Konuya cevap cer

Son operasyondan Aksiyon dergisinin görüştüğü Memduh  Bayraktaroğlu, bir numaranın Dalan olduğu iddiasında. Büyükanıt’tan umut  kesenlerin Kanadoğlu’nu ‘sivil genelkurmay başkanı’ gibi kullandığını da  savunuyor. İşte Aksiyon'un operasyondan önce yaptığı çarpıcı röportaj...

 

 Allah korudu demek ki. Bu röportajı 2008 yılının son  günü yaptık Memduh Bayraktaroğlu ile. Görüşme niyetim Çiller dönemi ve  kendisinin basını eleştirerek yazdığı bir yazısıydı açıkçası. Neler konuşmadık  ki. Bedrettin Dalan’ın bir numara olduğundan tutun da… Röportajı geçen hafta  yetiştirip başlığa da ‘Bir numara Bedrettin Dalan’ deseydik vay hâlimize!

 

Neyse… ‘Tansu Çiller yalakası’ olarak adlandırılan,  hayattaki son kazığı Özer Çiller’den yiyen, 28 Şubat sürecinde Ufuk Söylemez  gibi milletvekili arkadaşları tarafından kullanıldığına dikkat çeken, bugün aynı  şeyin Şamil Tayyar için geçerli olduğunu iddia eden Bayraktaroğlu’nun hayat  hikâyesi de ilginç. Dündar Kılıç’ın şirketinde genel müdür iken yardımcısı da  kayıp eski MİT’çi Tarık Ümit olan Bayraktaroğlu, 12-13 yaşlarında da müezzinlik  yapmış biri. Çocukken Edirne’ye Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir sohbetine  götürülen Bayraktaroğlu, orada kızmasına rağmen bugün Türkiye’nin geleceğinde  onun din anlayışının önemine inanıyor.

 

Orduda istihbarat daire başkanlığı yapmış kayınpederinin  ikazı ile Dündar Kılıç’ın yanından ayrılan Bayraktaroğlu, 2000-2002 arasında da  fiili olarak Tansu Çiller’in siyasi danışmanlığını yaptı. 14 kitap yazdı; Aşk  Tehcir Dinlemez adlı 15.sini bitirmek üzere. Kitaplarında gerçeklerden kurgular  yapıyor. Mesela, Derin Kıyamet romanında General Necip Targan, daha Ortadoğu’da  İsrail devleti yokken, Türkiye’nin oradaki olası bir İsrail devleti için dizayn  edildiğini söylüyor. Onun için de diyor ki “Türkiye, dünyanın en büyük Yahudi  devletidir.” Memduh Samuray Bayraktaroğlu, “Ben bunları bir generalden  dinlemesem niye yazayım? Nasıl uydurayım böyle bir şey?” de diyor.

 


-22 Kasım’da blog’unuzda bir yazı yazdınız. ‘Benden 

bir  b.k olmaz’ gibi argo bir başlık koydunuz. Nasıl o noktaya geldiniz?

 

Haksız rekabete kızıyorum. Ben 14 tane kitap yazacağım,  toplam 6 bin sayfa bunlar. Kitaplarımdan tek satır söz edilmeyecek. Kürtlerle  Dans’ta yazdıklarım neredeyse artık kehanet gibi bir bir gerçekleşecek. 2004’te  yazdım kitabı, Ergenekon 2007’de başladı. 2004’te 2007-2008’i anlattım. Geleceği  anlatır benim bu kitabım. Bugün işte oluyor onlar. Ergenekon’u o zaman yazdım,  paşayı, emekli paşayı.

 

-Nereden beslendiniz yazarken? Bilgi toplama  yöntemleriniz nelerdir?

 

İşte onu bana ne olursun sorma. Hâlen sormasınlar onu.  Ben sade kulağı delik bir adam değilim. Çok geziyorum. Ben mesela Deniz  Baykal’la da çok yakın sohbeti, dostluğu olan bir adamımdır.

 -Ama beslendiğiniz kaynaklar vardır.

 Verilerden giderek. Ben hayal gücümü yaşadıklarımla  pekiştirerek yazıyorum. Görüyorum mesela. Eski bir bakan eski bir generale, bunu  off the record (kayıt dışı) söyleyeceğim yalnız. Bana sadece iş dünyasından  değil, siyaset dünyasından da bilgiler geliyor. Oturuyorum ondan sonra Emin  Çölaşan’ın yazılarını okuyorum. Öyle yazılar yazıyor ki Çölaşan. Resmen tahrik  yani. Şimdi Çölaşan, Hilmi Özkök Paşa ile kavga etmeye, Paşa’yı eleştirmeye  başladığı andan itibaren dikkatimi çekiyor. Çünkü Emin Çölaşan normalde hiçbir  komutanı eleştiremez.

