Cevap: Risalelerde ve Kur'an'da Bazı Tevafuklara İtiraz ve İtirazlara Cevap
Yapılan itiraz:
Kur'an’ın levh-i mahfuzdaki gibi yazılması mümkün olsaydı; bu durum, sahabîler için -tam da ihtiyaç olduğu dönemde- evleviyetle söz konusu olurdu. Ne Kur'an’ı toplayan sahabîlerden ne de Mushaf yazan hattatlardan böyle bir iddia sâdır olmuştur.
Müslümanlar bu duyarlılığı, daha sonra Kur'an harflerinin noktalanmasında ve harekelendirilmesinde de devam ettirmişlerdir:
Basra’da vali olan Ziyad b. Sümeyye, Ebu’l-Esved’den dili ıslah etmesi için bir usûl koymasını istemişti. Bidayette Ebu’l-Esved bu teklifi kabul etmemişti. Fakat, zamanın hadiseleri içinde, Arap dilinin fesada uğradığını ve Kur'an’a da zarar geleceğini düşünen Ziyad, bir adama, Ebu’l-Esved’in yolu üzerine oturup, bir ayeti yanlış okumasını tembih etti. Bunun üzerine o adam Tevbe suresinin 3. ayetinde yer alan "rasûl" kelimesindeki lâm harfini kesre olarak okudu (ayetin manası "Allah ve Resulü müşriklerden beridir" iken, lâm’ın kesreli okunuşunda; "Allah, müşriklerden ve Resulünden beridir" anlamı çıkar). Bu okuyuşu işiten Ebu’l-Esved "İnsanların durumunun böyle olacağını tahmin etmezdim" diyerek, Ziyad’a gitti, onun istediği şeyi yapacağını söyledi ve kendisinden kâtip istedi.
İşte Ziyad, bu hayırlı işin başlatılmasına ancak bir hile ile vesile olabilmiştir. Olay şöyle devam etmiştir:
Ziyad ona 30 kadar kâtip gönderdi. O, Abdulkays’tan olan birini tercih etti. Ona: "Bir eline Mushafı, diğer eline de mürekkep rengine muhalif bir boya al, bir harfin telâffuzunda fetha okuduğunu görünce tam üzerine bir nokta koy, kesre okuduğumda altına bir nokta koy, ötre okuduğumda da harfin önüne bir nokta koy, eğer şu harekelerde gunne yaparsam iki nokta koy!" diye talimat verdikten sonra, Kur'an’ı ağır ağır okumaya başladı, kâtip de noktaları koyuyordu. Her sahife tamam oldukça, kâtip Ebu’l-Esved’e sahifeyi iade ediyor, o da kontrol ettikten sonra, devam ediyorlardı. Bu iş böylece Mushafın irabı tamamlanıncaya kadar devam etti.
Mushaf yazımında muhtelif renkli mürekkeplerin kullanımı da böyle başlamıştır.
Bilhassa harflerin noktalanmasından sonra, hareke noktalarıyla harf noktaları birbirine karışmasın diye, daire şeklindeki hareke noktaları behemehâl lâzımdı. Baştan harflerde nokta olmadığından bu iltibas yoktu. Aynı renkte olmak işi hâlledemiyordu. Hareke noktaları asıl yazıdan sanılmasın diye harflere mahsus ve ekseriya siyah olan noktalardan ayrılmak üzere Mushaflarda ayrı renkte konurdu.
Sahabenin hepsinin aynı kültür seviyesinde olmayışı, tâbiîlerin de ekserisinin yabancı kavimlerden oluşu, Kur'an’ın okunuşunda zorluklar meydana getirmeye başlamış, ilk asrın ikinci yarısına doğru, Arap alfabesindeki birbirine yakın harfleri ayırt etmek için, bunların bazıların altlarına ve üstlerine noktalar koymak icap etmişti. (...) Kur'an-Kerim’e nokta ve hareke konulması, bidayette epeyce münakaşa konusu olmuş, seleften birçok kimse bu hareketi kerih görmüşlerdi. Meselâ, İbn Ömer, Mushaflarda noktayı kerih görür; Abdullah b. Mesud, "Kur'an’ı her şeyden tecrit ediniz" derdi. İbrahim en-Nehaî de Kur'an’a nokta koymayı kerih görür, "onu her şeyden tecrit ediniz, kendisinden olmayan bir şeyle onu karıştırmayınız" derdi. Malik de bundan hoşlanmaz, yalnız küçüklerin Kur'an’ı öğrenmeleri için noktalamayı ve harekelemeyi tecviz ederdi.
