İnsan ruh ve maddeden yaratılmıştır. Bu iki yapı işleyiş bakımından birbirine o kadar bağlı ve içiçe, mana bakımından da o kadar birbirinden farklıdır. Çalışmaları birbirine tesir ettiği gibi birindeki bozukluk diğeri üzerinde de değişik keyfiyette kendini gösterir. İnsanın hastalıklardan korunması ile hıfzıssıhha(hijyen), hastalıkların tahmin, teşhis ve tedavisi ile ilgilenen ilim dalı da tababet (tıp) ilmidir. Tababet bu iki yapıyı beraberce ele almadığı ve her biri üzerinde temel bilgiden hareket etmediği için hıfzıssıhha ve tedavi daima eksik kalmaktadır. Bir mühendis için benzer durumlar söz konusu olmasına rağmen tatbik ettiği ilim dalında bu derece ciddiyet düşünülemez. Zira mesela, uçak belirli fizik prensiplerine göre yapılır ve ondan istifade edilir. Bir arıza zuhur ettiğinde uçak mühendisi onun yapılışını bildiği için ya kendisi veya yapılış hususiyetini anlattığı bir teknisyen bu arızayı kolayca tamir eder.
İnsana gelince, tıp ilmi insanın maddi yönünü bugün için kısmen anlayabildiği nispette vücudunu ilgilendiren hastalıklardan korunmada yeterli korumayı yapamamakla beraber sebepler çerçevesinde bu hastalıkları bir dereceye kadar tedavi edebilmektedir. Mevcut ilimler inkişaf ettikçe bu çerçeve biraz daha genişlemektedir. Mikroorganizmalar keşfedilmekte, yeni aletler yapılmakta çeşitli tecrübelerle bunlar geliştirilmektedir.
Ruhi bozukluklarda, bu yönde, bu şekilde cesaretli sözler söylemek çok güçtür. Zira burada madde dışında, yapı itibariyle ondan tamamen farklı mana söz konusudur. Buradaki bozukluk sebepleri mikroskop altına getirilememekte, alışılan vasıtalardan daha başka şeylere ihtiyaç göstermektedir. Bu da, ancak onu yapanın bildirdiği şeyleri dikkatle incelemek vasıtasıyla olabilecektir.
Beynin kandan aldığı çeşitli cevherler, ruh işlemlerinin sıhhatte olmasında önemli rol oynarlar. Meşhur fizyolojist Claude Bernard’ın “iç çevre” dediği bu hale “beynin elektrokimyası” diyoruz. Bu elektro kimyevi muvazene herhangi bir sebeple bozulduğu zaman ruhi hayatımızda da bir takım bozukluklar belirir. Ancak doğrudan doğruya bir fizik sebep olmadan çoğu zaman bazı psikolojik ve heyecanI sarsıntılar psikosomatik bir tesirle bu muvazeneyi bozabilir. İnsanın psikolojik hayatı, fizik ve fizyolojik hayatına, yani bütün organizmaya bağlı olarak devamlı bir takım reaksiyonlardan ibarettir.
Maalesef bugün için psikiyatri, yani ruh hastalıkları ilmi alanında insanın hakiki manası kavranamadığı gibi, yukarıdaki bilgilere ilave ve onlar arasında en önemli yeri alan makro-mikro âlemler arası alakayı anlayamama ve manayı kavrayamama gelmektedir.
Bir psikiyatri kitabının ruh hastalıklarının sebepleri başlığı altında şöyle bir itiraf bulunmakta; “Henüz akı hastalıklarının herkes tarafından kabul edilebilen tariflerinin yapılamaz olması ve KÂFİ ARAŞTIRMA USULLERNDEN yoksun oluşumuz bu mesele üzerinde belirli bir görüş birliğine varılamayışının sebebidir ’ Bu kitaplarda çeşitli hastalıkların sebeplerini tetkik ettiğimizde hep uyumsuzluk, düzensizlik, muvazenesiz ve bozuk disiplin, aşırı katı ya da gevşek değer hükümleri gibi tabirlerle karşılaşmaktayız. Her çevrenin hastalığı ayrı denilmekte ve çevre değişikliklerinin de yine bu tip bozuklukları doğurduğu bildirilmektedir. Neticede normal insan nasıl olmalıdır sorusuna cevap bulunamamaktadır. Hatta çok yakınlarda bir psikiyatri profesörünün bir konferansında mevzu buraya geldiğinde “dünyada normal insan yoktur” şeklinde söyleyerek kestirip attığına şahit olunmuştur.
Pekiyi ideal ruh portresi nedir? Hangi kriterlere göre en ideal ruh portresinin bundan ibaret olduğunu tespit ediyoruz? Bütün mükemmelliklerin bir yerde toplanması mümkün değildir. Bir bedende bütün üstünlüklerin toplanması imkân dışı belki ama realitede bir kişinin kalbi tam ve mükemmel olarak çalışır, bir başka kişinin böbrekleri tam olarak çalışır. Ve biz bu parça parça ve ayrı ayrı olan üstünlüklerden her birisinin vazifesini tam olarak çıkarır ve bir uzvun en üstün ve mükemmel olarak nasıl çalışacağını tespit ederiz. Psikolojik sahada da durum böyledir. İdeal tipler değişik kişilerde ve değişik noktalarda mevcut olur ve biz bu parçaları birleştirerek ideal bir portre çizeriz.