 

-Hangi dönemde oluyor bu?

 

2003. Bütün bunlara rağmen ben romanlarımı somut  bilgilerle desteklerim.

 

-İlhan Selçuk ve Mehmet Ali Kışlalı’yı okudunuz mu AK  Parti’ye 



kapatma davasının açılması öncesinde? Neler yapılacağını âdeta  yazmışlar.

 Ben onları okuduğum için daha öncesinden, daha  öncesinden başlıyor bunlar. Sabih Kanadoğlu’nun çıkışı planlıdır. Bakın  Kanadoğlu o dönemde Türkiye’nin sivil genelkurmay başkanı idi. Bu benim  tespitimdir. Yalan ya da sahi. Kulağına gitmiş, çok kızmış Sabih Bey benim bu  lafıma. Ama o anda Kanadoğlu, Yaşar Büyükanıt’ın yaptığı görevi yapmakla  görevlendirilmişti. Büyükanıt’ın bir defa darbe yapma ihtimalinin sıfır olduğunu  hepimiz biliyoruz. Büyükanıt gaz alan bir yapıdadır.

 

-Özkök gibi mi?

 

Özkök gaz almaz. Özkök aynı zamanda yapıcıdır, yapar da.  Yaşar Paşa öyle değildir. Gelir aşağıdakilere der ki ‘yapacağız bekleyin.’  Yukarıya çıktığı zaman herkes sorumluluğunu bilsin der. Özkök öyle değildi.  Özkök, teğmenle bile konuşurken ‘otur oturduğun yerde’ diyen bir kişilikti.  Yaşar Büyükanıt şunu istiyordu. Biz yapmayalım bu darbeyi, gelin sivillere  yaptıralım. Onun için apoletlerini çıkartmadan Sabih Kanadoğlu’nu genelkurmay  başkanı yaptılar. 20 sene sonra göreceksiniz Kanadoğlu’nun o günün sivil  genelkurmay başkanı olduğunu Türkiye yazacaktır. Orada bir plan vardır. Bakın  bir yerde bir inanç geliyor, öbür tarafın çıkarıyla da çok güzel çakışıyor; ama  iki taraf da birbirinin ne yaptığının aslında tam bilincinde değil. Fellini’nin  komedi filmlerindeki sahneler gibidir bunlar. İki taraf da birbirinden bağımsız  hareket ediyor.

 

-Olmasaydı Tuncay Özkan çıkıp Çankaya’da barikat  kuracağız gerekirse demezdi herhâlde.

 

O kesin. Tuncay Özkan nasıl söyleyeyim. Yani belirli  aşamalardan geçilirken belirli insanları kullanırsınız. Çok iyi kullanıldı  bence, çok iyi değerlendirdiler Tuncay’ı.

 

-Tansu Çiller döneminin bugün de tartışılan  Adapazarı-Sapanca-


Hendek ölüm üçgeniyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?

 Yani öyle girmek istemiyorum konuya. Yani şimdi karanlık  bir dönem. Ben bir roman yazarıyım. Ben çok düşünüyorum. Tamam. Tabii kulağım  delik. Çillerli Yıllarım kitabımda yazdıklarımın dışında da çok bilgim var  tabii. Ama bazen düşünüyorum da her şeyi söylemek doğru mu? Yapılanların yanlış  olduğunu biliyorsunuz ama…

 

-Bir söyleşinizde devletin memuru devleti için kavga  etmez, 



amirlerinin verdiği emirleri yerine getirir, diyorsunuz mesela.

 Devlet memuru, bütün o Ayhan Çarkınlar falan hepsi açlar  şu anda. İsim vererek konuşalım. Bir tanesi vuruldu, öteki Oğuz, bir Oğuz’un ne  olduğu belli değil. Veli Küçük deniyor. Benim bildiğim Veli Küçük, esas  arkasındaki güç varsa eğer 6 sene bu adama yönetim kurulu üyesi olarak maaş  veren. Devlet niye onu sorgulamıyor?

 

-Ergenekon’da bir numaranın asker olmayacağını da  söylüyorsunuz.

 

Evet, hâlâ aynı düşüncedeyim. Ve kim olduğunu da  biliyorum.

 

-Söylemek ister misiniz?

