sünnetin malı olmayan şeyleri, Kur'an ve Sünnete dahil etmek demek değildir. Kur'an ve Sünnette var olan gaybi değerleri bazı vasıtalarla açığa çıkarıp, Kur'an ve sünnetin mucizeliğini insanların nazarına izhar etmek en güzel ve hoş bir hizmettir. Zira Kur’an insanların yazdığı ruhsuz ve kışırlı sıradan bir kitap değildir. Allah’ın ezeli ve ebedi isimlerinden süzülüp gelen, her cümle ve kelimesi mucize ve öz olan İlahi bir kelamdır. Böyle olunca Kur’an bütün zaman ve mekanları içine alan ve o zaman ve mekanlara mesajı olan bir kitaptır. Kur’anı hakkı ile bilemeyen ve anlayamayan nadanlar onu ve emir ve yasakları bildiren sıradan bir mecmua olarak görüyor.
Hadis Açısından Ebced ve Cifir İlmi
Hadis kaynaklarında tıpkı Kur’an'da olduğu gibi sarih ve zahir olarak itiraz edenleri susturacak derecede bir netlik ve açıklık yoktur. Ama meşruluğunu reddeden ve haramlılığına işaret eden en ufak bir emare de yoktur. Yani ebcet ve cifir ilmine mubah, hatta müstahsen nazarı ile bakabiliriz. Kur’an’ın i’cazına olan hizmetinden dolayı müstahsen sınıfına girer. Zira çok evliya ve alimler bu ilim ile Kur’an’ın latif ve sırlı i’cazlarını gösterip ilan etmişler..
Hadis kaynaklarında ebcet ve cifir ilmine kaynak olacak ve meşruluğunu ilan edecek mahiyette hadisler vardır.Yine Abdulkadir Badıllı’nın çalışmasından birkaç örnek üzerinde duralım.
Birinci Örnek: Ebcedi ve tefsirini öğreniniz! Veyl olsun câhil âlime!.. Elif, Allah ve İlellah'tır. Yahud Allah isminden bir harftir. "Ba" Allah'ın halk ve icadıdır. "Cim", Allah'ın behcetidir. "Dal" ise, Allah'ın dinidir. Müsned-ül Firdevs 2/43
İkinci Örnek:Yahudî âlimlerinden Ebu Yâsir bin Ahtab bir kısım yahudî âlimleriyle birlikte, Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) yanından geçtikleri bir sırada, Resul-i Ekrem (A.S.M.) Fatiha Sûresiyle, Bakara Sûresinin başı olan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ âyetini okuyordu. Ebu Yâsir'in kardeşi Huyey bin Ahtab bunu işitti, kendi kardeşi Ebu Yâsir'e dedi ki: "Biliyor musunuz, ben Muhammed'i dinledim, ona nazil olmuş olan Kur'an'dan الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuyordu." Yahudiler dediler: "Sen bizzat ondan bunu dinledin mi?" O dedi: "Evet, aynen dinledim."
Bunun üzerine, Huyey bin Ahtab ve Ebu Yâsir, bazı yahudî âlimleriyle birlikte kalkıp Resulullah'a geldiler, dediler: "Yâ Muhammed, sana nazil olmuş olan âyetlerden الم ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ.. الخ yi okuduğunu hatırladın mı?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, hatırladım."
Dediler: "Bu, sana Cebrail vasıtasıyla Allah'tan geldi değil mi?"
Dedi: "Evet aynen öyle..."
Yahudiler dediler: "Senden evvel gelmiş Peygamberlerden hiç birisinin müddeti ve ümmetinin zamanı seninkinden gayrı bilinmemektedir. Bu âyete göre, senin ümmetinin ömrü çok azdır.." Ve Huyey bin Ahtab yanındaki yahudîlere dönerek dedi ki: "Elif birdir, Lâm otuzdur, Mim ise kırkdır. Tamamı yetmişbir sene eder. Öyle ise, siz ey yahudîler! Ümmetinin ömrü sadece yetmişbir sene olan bir Peygamberin ümmeti olur musunuz?"
Sonra Peygamber'e dönerek dedi: "Yâ Muhammed! Senin yanında bu âyetten başka bir şey var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet vardır..."
Dedi: "Nedir?"
Dedi: المص
Huyey bin Ahtab bunu hesaplayınca dedi ki: "Bu evvelkinden daha ağır ve uzundur, yüz altmış bir sene eder."
Huyey yine sordu: "Dahası var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi.
Huyey: "O hangisidir?" dedi.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) الر kelimesini söyleyince, Huyey: "A.. bu daha ağır ve uzundur, ikiyüz otuzbir sene eder."
Yine Huyey Peygamber'e sordu: "Bundan başka da var mıdır?"
Resul-i Ekrem (A.S.M.): "Evet var" dedi ve المر yi okudu.
Yahudî Huyey bunu duyunca daha da afalladı, "Bu daha ağır ve uzun ve ikiyüz yetmişbir sene eder." dedi.
Huyey bütün bunları Peygamber'den duyunca: "Yâ Muhammed! Senin emrin, işin bizi şaşırttı. Bilemiyoruz, müddetin az mıdır, yoksa çok mudur?" Ve kalktılar gittiler. Giderken yolda Ebu Yâsir, kendi kardeşi Huyey'e ve beraberindeki yahudî âlimlerine dedi ki: "Mümkündür; bütün bu rakamların toplamı Muhammed'e verilmiş olsun. Bunların yekûnu ise, yedi yüz kırk üç yıldır."
İşte bu rivayet, iki tarzda ve iki kanal ile gelmiş.
Birisi: Meşhur İbn-i İshak'ın tarihinde ve bu arada Buharî'nin tarih kitabında ve İbn-i Cerir'in tefsir ve tarih kitaplarında rivayet etmişlerdir.
İkincisi: İbn-ül Menzer ve İbn-ü Cüreyc kitaplarında ayrı bir kanaldan tahric etmişlerdir.
İslam Alimleri Açısından Ebced ve Cifir İlmi
Ebced ve Cifir bir ilim dalıdır. Her alimin bu ilim dalı ile meşgul olması gerekmez. Nasıl ki, tabiin döneminden başlayarak farklı İslami ilim dalları oluşmuştur ve her bir alim bu dallardan birisi ile iştigal edip o dalda uzman olmuştur. Aynen bunun gibi, ebced ve cifir ilmi dalında da uzmanlaşıp, o alanda hizmet veren alimler de çıkmıştır. Hatta bu branşlaşma hareketi sahabeler içinde de görülen bir hadisedir. Mesela sahabeler içinde muhaddis, fakih, siyaset, harbiye gibi alanlarda parlayan sahabeler vardır. Peygamber efendimiz her bir sahabeyi istidadı yönünde istihdam etmiştir. Ebu Hureyre ve İbn-i Mesut buna iki misal teşkil eder. Bu yüzden bütün alimlerin ebcet ve cifir ilmi ile iştigal etme beklentisi abesle iştigaldir.
Diğer bir husus, her ilim dalı ve o ilim dalında uzman olmuş alimin sözü ve reyi kendi uzman olduğu ilmi sahada geçerlidir. Mesela dünyaca meşhur olmuş bir mühendisin tıpla ilgili bir fikri, tıp sahasında bir pratisyen doktora denk değildir. Hatta yüz bin mühendis, tıp alanında uzmanlık noktasında basit bir pratisyen doktora müsavi gelmezler. Aynen İslami ilimlerde de bu kural geçerlidir. Fıkıhta müçtehit seviyesinde olan bir alim, hadis alanında İmam Buhariye yetişemez, onun sözü orada İmam Buhari kadar itibar göremez. İşte ebcet ve cifir alanında veya ilm-i tasavvuf ve sırda uzman olmayan alimlerin, tenkidi veya inkarı pek bir şey ifade etmez. Her alimin sözü kendi dalında muteberdir. Mesela; Said Nursi hadis alanında İmam Buhari hazretlerine tabidir. Sahabeler içinde ebcet ve cifir ilmine vakıf ve bu ilmi tedvin edip en çok kullanan sahabe İmam Ali (ra) dır. Nitekim, elde mevcud ve matbu' "El-Cefr-ül Cami" eseri İmam-ı Ali'nin sözlerinden müteşekkil olduğu, yahutta onun hikmetli söz ve yazılanndan derlendiği beyan edilmektedir. Bu eser Mısır'da ve Beyrut'ta ayrı ayrı tab' edilmiştir. Mısır'daki Mekteb-ül Külliyat El-Ezheriye tarafından., ve Beyrut'ta El-Mektebet-ül Hadîse'de 1971 senesinde tab' edilmişlerdir. Hazreti Ali (ra) bu ilimle uğraşması ve sahabelerin de bunu sukut ile tasdikleri, bu ilmin sahabeler açısından da meşru olduğunun vesikasıdır.
Sahabelerden sonra İmam-ı Ca'fer-i Sâdık’ın da bu ilimle iştigal ettiğine dair malumat tarihi vesikalar içinde bulunmaktadır.
Bundan sonra ebcet ve cifir ilmini kabul edip eserlerinde beyan eden alimlerin isimlerini verelim.
1-İbn-i Haldun Mukaddeme . İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan Cifir ve Ebced ilminin mes' elelerini nakleden kişinin Zeydî mezhebli olduğunu, bununla beraber nakleden zâtın bahsettiği kitabı kendisinin göremediğini, ayrıca da Muhyiddin-i Arabi'nin "Anka-u Mağrib" eserinden Cifir ve Ebced hesablarıyla gösterdiği tarihin tutmadığını ve saire gibi tenkidlerde bulunmakla birlikte, Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat uleması yanında dahi Cifrin esası Hazret-i İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğinin meşhur olduğunu da kaydetmektedir. (Bak: Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 323-334)
2- Meşhur İmam-ı Abdullah El-Yafaî "Mir'at-ül Cinan" eserinde der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'in bir talebesi olan Câbir bin Hayyan, ondan aldığı bin yapraklı bir kitabda, beşyüz risale alıp te'lif etmiştir." (Mir'at-ül Cinan 1/304)
3- İmam-ı Celâleddin-i Suyutî, El-Havî Lil-Fetavî Eseri 1/388'de, kendisinin tehecci harfleri (yani: Elif, be, te, se, cim gibi heca harfleri) hakkında bir risalesinin olduğundan bahisle, bu mevzu'da tâlibleri o esere havale eder. Ancak maalesef bu eser elimize geçmemiştir.
4- Meşhur "Edeb-üd Dünya Ve-d Din" kitabı sahibi Ebu-l Hasan El-Maverdî kitabının sh: 23'de Cifir ve Ebced hakkında şu malumatı vermektedir:
Sahabeden Urve bin Zübeyr demiştir ki: En evvel kendi isimlerini yazan kavimden; "Ebced, hevv ez, huttî, kelemen, sa'fas ve kareşet" harfleriyle yazmışlardır.
Kaynak olarak ebcet ve cifir ilmini kabul edip eserlerinde beyan eden alimlerin isimlerini verelim:
1. İbn-i Haldun, Mukaddeme . İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'tan Cifir ve Ebced ilminin mes' elelerini nakleden kişinin Zeydî mezhebli olduğunu, bununla beraber nakleden zâtın bahsettiği kitabı kendisinin göremediğini, ayrıca da Muhyiddin-i Arabi'nin
"Anka-u Mağrib" eserinden Cifir ve Ebced hesablarıyla gösterdiği tarihin tutmadığını ve saire gibi tenkidlerde bulunmakla birlikte, Ehl-i Sünnet vel-Cemaat uleması yanında dahi Cifrin esası Hazret-i İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğinin meşhur olduğunu da kaydetmektedir. (Bak: Mukaddemet-ü İbn-i Haldun sh: 323-334)
2. Meşhur İmam-ı Abdullah El-Yafaî "Mir'at-ül Cinan" eserinde der ki: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'in bir talebesi olan Câbir bin Hayyan, ondan aldığı bin yapraklı bir kitabda, beşyüz risale alıp te'lif etmiştir." (Mir'at-ül Cinan 1/304)
3. İmam-ı Celâleddin-i Suyutî, El-Havî Lil-Fetavî eseri 1/388'de, kendisinin tehecci harfleri (yani: Elif, be, te, se, cim gibi heca harfleri) hakkında bir risalesinin olduğundan bahisle, bu mevzuda tâlibleri o esere havale eder. Ancak maalesef bu eser elimize geçmemiştir.
4. Meşhur "Edeb-üd Dünya ve-d Din" kitabı sahibi
Ebu-l Hasan El-Maverdî kitabının sh: 23'de Cifir ve Ebced hakkında şu malumatı vermektedir:
Sahabeden Urve bin Zübeyr demiştir ki: En evvel kendi isimlerini yazan kavimden; "Ebced, hevv ez, huttî, kelemen, sa'fas ve kareşet" harfleriyle yazmışlardır.
5. Nur-ul Ebsar kitabı s.160'da İbn-i Kuteybe Edeb-ül Kâtib eserinden naklen: "İmam-ı Ca'fer-i Sâdık'ın yazdığı Cifir kitabında, tâ kıyamete kadar muhtaç olunan herşey o kitapta mevcuddur." diye kaydetmektedir.
6. Meşhur allâme Kemâleddin Muhammed bin Musa Ed-Dümeyrî Hayat-ül Hayavan-ül Kübra eseri 1/279'da, aynen Nur-ul Ebsar eserinin, İbn-ül Kuteybe'den naklettiği rivayeti kaydetmiştir.
7. Az yukarıda zaman zaman ondan bahsettiğimiz ve sahife numaralarını verdiğimiz
Şeyh Ahmed El-Bûnî'nin Şems-ül Maarif-il Kübra adlı eserinde: "Nakl-i sahih ile Cifir ve Ebced ilminin, Ca'fer-i Sâdık'tan ulemaya intikal ettiğini yazmaktadır. (bk. a.g.e., s. 325 ve 363)
8. Eski Mekke müftülerinden meşhur allâme
Ahmed Zeynî Dehlan "El-Fütuhat-ül İslamiye" isimli eserinde Cifir ve Ebced ilminin İmam-ı Ali ve Ca'fer-i Sâdık'tan geldiğini ve bu ilimle bir çok büyük âlimlerin Kur'an'dan ve hadîslerden sırlar istihraç ettiğini yazmaktadır. (bk. a.g.e. 1/296)
9. Meşhur Keşf-üz Zünûn kitabı, Cifir ve Ebced ilmi hakkında en geniş bilgi veren bir eserdir. Bu kitab, Cifir ve Ebced ilmi çerçevesinde yazılmış olan bir çok eserin isimlerini de vermiştir.
[/BILGI]
Sekizinci olarak; "
klasik yazdırılma mevzuu" madem Allah var ve madem Allah sevdiği kullarına bazı nimetler vermektedir, keramet ve mucize gibi malumunuz peygamberlerin mucizeleri, alimlerin kerametleri olur. Allah katında makbul olupta kerameti olmayan evliyaullah mı var? Sahih hadislerde görüldüğü ve bilindiği gibi dünya kanunlarına uymayan bir çok hadise peygamber ve evliyaullah ile cereyan etmiştir. İşte öyle de şiddetli muarızlarına Kuran'ın tellallığını yapan ustad bediüzzamanın ilmi ve evliya oluşu zamanının alim ve hocaları tarafından bilinen bir zatın nasıl olur da kerameti olmasın nasıl olur da Allah ona yol göstermesin hiç akıl ile bağdaşır mı? Bir muallim dahi talebesinin sadakatini ve azmini görünce ona daha ayrı bir ilgi ve alak gösterirken şefkatlilerin en şefkatlisi merhametlilerin en merhametlisi Allahu teala nasıl olur da bütün ömrünü islama hizmet eden bir zatı gözetmesin ? Allah'ın adaletine nasıl sığdırırsınız ?
Buyrun bakalım nasıl yazdırılıyormuş:
[BILGI]Kuran’ın iki çeşit tefsiri vardır.
Birisi: Klasik olarak Fatiha Suresi'nden başlayıp Nas Suresi'ne kadar gramer ölçüleri dahilinde, ilmi ve kesbi bir tarzda yazılan tefsirdir. Bu tefsir daha çok Kur’an’ın zahiri ve sarih manasına bakar. Bu tarz ile yazılan tefsirler yüz binleri geçmiştir
İkincisi: Kur'an’ın daha çok remzi ve manevi tefsiridir. Bu tefsir klasik olarak baştan sona doğru yapılan bir tefsir gibi değildir. Daha çok bulunduğu zamanın şart ve ilciatına hitap eden ve o zamanın manevi hastalığına ilaç niteliğindedir. İlmi ve kesbi olmayıp,
Vehbi ve
ledünni bir tefsirdir. Yani; Allah vergisidir. Allah’ın kerem ve şefkatinden o zamanın hastalığına şifa olması için verilen bir ikramdır. Bu tefsirin yazılımında müfessirin fikri ve ilminden, ziyade Allah’ın ilhamı ve Vehbi galiptir. İslam tarihinde bu gibi tefsirler diğer klasik tefsirlere nispeten daha çok ilgi ve alaka görmüştür. Bunun sebebi zamanın yaralarına tam ilaç olması ve avama hitap etmesidir.
Risale-i Nur da bu ikinci sınıf tefsirlerdendir. Kesb ve ilimden ziyade, Vehbe ve ilhama dayanan bir tefsirdir. Üstat, buna Risale-i Nur’un çok yerlerinde işaret ediyor. Yazmayıp, yazdırılması bu manaya işaret içindir. Bu da İslam tarihinde daha önce vuku bulmuştur ve şimdi de Risale-i Nur buna mazhar olmuştur. Bunun İslam’a zıt bir yönü yoktur.
Allah’ın ilhamının derece ve mertebeleri vardır. Bu ilham derecesi arıdan başlar, avam insanlara, oradan kalbi külliyet kesp etmiş büyük zatlara, oradan da meleklere kadar nevileri vardır.
Bunlar ayet ve hadislerle sabit bir hakikattir. Allah arıya ne yapacağını ilham edecek, ama çok zor durumda kalmış kullarına Kur'an’ın îşari ve remzi manalarını ilham yolu ile ders vermeyecek. Bu hem şefkatine hem de hikmetine münafi olur. Bu mana, ümmetin alimlerince de kabul görmüş bir hakikattir. Yoksa birkaç ön yargılı ve İslami ilimlerden uzak şahsın, delilsiz ve mesnetsiz fikirleri ölçü değildir.[/BILGI]