İtiraza cevap:
(- Kur'an'ın Allah tarafından Hz. Peygamber (a.s.m)'e indirilmesi iki safhada gerçekleşmiştir. Bunlardan birincisi Kur'an'ın toptan indirilmesi anlamında olan "İnzal" safhasıdır ki, Kur'an'ın Levh-i Mahfûz'a intikali anlamına gelir. Allah'ın ezeli ilminin bir nevi tezahürü olan ve ilim sıfatından gelen Kur'an, öncelikle levh-i mahfuza intikal etmiştir. Kur’an’ın Levh-i mahfuzda yazılı olduğu hususu, “O, Levh-i mahfuzda olan pek şerefli bir Kur’an’dır.”(Buruc, 85/21-22) mealindeki ayette açık bir şekilde ifade edilmiştir.
- İslam alimleri, Kur’an’ın iniş sırası, belli sebepler altında indiği için, Kur’an’ın şu andaki yazılı tertibinden farklıdır. Hz. Peygamber (a.s.m) bir ayet veya ayet gurubu indiği zaman, onun/onların Kur’an’daki yerini söyler ve oraya konmasını emrederdi. Mesela, en son inen ayet, Bakara suresinin 281. ayetine konmuştur. İlk inen Alak suresi, 96. sıraya yerleştirilmiştir. Ayetlerin tertibi/mevcut sıralanması, tamamen vahye dayalı/Hz. Peygamber (a.s.m)’in emriyle yapıldığına dair İslam alimleri arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Alimlerin büyük çoğunluğuna göre, özellikle de son çalışmaların ortaya koyduğu verilere göre, surelerin mevcut sırası da Hz. Peygamber (a.s.m) tarafından tespit edilmiştir.
- Ebû Bekr el-Enbarî gibi bazı âlimlere göre, Kur’an’ın sûreleri de âyetleri gibi tevkifidir. Şu anda elimizde bulunan Mushaf şeklinde tanzimi bizzat vahiy ile tespit edilmiştir.(bk. İtkan,., I/82).
Kirmani'ye göre, Kur'an'ın mevcut şekli Levh-i mahfuzdaki şeklinin aynısıdır. Tîbî, Beğavî gibi “alimlerin büyük bir kısmına göre”de; elimizde bulunan Mushaf-ı şerifin mevcut şekli, Kur'an'ın Levh-i mahfuzdaki şeklidir.(İtkan, 1/82-83;Âlûsî, I/26.).
Beyhaki, Ebû Cafer en-Nahhas gibi âlimler de -yaklaşık- aynı görüşü paylaşmışlardır.( bk. İtkan., I/ 83; Âlûsî, I/26.) Âlûsî de sûrelerin tertibinin tevfîkî, ve Levh-i mahfuzdaki şeklinin aynısı olduğunu savunmuş ve bunun âlimlerin cumhuruna ait bir görüş olduğunu belirtmiştir.(Âlûsî, a.g.y).
Muasır âlimlerden Subhi Salih de bu görüşü savunmaktadır.(Subhi Salih, Mebahis, 71).
- Şimdi, Bediüzzaman’ın da pek çok alimin savunduğu bir görüşü benimsemesinin neresi yanlıştır? “Ne Kur'an’ı toplayan sahabîlerden ne de Mushaf yazan hattatlardan böyle bir iddia sâdır olmuştur” ifadesi, hiçbir alimin böyle bir şey söylemediği imajını oluşturarak muhatabı yanıltmaya yönelik sinsi bir hıyanet-i ilmiyedir.)
(Her konuda olduğu gibi, Kur’an konusunda elbette çok daha titiz davranan insanların bazı değişik okuma sistemleri konusunda temkinli davranmaları doğaldır. Fakat sonuç, söz konusu çekincelerin aksine olmuş ve bunun ümmetin hayrına olduğu hususunda bütün ümmet ittifak etmiştir.)