 

(Önce söylemiyor. Fakat Ergenekon’daki son dalganın  gerçekleştirildiği 7 Ocak Çarşamba günü kendisi bizi arayıp şunları söylüyor)  Bedrettin Dalan’la ilgili off the record konuşalım demiştim. Hiç sakıncası yok,  yazabilirsiniz. 



Dalan konusunu size canlı olarak bir hafta önce söyledim. Şimdi  çok büyük bir siyasi dizayn uygulanıyor. Asıl hedef değil Dalan. Dalan  önümüzdeki dönem siyasette Türkiye’de yıldızı parlatılacak isimlerden biri. İşte  bu yüzden Dalan’ı hazırlamaya çalışıyorlar. Önce finansal gücünü sağladılar. Çok  güçlendi. Şamil Tayyar bunun farkında değil. Kullanılıyor burada. İddia  ediyorum. Bunlar bir tezgâhtır.

 

-Şamil Tayyar yazdıkları ile aydınlatmış olmuyor mu  bizleri?

 

Olmuyor. Neden biliyor musun? Tayyar’ın yazdıkları  Ergenekon’u sulandırıyor. En kötüsü bu. Şamil Tayyar herhâlde iyi bir insan, iyi  bir gazeteci bence. Ama aynı yollardan geçtim ben. Beni kullandılar zamanında.  Ben para kazanamadım. Bilmiyordum işi. Şamil’e kitap yazdırdılar, para  kazandırdılar. Romanımda yazıyorum. Diyorum ki roman yazdırırlar, kitap  yazdırırlar. Ve onlara böyle para verirler.

 AKŞAM’DA BENİ ÇOK KULLANDILAR

 

-Sizi nerede kullandılar mesela?

 

Akşam gazetesinde iken beni çok kullandılar. Bir tanesi:  Ufuk Söylemez bana geliyor, diyor ki “Dün gece Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde  Süleyman Demirel’in yemeğinde idim. Sağ tarafımda (İsmail Hakkı) Karadayı Paşa  oturuyordu. Karımın da yanında karısı oturuyordu. Karadayı Paşa bana dedi ki,  sayın hanımefendiye söyle, darbe yapacağız.” Ufuk anlatıyor bunları bana. O  zamanın Hazine Bakanı. Ben de bunu Akşam’da yazdım. Bana orada bir nevi söz  kuryeliği yaptırdılar. Cümle kuryeliği. Akşam’da çıkarsa bu diyorlar  herhâlde…

 

-Halk korkuya kapılır…

 

Sade halk değil, Necmettin Bey de... Kimisi para  kuryeliği yapar, kimisi cümle kuryeliği. Bana cümle kuryeliği yaptırdılar, demeç  kuryeliği yaptırdılar. O kadar etkileniyorlar ki benden kamuoyu ve diğer köşe  yazarları. Bir nevi ben sanki Tansu Çiller’in özel yazarı gibiydim gazetede.  Öyle imaj verildi. Emin Çölaşan ile Uğur Dündar ikilisi bu imajı verdiler  kamuoyuna. Ve bu imaj benim üstüme yapıştı kaldı. Hâlâ yapışık.

 

Başka nasıl kullandılar sizi?

 

(Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral) Erol Özkasnak,  Cenk Koray’a telefon ediyor. ‘Onu bacaklarından ters astırırım’ diyor. Cenk,  benim en yakın arkadaşım gazetede. Cenk geliyor ‘Sana söyleyeceğim, mecburum  söylemeye’ diyor. Cenk’in en yakın arkadaşlarından biriymiş Özkasnak. Ama ben  öyle şeyler yazıyorum ki dönemin Millî Savunma Bakanı Turan Tayan, beni ağır  ceza mahkemesine veriyor.

 

-Ayaklarından asarım tehdidi alıyorsunuz, sonra ne  oluyor?

 

Ben daha çok üstlerine gidiyorum. Şimdi diyorum ki ama  bir yerde tahrik de ediliyorum yani. Benim her yazdığım Tansu Çiller yapmış gibi  algılanıyor. Askere mi çattım ben. Ha diyorlar Tansu diyor ki askere çat. Yahu  Tansu’nun, kızcağızın haberi yok hiçbir şeyden.

 

-Meral Akşener var o süreçte, yağlı kazığa oturturuz  hikâyesi falan.

 

Çok dürüst bir kızdır, ama benden beter saf. Şimdi böyle  beni de onu da kullandılar. Şamil Tayyar’a açık mektup yazdım kendi sitemde,  kullanılıyorsun diye. Neşe Düzel’e hitaben de yazdım. Şimdi Türkiye’de bir  askerî darbe olmaz. Mümkün değil. Bütün komutanların hepsinin borsada paraları  var kardeşim. Hepsinin.