Burada mademki mana söz konusudur. O halde bunun maddeden ayrılan özellikleri olduğu gibi rahatsızlığında yani ruhi hastalıklarda temelinde maddi kıstaslar olan ve insanı sadece maddi yapısı ile ele alan bir görüş, düşünce sistemi bu işin üstesinden gelememektedir. Kaldı ki bu son senelerde birçok hastalığın temelinde psikosomatik sebeplerin yattığı bildirilmektedir. Yani ruh hayatındaki denge herşeyiyle organik kısmı tesiri altında tutmaktadır. Basit bir sinirlenme bir yandan mide asidini arttırmakta ve diğer bazı sebeplerin inzimamı ile ülser meydana gelmekte, diğer yandan da düşünce sistemini büyük bir şekilde tesiri altına aldığı için mantıklı muhakeme hassasını kaybettirmektedir. Bunlar da bize bu iki yapının çok sıkı irtibatta olduğunu göstermektedir. Bu hastalıklarda da bir bakıma insanı diğer canlılardan ayıran hususiyetler olan mantıklı muhakemenin kaybı ve insanlarla alakada kopukluk mevcuttur.
Bugün batıda maddi refah yönüyle zirveye çıkmış olan memleketlerde ruh hastalarının sayısı insanı şaşırtacak kadar fazladır. Bunların sağlıklı insan olarak cemiyete tekrar kazandırılanları da çok azdır. Demek ki, maddi taraf tamamlansa bile mana yönünden büyük boşluklar hala var olduğu için insan bu tarafların; doldurmaya çalışmaktadır. Böyle bir boşluğu doldurma kaçınılmaz bir durum olduğuna göre her insan buna kendine has bir çare aramaktadır. Bu çareler, insanın bulunduğu duruma, kültür seviyesine, bulunduğu cemiyete göre o kadar fazla ve birbirinden farklıdır.
Bunlar arasında en doğru ve en iyisi de “mevsimlerin şaşırmadan birbirini takip etmesi, her baharda binbir bitkinin değişmeden, şaşırmadan aynen zuhuru, yağmur, rüzgâr gibi hadiselerin muntazaman tekrarı ve kâinattaki daha nice esrarlı olayların milyonlarca senedir değişmeyen ve bozulmayan nizam ve intizamı” göz önüne alınarak bütün bunları idare eden ZATIN bize yine bizden birisi aracılığı ile bildirdiği yol olsa gerektir.
Böylece ufuk genişleyince bu sahanın hastalarına da şifa kapıları açılmış olacağı gibi insanları bu uçuruma getiren kapılar da kapanmış olacaktır.
Dr. Şerafeddin ALAN
SIZINTI
İnsana gelince, tıp ilmi insanın maddi yönünü bugün için kısmen anlayabildiği nispette vücudunu ilgilendiren hastalıklardan korunmada yeterli korumayı yapamamakla beraber sebepler çerçevesinde bu hastalıkları bir dereceye kadar tedavi edebilmektedir. Mevcut ilimler inkişaf ettikçe bu çerçeve biraz daha genişlemektedir. Mikroorganizmalar keşfedilmekte, yeni aletler yapılmakta çeşitli tecrübelerle bunlar geliştirilmektedir.
Ruhi bozukluklarda, bu yönde, bu şekilde cesaretli sözler söylemek çok güçtür. Zira burada madde dışında, yapı itibariyle ondan tamamen farklı mana söz konusudur. Buradaki bozukluk sebepleri mikroskop altına getirilememekte, alışılan vasıtalardan daha başka şeylere ihtiyaç göstermektedir. Bu da, ancak onu yapanın bildirdiği şeyleri dikkatle incelemek vasıtasıyla olabilecektir.
Beynin kandan aldığı çeşitli cevherler, ruh işlemlerinin sıhhatte olmasında önemli rol oynarlar. Meşhur fizyolojist Claude Bernard’ın “iç çevre” dediği bu hale “beynin elektrokimyası” diyoruz. Bu elektro kimyevi muvazene herhangi bir sebeple bozulduğu zaman ruhi hayatımızda da bir takım bozukluklar belirir. Ancak doğrudan doğruya bir fizik sebep olmadan çoğu zaman bazı psikolojik ve heyecanI sarsıntılar psikosomatik bir tesirle bu muvazeneyi bozabilir. İnsanın psikolojik hayatı, fizik ve fizyolojik hayatına, yani bütün organizmaya bağlı olarak devamlı bir takım reaksiyonlardan ibarettir.
