Risale-i Nur'dan nasıl daha fazla istifade edebiliriz - 5 - (Misal)
Buraya kadar anlattıklarımızı Yedinci Söz üzerinde gösterelim:
YEDİNCİ SÖZ
1. HÜKÜMŞu kâinatın tılsım-ı muğlakını açan
[آمَنْتُ بِاللّهِ وَ بِالْيَوْمِ اْلآخِرِ]
(Allaha ve ahiret gününe iman ettim) ruh-u beşer için saadet kapısını fetheden ne kadar kıymetdar iki tılsım-ı müşkil-küşâ olduğunu ve sabır ile Hâlikına tevekkül ve iltica ve şükür ile Rezzâkından sual ve dua ne kadar nâfi ve tiryak gibi iki ilâç olduğunu; ve Kur'an'ı dinlemek, hükmüne inkıyad etmek, namazı kılmak, kebâiri terk etmek ebedü’l-âbâd yolculuğunda ne kadar mühim, değerli revnakdâr bir bilet, bir zâd-ı âhiret, bir nur-u kabir olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:[1]
2. MİSALBir zaman bir asker, meydan-ı harb ve imtihanda, kâr ve zarar deverârında pek müdhiş bir vaziyete düşer. ŞÖYLE Kİ:
Sağ ve sol iki tarafından dehşetli derin iki yara ile yaralı ve arkasında cesîm bir arslan, ona saldırmak için bekliyor gibi duruyor. Ve gözü önünde bir darağacı dikilmiş, bütün sevdiklerini asıp mahvediyor, onu da bekliyor. Hem bu hâli ile beraber uzun bir yolculuğu var, nefyediliyor.
O bîçare, şu dehşet içinde, meyusane düşünürken; sağ cihetinde Hızır gibi bir hayırhah, nuranî bir zât peyda olur. Ona der:
“Meyus olma.
Sana iki tılsım verip öğreteceğim. Güzelce istîmal etsen; o arslan, sana müsahhar bir at olur. Hem o darağacı, sana keyif ve tenezzüh için hoş bir salıncağa döner.
Hem sana iki ilâç vereceğim. Güzelce istîmal etsen; o iki müteaffin yaraların, iki güzel kokulu gül-ü Muhammedî (Aleyhissalâtü Vesselâm) denilen latif çiçeğe inkılab ederler.
Hem sana bir bilet vereceğim. Onunla, uçar gibi bir senelik bir yolu bir günde kesersin. İşte eğer inanmıyorsan bir parça tecrübe et. Tâ doğru olduğunu anlayasın."
Hakikaten bir parça tecrübe etti. Doğru olduğunu tasdik etti. Evet ben, yani şu bîçare Said dahi bunu tasdik ederim. Çünki biraz tecrübe ettim, pek doğru gördüm. Bundan sonra birden gördü ki: Sol cihetinden Şeytan gibi dessas, ayyaş aldatıcı bir adam, çok zînetler, süslü sûretler, fantâziyeler, müskirler beraber olduğu halde geldi, karşısında durdu. Ona dedi:
-Hey arkadaş! Gel gel, beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız sûretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şa tatlı yemekleri yiyelim.
Sual: Hâ hâ, nedir ağzında gizli okuyorsun?
Cevap: Bir tılsım.
-Bırak şu anlaşılmaz işi. Hâzır keyfimizi bozmayalım.
S- Hâ, şu ellerindeki nedir?
C- Bir ilâç.
- At şunu. Sağlamsın, neyin var? Alkış zamanıdır.
S- Hâ, şu beş nişanlı kâğıt nedir?
C- Bir bilet. Bir tâyinat senedi.
- Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım! der. Herbir desise ile onu iknaa çalışır. Hatta o bîçâre, ona biraz meyleder. Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım.
Birden sağ cihetinden ra'd gibi bir ses gelir. Der: "Sakın aldanma. Ve o dessâsa de ki: Eğer arkamdaki arslanı öldürüp, önümdeki darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları defedip, peşimdeki yolculuğu menedecek bir çare sende varsa, bulursan; haydi yap, göster, görelim. Sonra de: Gel keyfedelim. Yoksa sus, hey sersem! Tâ Hızır gibi bu zât-ı semâvî dediğini desin."
3. HAKİKATİŞTE ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim!
Bil! O bîçare asker ise, sensin ve insandır.
Ve o arslan ise, eceldir.
Ve o darağacı ise, ölüm ve zeval ve firaktır ki; gece gündüzün dönmesinde her dost vedâ eder, kaybolur.
Ve o iki yara ise, birisi müz’ic ve hadsiz bir acz-i beşerî; diğeri elim, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir.Ve o nefy ve yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, sabâvetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırat’tan geçer bir uzun sefer-i imtihandır.
Ve o iki tılsım ise, Cenâb-ı Hakk'a îmân ve âhirete îmandır.
EVET, şu kudsî tılsım ile ölüm; insan-ı mümini, zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna, huzur-u Rahman'a götüren bir müsahhar at ve burak sûretini alır. Onun içindir ki, ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler. Daha ölüm gelmeden ölmek istemişler.
Hem zeval ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman, o iman tılsımı ile, Sâni-i Zülcelâl'in taze taze, renk renk, çeşit çeşit mûcizât-ı nakşını, havarık-ı kudretini, tecelliyat-ı Rahmetini, Kemâl-i lezzetle seyr ve temaşaya vasıta sûretini alır. EVET, güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş, daha güzel manzaralar teşkil eder.
Ve o iki ilâç ise, biri sabır ile tevekküldür. Hâlıkının kudretine istinad, hikmetine itimaddır, öyle mi?
EVET. Emr-i [كُنْ فَيَكُونُ]’e mâlik bir Sultan-ı Cihân'a acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müdhiş bir musibet karşısında
[اِنَّا لِلّهِ وَاِنَّآ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ]
deyip itminan-ı kalb ile Rabb-ı Rahîm'ine îtimad eder.
EVET ârif-i billâh, aczden, mehâfetullahtan telezzüz eder. EVET havfta lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: “En leziz ve en tatlı hâletin nedir?” Belki diyecek: “Aczimi, zâfımı anlayıp, vâlidemin tatlı tokatından korkarak yine vâlidemin şefkatli sinesine sığındığım hâlettir.” Hâlbuki bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lema-i tecelli-i rahmettir. Onun içindir ki kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki; kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah'a acz ile sığınmışlar. Aczi ve havfı, kendilerine şefaatçi yapmışlar.
Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile taleb ve dua ve Rezzâk-ı Rahîm'in rahmetine îtimaddır, öyle mi?
EVET. Bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevvâd-ı Kerim'in misâfirine fakr ve ihtiyaç, nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştiha sûretini alır. İştiha gibi fakrın tezyîdine çalışır. Onun içindir ki kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama! Allah'a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip, dilencilik vaziyetini almak demek değildir.
Ve o bilet, sened ise; başta namaz olarak edâ-yı ferâiz ve terk-i kebâirdir. Öyle mi?
EVET. Bütün ehl-i ihtisas ve müşâhedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla; o uzun ve karanlıklı ebedü’l-âbâd yolunda zâd ve zahîre, ışık ve Burak, ancak Kur’an’ın evâmirini imtisâl ve nevahîsinden içtinab ile elde edilebilir. Yoksa fen ve felsefe, sanat ve hikmet o yolda beş para etmez. Onların ışıkları, kabrin kapısına kadardır.
4. HİSSEİŞTE ey tenbel nefsim!
Beş vakit namazı kılmak, yedi kebâiri terketmek ne kadar az ve rahat ve hafiftir. Neticesi ve meyvesi ve faidesi ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu, aklın varsa, bozulmamış ise anlarsın.
Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: Eğer ölümü öldürüp, zevâli dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa söyle, dinleyelim. Yoksa sus! Kâinat mescid-i kebirinde Kur'an kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım, hidâyetiyle amel edelim ve onu vird-i zeban edelim. EVET, söz odur ve ona derler. Hak olup, Hak'tan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.
-------------------------------------------------------
[1] Hüküm kısmında Allah’a ve ahirete iman 2 tılsım, tevekkül ve dua 2 ilaç, Kur’an’a itaat ve namaz bir bilet olmak üzere 5 madde zikredilmiştir. Misal, hakikat ve hisse kısımlarına dikkat edilirse oralarda da 5 madde zikredildiği görülür.
Kaynak:
Risale-i Nur'un Mahiyeti ve İstifade Yolları
İdris Tüzün