 

-Tahmin mi, bilgi mi?

 

Tahmin değil, yüzde bin. Hepsinin bankalarda paraları  var. Olamaz. Yani ben şimdi dönüyorum 97’ye. Salaklığıma kızıyorum. Ya, darbe  olamayacağını en çok yazan adam ben, beni korkutuyorlar. Ben bile darbe olur  diye korkuyorum. Askerle kavga etmeyebaşlıyorum. Çiller’e açık mektuplar  köşemde, telefon etmeler, asker darbe yapacak falan diye. Yapar mı? Yapabilir  mi? İşte öyle yaptılar darbeyi. 28 Şubat’ta hepimizi korkutarak yaptılar  darbeyi. Bitti darbe marbe. AK Parti iktidara geldi. O zaman Tercüman’da  yazıyorum. Eski 28 Şubatçılar ve 28 Şubat karşıtları Yalçın Doğan ile Ahmet  Hakan beraber yemek yiyorlar. Aynı gazetede yazıyorlar. Tamam mı kardeşim, ben  evimde oturuyorum. Uyandım ama geç uyandım.

 

-Bugün olsa aynı şeyden geçmem diyorsunuz.

 

, geçerdim. Ya bu salaklık kalıcıdır. Gene  geçerdim.

 

-Başka tehditler geldi mi size?

 

geldi. Ondan sonraki süreçte de mesela beni Adil  Restoran’da vurmaya kalktılar. Adamlar Bayburtluyuz dediler. Aydın Doğan’ın  adamıydılar gibi imaj verdiler ama Aydın Bey beni öyle niye tehdit etsin? Yani  hâlen aklım almıyor. ‘Bizim hemşehrimize neden kafa tutuyorsun?’ falan dediler.  Sonra karım, “Aydın Doğan’ın sesi idi sanıyorum. Telefon etti eve. Sizi  Türkiye’de yaşatmayacağız dedi.” diyor bana. Arayan “Seni de kocanı da bu ülkede  yaşatmayacağız.” demiş.

 

-Çiller döneminde PKK ile mücadele için bir rapor  hazırlanıyor, 



örgütün mali kaynaklarının kurutulması konusunda.

 Bunu yazdım. MİT’ten istiyor raporu. O zaman Mehmet Ağar  da Emniyet Genel Müdürü. İşte bu Mehmet Eymür’ler falan var MİT’te. Nuri Gündeş  var sanıyorum. Ve özel bir birim kuruluyor, özel bir grup. Şimdi tam ismi  aklımda yok. Diyorlar ki raporda bir teşkilat kurulacak. Bu teşkilat MİT’in  içinden ama MİT’ten bağımsız. İşte o Mehmet Eymür şeyinde bir teşkilat olacak.  Ve bu PKK’nın bütün gücü uyuşturucudan sağladığı finansmandan geliyor diyorlar.  Tansu Hanım’a da anlatıyorlar, Özer Bey’in de olduğu bir toplantıda. Eğer biz  örgütün uyuşturucu gelirini kesersek silah alamazlar. Silah alamadı mı terör  örgütü biter. Yani PKK o anda bir uyuşturucu şebekesi aslında. Süleyman Demirel  o yeni kurulan teşkilatın kanununu hemen feshediyor. Fakat teşkilat kurulmuş.  Adamlar tayin edilmiş. Hepsi seçilmiş. Örgüt yine o işi yapıyor.

 

-Kanuni dayanağı yok.

 

Yok. Fakat para devlete kalmıyor. Kim söylüyor bunu.  Yıllar sonra Şevket Bülent Yahnici söylüyor. MHP Genel Başkan Yardımcısı. Diyor  ki Türkiye’den yılda 50 milyar dolar uyuşturucu geçti, bunun yarısını  Türkiye’deki bazıları aralarında paylaştı. O zamanlar hakikaten PKK’nın parası  bitti. Örgüt silah alacak para bulamadı. Tansu Çiller terörle mücadele ederken  uyuşturucu baronlarının paralarını kesti. Fakat para bu sefer başka yerlere  aktı. O başka yerlere akan para bumerang gibi geldi Tansu Hanım’ı vurdu.

 

-Nasıl vurdu?

 

Siyaseten vurdu. Çünkü terörle mücadelenin hâlen devam  etmesi gerekiyor düşüncesinde olan gruplar var dünyada, Türkiye’de ve bölgede.  Bu grupların kimisi finans sektöründe çok büyük para sahipleri. Silah satışında  finansman sağlayarak paralar kazanıyorlar.