Maalesef bugün için psikiyatri, yani ruh hastalıkları ilmi alanında insanın hakiki manası kavranamadığı gibi, yukarıdaki bilgilere ilave ve onlar arasında en önemli yeri alan makro-mikro âlemler arası alakayı anlayamama ve manayı kavrayamama gelmektedir.
Bir psikiyatri kitabının ruh hastalıklarının sebepleri başlığı altında şöyle bir itiraf bulunmakta; “Henüz akı hastalıklarının herkes tarafından kabul edilebilen tariflerinin yapılamaz olması ve KÂFİ ARAŞTIRMA USULLERNDEN yoksun oluşumuz bu mesele üzerinde belirli bir görüş birliğine varılamayışının sebebidir ’ Bu kitaplarda çeşitli hastalıkların sebeplerini tetkik ettiğimizde hep uyumsuzluk, düzensizlik, muvazenesiz ve bozuk disiplin, aşırı katı ya da gevşek değer hükümleri gibi tabirlerle karşılaşmaktayız. Her çevrenin hastalığı ayrı denilmekte ve çevre değişikliklerinin de yine bu tip bozuklukları doğurduğu bildirilmektedir. Neticede normal insan nasıl olmalıdır sorusuna cevap bulunamamaktadır. Hatta çok yakınlarda bir psikiyatri profesörünün bir konferansında mevzu buraya geldiğinde “dünyada normal insan yoktur” şeklinde söyleyerek kestirip attığına şahit olunmuştur.
Pekiyi ideal ruh portresi nedir? Hangi kriterlere göre en ideal ruh portresinin bundan ibaret olduğunu tespit ediyoruz? Bütün mükemmelliklerin bir yerde toplanması mümkün değildir. Bir bedende bütün üstünlüklerin toplanması imkân dışı belki ama realitede bir kişinin kalbi tam ve mükemmel olarak çalışır, bir başka kişinin böbrekleri tam olarak çalışır. Ve biz bu parça parça ve ayrı ayrı olan üstünlüklerden her birisinin vazifesini tam olarak çıkarır ve bir uzvun en üstün ve mükemmel olarak nasıl çalışacağını tespit ederiz. Psikolojik sahada da durum böyledir. İdeal tipler değişik kişilerde ve değişik noktalarda mevcut olur ve biz bu parçaları birleştirerek ideal bir portre çizeriz.
Burada mademki mana söz konusudur. O halde bunun maddeden ayrılan özellikleri olduğu gibi rahatsızlığında yani ruhi hastalıklarda temelinde maddi kıstaslar olan ve insanı sadece maddi yapısı ile ele alan bir görüş, düşünce sistemi bu işin üstesinden gelememektedir. Kaldı ki bu son senelerde birçok hastalığın temelinde psikosomatik sebeplerin yattığı bildirilmektedir. Yani ruh hayatındaki denge herşeyiyle organik kısmı tesiri altında tutmaktadır. Basit bir sinirlenme bir yandan mide asidini arttırmakta ve diğer bazı sebeplerin inzimamı ile ülser meydana gelmekte, diğer yandan da düşünce sistemini büyük bir şekilde tesiri altına aldığı için mantıklı muhakeme hassasını kaybettirmektedir. Bunlar da bize bu iki yapının çok sıkı irtibatta olduğunu göstermektedir. Bu hastalıklarda da bir bakıma insanı diğer canlılardan ayıran hususiyetler olan mantıklı muhakemenin kaybı ve insanlarla alakada kopukluk mevcuttur.
Bugün batıda maddi refah yönüyle zirveye çıkmış olan memleketlerde ruh hastalarının sayısı insanı şaşırtacak kadar fazladır. Bunların sağlıklı insan olarak cemiyete tekrar kazandırılanları da çok azdır. Demek ki, maddi taraf tamamlansa bile mana yönünden büyük boşluklar hala var olduğu için insan bu tarafların; doldurmaya çalışmaktadır. Böyle bir boşluğu doldurma kaçınılmaz bir durum olduğuna göre her insan buna kendine has bir çare aramaktadır. Bu çareler, insanın bulunduğu duruma, kültür seviyesine, bulunduğu cemiyete göre o kadar fazla ve birbirinden farklıdır.
Bunlar arasında en doğru ve en iyisi de “mevsimlerin şaşırmadan birbirini takip etmesi, her baharda binbir bitkinin değişmeden, şaşırmadan aynen zuhuru, yağmur, rüzgâr gibi hadiselerin muntazaman tekrarı ve kâinattaki daha nice esrarlı olayların milyonlarca senedir değişmeyen ve bozulmayan nizam ve intizamı” göz önüne alınarak bütün bunları idare eden ZATIN bize yine bizden birisi aracılığı ile bildirdiği yol olsa gerektir.
Böylece ufuk genişleyince bu sahanın hastalarına da şifa kapıları açılmış olacağı gibi insanları bu uçuruma getiren kapılar da kapanmış olacaktır.
Dr. Şerafeddin ALAN
SIZINTI