12-Anlatım.
· Çinliler şöyle demiş “sana bir balık ziyafeti çeksem, yarın senin karnın yine acıkır. Ben sana balık tutmasını öğreteyim, karnın acıktığında balık tutup yersin.”
Risale-i Nur eğitiminde de bir kısım insanlar balık tutup ziyafet çekiyor, bir kısımda balığı afiyetle yiyor. Fakat çoğunluğun balık yiyenler olduğu da bir gerçek. Uzun yıllar risaleleri tanıdığı halde, hala balık yemekden başka bir şey bilmeyenler maalesef bir hayli fazla. Aslında herkesin balık yiyen değilde balık tutan olmaya çalışması gerekir. Olması gereken, ideal olan budur. Fakat bunun pratiğe aktarılması da gerçekten zor.
İnsanların ekseriyetinin hizmeti imaniyye ve kuraniyyede aktif olmayışının bir çok sebepleri vardır. Bunların bir kısmının haklılık payı elbette vardır. Ama çoklarının pasif olmasının temelinde onların tembelliklerinden başka bir şey yoktur. Elbette her insanın durumu bir değildir. Fakat biz elden geldiği kadar eğitime aktif olarak katılanların sayısını artırmamız gerekir. Kabiliyetli olanları açmaya çalışmadığımız takdirde onlarıda pasifliğe iteriz. Eğitimde pasiflik ise verimi düşürür. İstifadeyi azaltır.
İşte anlatım metodu eğitime katılanların aktif hale gelmesinin en mühim bir sebebidir. Fakat bu metod (eğitimin her alanında olduğu gibi) kolaydan zora, azdan çoğa doğru bir seyr takip etmelidir. Aksi halde bunu uygulamak ve devam ettirebilmek zor olur. Başlangıçta üç kişiye kısa birer konu verilir. Çalışmaları için belli bir süre tanınır. Daha sonra biraraya gelindiğinde, sırayla herkesin konusunu beş dakika da anlatmaları istenir. Anlatmada ifrat ve tefrite kaçmamakta bir esas olmalıdır. Anlatmanın sonunda bir değerlendirme (anlatanları kırmadan, rencide etmeden) yapılmalıdır. Böylelikle eksikler ve güzellikler tezahür eder.
Bu anlatım başlangıçta beş dakika olursa kolay olduğu için tatbik edilebilir. Daha sonra bu süre on, onbeşe de çıkarılabilir. Şahıslar olarak da başlangıçta kabiliyetli birkaç kişi bunu yapar ve tutturulabilirse, bu hal diğerlerinide kamçılar, onlarda bu tarz çalışmaya aktif olarak katılmak isterler. Başlangıçta bazı hatalar olabilirsede onların cesaretlerinide kırmamak gerekir.
İsti’datlar, tecrübeyle inkişaf eder. Anlatım metodu talebelerin hitabet kabiliyyetini geliştirir ve isti’dadlarını inkişaf ettirir. (Mal vermekle azalır, ilim vermekle çoğalır.). Kullanılmayan bilgiler ise çok çabuk unutulur.
Aynı zamanda anlatılan mevzu hem anlaşılır, hemde akılda daha çok kalır. Aynı zamanda bu öğrenmeyi zevkli bir hale getirir.
13-Ev dersi.
Ayeti kerimede “Ey iman edenler! Nefsinizi ve ailenizi yakacağı insanlarla taşlar olan bir ateşten koruyun” (Tahrim : 6) buyrulmuştur. İslam alimleride bu “koruma”nın “kişinin İslamı öğrenmesi, yaşaması ve aile efradına öğretip, onlarında yaşamasına vesile olmasıdır” diye izah ediyorlar. Bu hususta peygamberimiz (asv) da “hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz” buyurmuştur. Bu ayet ve hadistende anlaşıldığı gibi, her anne, her baba kendi çocuğuna dinini öğretmekle mükelleftir.
Günümüzde islami şuura sahip bir kısım anne ve babalar bile bu mevzuda ihmalkar olabiliyor veya işi başkalarına havale edebiliyorlar. Tabii bunun yanında ifrat ederek baskıcı zora dayalı bir üslupla çoluk ve çocuğunu dinden imandan nefret edecek bir hale getirenlerde yok değil. Müslüman olarak biz ailemize İslami bir eğitimi vermekle mükellefiz. Başta bunu başkalarına havale edilemeyecek kadar önemli bir vazife telakki etmeliyiz. Fakat bu vazifeyi tatbik ederken önce yaşayarak, ikincisinde ise ikna ederek ve sevdirerek yapmamız gerekir.
Her anne her baba evinde bir ders faaliyeti başlatabilir. Mesela evde haftada birde olsa bu yapılabilir.
Üstad “Hanımlar Rehberi” adlı kitabında şöyle der:
Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı kurtarmadınız?" diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.
14-Üç Çeşit Okuma:
Risale-i Nur üç şekilde okunabilir (okunmalıdır).
Birincide anlaşılsada anlaşılmasada sırf okumuş olmak için okuma. Bu tarz okuma faideden halideğildir. Günde 10 sahife okuyan şahıs senede 3650 sahife okumuş olacaktır. 5 sahife okuyan 1825 sahife okumuş olacaktır ki hiçte az değil. Bu tarz okuma risale mevzularının tazeliğini zihinde daima korumasına yardımcı olur. Veya unuttuğumuz şeyleri hatırlamaya vesile olur.
İkinci okuma tarzı da, mevzu araştırması şeklindedir. Mesela “Risale-i Nurda nefis terbiyesi” nasıldır. Tevhid, risalet ilh. Her bir mevzu bir araştırma mevzuu (tez) olarak ele alınarak bu mevzuun derli toplu bir hale getirilmesine çalışılabilir. Bu tür çalışmalar kafamızdaki mevzuların dağınıklıkdan kurtulmasına vesile olur.
Üçüncü tarz okuma ise, bazı imani risaleleri vird edinme şeklinde okumaktır. “Ayet El-Kübra” “Haşr” “Münacat” gibi imani risaleler, ehli tarikatın yaptığı gibi vird edilerek okunduğu takdirde çok büyük feyzlere ve imanın inkişafına vesiledir.
Ehli tarikat zikrin 3 mertebe olduğunu söyler. Onlara göre birinci mertebede mürid “diliyle” zikreder. Bu esnada zihin başka yerlerdedir. Fakat bu zikre devam ede ede neticede “dil” ve “kalp” birleşir. Dil “Allah” derken kalpte dağınıklıktan kurtulmuş bir halde dile refakat ederek o da “Allah” der. Bu zikre devam neticesinde ise artık “zikr” kalbe yerleşir. Zaten zikirden gayede bu hale erebilmektir. Bu merhalede “dil” sussa bile, kalp devamlı zikr üzeredir. Dünyevi haller onu zikirden alıkoymaz. Nakşibendi tarikatında “halvet der encümen” “kalabalığın içinde Allahla beraber olma” esasıda bu zikre işaret eder. Nur suresindeki “Öyle erler (ki) mallar ve alış veriş onları Allahı zikirden alıkoymaz” ayetini bu hale delil olarak zikrederler.
Risale-i Nurun imani bahislerinide vird ederek okumak, bize daha çabuk ve daha geniş iman halini telkin eder. Birinci derecede belki okurken “gözlerimiz” okur, zihnimiz başka yerlerde olur. Fakat bu okumayı hergün (veya gün aşırı) devam ettirirsek, neticede zihnimiz toparlanır, gözümüz, aklımız ve kalbimizle okumaya başlarız. Buna da devam ede ede neticede artık öyle bir hale gelirizki, okuduğumuz şeyler bir metin, bir kitap olmaktan çıkar zihnimizin bir hali olur. Risalelerin anlattığı şeyleri zevkeder, onları aklen değil vicdanen hissederiz. Okuduğumuz şeyler üstadın anlattığı şeyler değil, artık bizim kendi hissiyatımız, kendi düşüncelerimiz olur.
Hülasa bu tarz okumanın fevaidi ve mertebeleri pek çoktur.
15-Yaylalarda Kalmamak:
Bu maddede bahsedeceğimiz mevzu risaleleri yeni okumuşlar için değil. Risaleleri uzun bir müddet okumuş ve onun ne olduğunu ve ne olmadığını anlamış kimselerle ilgilidir. Şöyleki;
Eğitimciler ve psikologlar öğrenim esnasında öğrenim görenlerin belli bir öğrenim devresinden sonra bir duraklama dönemine girdiklerini, fakat bunun geçici olduğunu, yine bir müddet sonra öğrenim görenlerin tekrar öğrenimde mesafe katetmeye başladıklarını söylerler. Psikologlar bu duraklama dönemini “yayla” olarak isimlendirirler.
Risale-i nur öğreniminde de adeta böyle “yayla” tabir edebileceğimiz hallere rastlıyoruz. Bazen bazı kimseler belli bir zaman risaleleri okuduktan sonra, artık “ben biliyorum, bilmediğim şey kalmadı, bundan sonraki okuyuşum luzumsuz ve gereksiz” gibi bir duyguya kapılırlar ve risalelerle iştigali bırakırlar. Hatta meşgul oldukları zaman bir bıkkınlık haline bile düçar olurlar. Bazıları bu dönemden sonra inişe de geçebilirler. Devam edenler ise büyük bir hazine kazanırlar.
Vazgeçenleri aldatan Risale-i Nuru yalnızca akla hitap eden, basit diğer kitaplar gibi zannetmeleridir. Halbuki Risale-i Nur insanın yalnızca aklına değil, ruhunun bütün latifelerine hitap eden fevkalade bir tefsirdir. Onu bir iki kere okumakla insan elbette çok istifade eder, fakat inceliklerini, sırlarını bir kere okumakla da kavrayamaz. Ondan istifade etmenin şartı ona mahrem olmakla mümkündür. İffetli hanımlar kendilerini namahremden nasıl gizliyorlarsa, risalelerde kendilerini namahreme vermez, mahrem olmanızı isterler. Ona mahrem olmakta ciddiyet ve sabırla, onu mütalaa etmek ve vazgeçmemekle olur.
Aşağıya risalelerde bu mevzuyla ilgili bazı yerleri alıyoruz.
Sure-i İhlas'ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki manevî duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve kuvve-i müfekkire gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve kalb gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkeza... Git gide o tekrarda yalnız bir kısım letaif kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi' olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lafızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-ü İlahî olduğunu tahattur etmekle, daimî bir feyze medardır.
26. mektup. 4. mebhasın 8. meselesi.
Risale-i nur kuran hakikatlerini tefsir ettiği için kuranın hakikatlerindeki hal risaleyede aksetmiştir. Risale-i nur insanın yalnızca aklına hitap etmez. Elbette hep akli şeyler arayanlar diğer latifelerin fonksiyonlarını unutanlar belli bir zaman sonra bıkkınlık hissederler. Halbuki risaleyi tefekküri bir ibadet niyetiyle veya huızuru daimiyi hissetmek için okusalar durum farklı olurdu. Üstad gençlik rehberinde şöyle der :
“İman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. Şayet biri biliyor, taallüm etmeğe muhtaç değilse ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir. (gençlik rehberi: )
Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir. (Barla Lahikası : 260)
Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. ( Mektubat : 26. mektup. 4. mebhasın 2. meselesinden. )
Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. ( Barla: s. 310)
Şu Otuzüç Pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zaîf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, "Bir pencere bana kâfi geldi, yeter" diyemezsin. Çünki senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise; kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hattâ hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh herbir pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır. (Mektubat: Pencereler