 

-Çiller’e çok angaje olmuş bilinen biri olarak Tansu  Hanım’la son 



durumunuz nasıldır? Çünkü kitabınızda Özer Bey’le özellikle bir  sürtüşme olduğu anlaşılıyor.

 Tansu Çiller beni iki defa kovdurdu. Biri Milliyet’ten,  biri Günaydın’dan. Çok eleştiriyordum Çiller’i o zamanlar.

 Zamanla bir şey gördüm siyasetçilerde. İnsanı kullanır  kullanır, limon gibi sıkıp atarlar bir köşeye. Eğer onursuzsanız gidip ‘Aman ben  ettim, sen eyleme. Dostluğumuz devam etsin’ dersiniz. Benim gibi yaparsanız… Ne  ararım ne sorarım. Yaşamamışlar farz ediyorum, yok farz ediyorum. Çok  kullandılar beni, aşırı. En sonunda beni ticarete soktular. 10 binde bir hisse  aldım.

 

-Ticaret derken…

 

işine soktular beni. Marka Yayınları. Bütün  şirketin borcu bana kaldı. Özer Bey’le beraber kurduk, şirket onların. On binde  bir hissesini bana verdiler. O da zorla.

 GAZETECİLİK YAPTIĞIM SÜREÇTE SERVETİM BİTTİ

 

-Borcu nasıl size kaldı?

 

E, yarı yolda bıraktılar beni. 2005’te kurduk, 3-5 ay mı  ne devam ettik. Dediler ki ‘Biz yapamayacağız bu işi, bırakıyoruz.’ 1994’te  gazete köşe yazarlığına başladığımda Kırklareli’nde üç dükkânım, iki de evim  vardı. Özel sektörde üst düzey yönetici idim. Kırklareli’ndekilerden  bahsediyorum sadece. 1992 model 200S Mercedes’im vardı. Karımın da Hyundai  arabası. Bugün hiçbiri yok. Sadece borcum var. En son 3 oda bir salon daireyi İş  Bankası 23 bin liraya icrada satın aldı. Gazetecilik yaptığım süre boyunca hep  kaybettim. Servetim bitti.

 

-Oğlunuzun yazdığı gibi herkes sizi ‘yalakalık zengini’  sanıyor hâlbuki.

 

Yayınevi faal değil. Şu anda hiçbir iş yapmıyorum.

 

-Pişmanlık var mı bu süreçte?

 

Ya, 60 yaşıma geldim; pişman olsam ne olacak ki? Hiçbir  zaman olmadım. Olmam da. Ama orada Marka’yı almasaydım keşke.

 

-Son kazığı bu oldu…

 

Bence kazıktır. Ha, kırgın mıyım? Görsem selam veririm  yine. Ama aramam.

 

-Peki Tansu Hanım…

 

Ya, Tansu Hanım’ın olaylardan haberi yok, ilgisi de yok  kadıncağızın. Tansu Hanım’ı seviyorum. Her şeye rağmen.

 

-2000-2002 yıllarında danışmanlık yaptınız Çiller’e.  Neler yaşadınız?

 

Evet, İlhan Kesici’yi partiye al dedim, 2002 seçimlerine  giderken. Mehmet Ağar’ı, Sebahattin Cevheri’yi, Veli Aytaç Durak’ı ve kardeşini,  Tayyip Erdoğan’ı, Cem Uzan’ı... Görüştüler Cem Uzan’la. Fakat “Uzan Dışişleri  Bakanlığı’nı istiyor.” dedi. “Ver!” dedim ben de. İktidarda değiliz, bir şey  değiliz. Vermedi.

 

-Niye dinlemiyordu sizi?

 

Çok eksik dinleyen bir hanımefendi. Bir sabah Torbalı’ya  gidiyoruz, İzmir uçağına bindik. Rapor yazmışım. Aynı gün sabah erkenden.  Raporda umreye git, hacca değil diyorum. O zaman hac zamanı değil. Geliyor bana  uçakta “Günaydın Sayın Bayraktaroğlu. Umreye gidecekmişiz galiba.” diyor.  Gülüyorum. “Siz gidin umreye.” diyorum. Şimdi tabii yarım okuyor.

 

-Görüşüyor musunuz?

 

Yok, onunla da hiç görüşmüyorum. Aramıyorum ki. Ararsa  görüşürüm. Ama ben niye arayayım şimdi onları. Onlar güçlü olanlar. Benim onları  aramam bana yardımcı olun demektir.

 

(Aksiyon)


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst