Sadeleştirme Analizi - On Dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin: Yani, Bismillâhirrahmânirrahîm, yukarıdan nüzûl ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur.

Orjinal olmayan metin: Yani
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ 'in ucu, yukarıdan indirilerek kâinatın meyvesi ve âlemin küçük bir nüshası olan insana dayanır. Yeri Arş'a bağlar. İnsanın kendi arşına çıkması için bir yol olur.

Birincisi: Yine Besmele lafzı orjinalinde latince yazıldığı halde burada da Arapça olarak değiştirilmiştir. Bu müellife yapılan bir hürmetsizliktir. Ayrıca bunu yapmakla, Risaleleri güya günümüz dili ile anlatmaya çalıştıkları yönündeki söylemlerine zıt düşmüşlerdir.

İkincisi: Cümlenin yapısını bozup, "ucu" sondan alıp Besmele'nin önüne koyarak, güya kolay anlaşılması sağlanmıştır. Sonra "musağğara" "küçük" şeklinde değiştirilmiş. Halbuki bu "küçültülmüş" demektir. Sonra aynı terkibinn içindeki "nüsha" değiştirilmemiş. Çok daha basit kelimelerin değişilip, bu kelimenin değiştirilmemesi de bir tezattır. Sonra Üstad Hazretleri'nin r.a. cümle sonunda "dayanıyor" dediği kısım, "dayanır" şeklinde değiştirilmiş. Bu hem müellife hürmetsizlik, hem manaya tecavüz, hem de iş bilmezliktir.

Üçüncüsü: "Ferşi Arşa bağlar, insanî arşa çıkmaya bir yol olur." "Yeri Arş'a bağlar. İnsanın kendi arşına çıkması için bir yol olur." Bu kısacık cümle güya daha kolay anlaşılsın diye ikiye bölünmüş, iki cümle haline getirilmiş. Halbuki bundan çok daha uzun cümlelerde bunu yapmadıklarını gördük. Bu sadecilerin bu işi yaparken ne kadar tutarsız davrandıklarının göstergesidir. Bu tutarsızlığı hemen hemen bütün cümlelerde görmek mümkündür. Birinde değiştirdiği kelimeyi, bir başkasında değiştirmemek, kolay olan kelimeyi daha zoruyla değiştirmek, kısa olan cümleyi uzatmak, uzun olanı kısaltmak, birinde böldüğünü diğerinde devam ettirmek gibi çok misallerini gösterdik. Sonra "insanî arşa çıkmaya bir yol olur." "İnsanın kendi arşına çıkması için bir yol olur." şeklinde değiştirilmiş. Halbuki cümlenin bu kısmını, sözde daha kolay anlaşılsın düşüncesiyle ayrı bir cümle yapmışlardır. Ancak buna rağmen cümledeki mana bozulmuştur. "insanî arş" "“İnsan mahiyetinin en ileri yükseliş noktası.” , “insanlığın en ileri terakki noktası” gibi manalara gelirken, sadecilerin verdiği mana insanın kendi arşıyla ilgili bir durumdur. Mesela orjinalinde ifade edilen "insanî arş" Efendimiz aleyhissalatü vesselamı içine alan bir ifadedir. Çünkü insanlığın en ileri terakkisine O a.s.m. mazhar olmuştur. Orjinal olmayan metinde ise, insanın kendi arşından bahsedilmektedir. Yani bir insanın ömrü boyunca terakki edebildiği en üst mertebeye Bismillahirrahmanirrahim ile çıkmasını anlatıyor. Yani Peygamberlerin (a.s.asm.) evliyaların, ulemanın vs. terakki ettiği mertebelerin önünü kapatan bir ifade ile mana değiştirilmiştir.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

İKİNCİ SIR

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukulü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor.


Orjinal olmayan metin: Kur’an-ı Mucizü’l Beyan, akılları sayısız varlıkta görünen birlik tecellisinde boğmamak için daima o vahidiyetin içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor.



Birincisi: Cümle
"Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan" terkibinin akabinde "ukulü" ifadesinin yeri değiştirilerek (başa alınarak), tersine çevrilmiş. Aynı mana tersinden anlatılmak istenmiş. Bu müellifin tarzını beğenmemektir.

İkincisi: "hadsiz kesret-i mahlûkatta" "sayısız varlıkta" şeklinde değiştirilmiş. Bir hataya daha imza atılmış. Burada zannediyoruz "hadsiz" in karşılığı "sayısız" olarak verilmiş. Geriye kalan kelimelere bakalım. "kesret" in manası tamamen yok edilmiş. Hem bu kısacık değişiklikte "mahlukat" ın manası dahi yanlış verilmiş. "mahlukat" çoğul bir ifade iken, tahrifçiler buna, aynı kelimenin tekili ile mana vermişlerdir. Yani üç kelimelik bir kısımda 2 tane hata yapılmış kısacası. Biri "kesret" in bu terkibden çıkarılması, diğeri "mahlukat" ın manası yanlış verilmiş.

Üçüncüsü: "
vâhidiyet içinde ukulü boğmamak için" "birlik tecellisinde boğmamak için" şeklinde değiştirilmiş. "Vahidiyet" "Allahın bütün varlıkları ihata eden, kaplayan birlik tecellileri" manasına geldiği halde, burada sadece "birlik tecellisi" şeklinde değiştirilmekle mana kısırlaştırılmıştır.

Dördüncüsü: "daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor" "daima o vahidiyetin içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor." şeklinde değiştirilmiş. Burada sadece "vahidiyet" "vahidiyetin" şeklinde değiştirilmiş. Bu da yine müellifinin yaptığını beğenmemek, yeterli görmemek manasını taşır. Esasında bir eserde eksiklik yapmak ve fazlalık yapmak ikisi de hatadır. Yapılan eksiklikler, cehaletin bir emaresi olduğundan, bir derece mazur görülebilir. Ancak ilaveler, fazlalıklar akılla yapılır, bilerek, daha çok bildiğini düşünerek yapılır. O nedenle ilave yapanlar mazur olamazlar. Hele ki yapılan ilave manayı da bozarsa tamamen mes'uldürler. Biz bu Ufuk Yayınevindeki kardeşleri anlayamadık. Zira hem çoğu satırda eksiltmeler yaparken, çok yerlerde de ukalalık yapıp fazladan ilave yapmışlar ki bu ilavelerin bir çoğu da manaya zarar vermiş. Hem bu alıntıladığım kısımda "vahidiyet" ve ehadiyet" ve "cilve" kelimeleri değiştirilmemiş. Bu tamamen kendilerine zıt düşmektir. Daha aynı cümle içinde bir kaç kelime önceki "vahidiyet" in kolay anlaşılsın diye çevrilmesini lüzumlu gören yayıncılar, birkaç kelime sonraki "vahidiyet" i çevirmemişler. Bunu kim hangi mantık ve mizanla izah edebilir ?
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

Yani,
meselâ, nasıl ki güneş ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor.


Orjinal olmayan metin:

Mesela, nasıl ki güneş, ışığıyla sayısız şeyi kuşatır.



Birincisi: Kelimeleri özellikle renklendirdim ki, hangi kelimeye ne mana verilmiş, biraz daha kolay anlayabilelim. Cümlenin daha ilk başında tahrif operasyonu kendini belli etmiş. Orjinaldeki "Yani" tahrifçileri rahatsız etmiş ki kaldırılmış. Bunun iki sebebi olabilir. Ya cehalet olacak ki, bunun manayı etkilemeyeceği ve bir alimin sözünün mühim olmadığı zannedilsin. Yahut "tahrif yaptık" demeye mecbur olacaklar. Yani tahrifçiler bu iki seçenekten birini mutlaka kabullenmeliler. Yaptıkları ya tahriftir, yahut cehalettir.

İkincisi: "hadsiz" kelimesi burada da değişime uğramış. Böyle çok bilinen bir kelimeyi değiştirenlere "Haddinizi bilin" denir herhalde.

Üçüncüsü: "eşya" kelimesini "şey" olarak çevirmişler. 7 den 77 ye "eşya" yı bilen bir toplumu, hatta Avrupadaki Türkler de dahil hepsini, bu kelimeyi bilmemekle itham ederek "cahil" yerine koymuşlar. Allah cc. akıl fikir versin.

Dördüncüsü: "ihata ediyor" ifadesini, "kuşatır" şeklinde değiştirmişler. Bunu bile "kuşatıyor" şeklinde yazamayacak kadar ilimden mahrum olanlar, kalkmışlar Risale-i Nur Külliyatını sadeleştiriyorlar güya. Kıskançlık herhalde tavan yapmış, ya da hiç ilim yok ki neredeyse sonu "yor" ile biten bütün cümle sonlarını geniş zaman ifadeleri ile değiştirmişler. Yazık olsun size, şu mübarek üç aylarda bari çıkında insanlardan özür dileyin. Yaptığınız hatadan Allah'a cc. sığının. Yoksa çok samimi dillerin ahını alacaksınız..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin: Mecmu‑u ziyasındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vasıtasıyla gösteriyor.

Orjinal olmayan metin: Işığının tamamıyla beraber güneşin zâtını kavrayabilmek için gayet geniş bir tasavvur ve engin bir bakış gerektiğinden, güneş zâtını unutturmamak için her bir parlak şeydeki aksi vasıtasıyla kendini gösterir.

Birincisi: Yapılan değişikliklerin tek tek doğru olup olmadığına girmeden evvel, cümlenin manasının tamamen değiştirilmiş olduğunu görüyoruz. Orjinal metinde şu mana var: Kur'anı Kerimin bir hususiyeti, kesret-i mahlukatta tezahür eden, ortaya çıkan vahidiyet (Allahın birliği) tecellileri içinde akılları boğmamak için, o vahidiyet içinde ehadiyet tecellilerini de gösteriyor. Ta çokluğu ihata edemeyen insan, cüz'iyettede Allahın varlığını ve birliğini mütalaa edebilsin. İşte buradaki cümlede güneş ile buna misal verilmiş. Yani Kur'an, vahdet içindeki ehadiyet cilvesini, tıpkı verilen güneş misalindeki gibi gösteriyor. Bunu bir önceki cümleden de anlamak mümkündür. O cümlede şu: "Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukulü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ, nasıl ki güneş ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor."

Tahrif edilmiş metinde ise bu hususiyet Kur'ana değil, güneşe verilmiştir. Yani bu cümle, Kur'anın vahidiyet içinde
gösterdiği ehadiyet tecellisi gibi değil, güneşin vahidiyet içinde gösterdiği ehadiyet tecellisi anlamında değiştirilmiş. Dolayısıyla gerisindeki cümleden tamamen kopuk bir cümle haline gelmekle birlikte, mana da tamamen bozulmuştur. "Yayıncı Notu" başlıklı yazıda belirttikleri azami dikkat ve titizliğin bir neticesi olsa gerek. O cümleyi hatırlayalım.."Her ne kadar azami dikkat, titizlik ve hassasiyet gösterilmeye çalışılmış olsa da bize bakan yönüyle mutlaka eksiklikler, kusurlar ve gözden kaçan noktalar olacaktır." Gerçi yayıncı kuruluş kusur ve hatasının olabileceğini kabul ediyor ancak, her satırda yapılan bunca bariz hatalar, azami dikkatin neticesi olabilir mi ? Hem azami dikkat ve titizlik göstereceksiniz, hem de her cümlede cümledeki kelimeler adedince ya da yarısı kadar hata yapacaksınız. Bana mantıklı gelmiyor. Hem "azami" ne demek ? Daha Risale-i Nur'a girmeden sadeleştirme zihniyetinde olan biri "azami" kelimesini neden kullanır ? "Ziyade" yi bile anlamazlar diye "çok" şeklinde değiştiren zihniyet, "azami" nin anlaşılacağını nasıl düşünür ?

İkincisi:

"
Mecmu‑u ziyasındaki güneşin"

"
Işığının tamamıyla beraber güneşin"

şeklinde değiştirilmiş. Fazladan bir "beraber" konulmuş.


Üçüncüsü:

"zâtını mülâhaza etmek için"

"zâtını kavrayabilmek için"

olarak değiştirilmiş. "Zât" ve "için" aynı bırakılmakla birlikte "mülâhaza etmek" terkibine yanlış olarak "kavrayabilmek" manası verilmiş. "Mülâhaza etmek" terkibinin manası lügatta "düşünme, akla getirme, dikkatle bakmak, düşünme, iyice düşünüp bir işin hakikatını incelemek." olarak geçmektedir. Bendeniz şu sadeleştirme işinde yapılan hataları bile kontrol ederken, yanlış olduğuna hükmetmek için en az bir iki tane lugata bakıyorum emin olmadığım durumlarda. Peki bu işi yapanlar, çok veballi bir işe giriştikleri halde, kaç lugata bakıp "mülâhaza" ya "kavramak" manasını vermişler ? Birşeyin zatını anlamakla, zatını kavramak aynı şeyler mi ? Güneşin zatı anlaşılabilir ancak kavranabilir mi ? "Sen bu işi kavradın, anladın" nevinden yani "anlamak" manasında çevirdikleri gibi bir bahaneye sığınılacaksa eğer, bu bahaneleri kendi sözleri için mümkündür, olabilir. Ancak sadeleştirmeye giriştikleri sözler kendilerinin değil, Bediüzzamanın eserleridir. Bari hiç bişey bilmiyorsanız, lugattaki en yakın manasını koyun. Bu yapılan işin "azami, dikkat ve titizlik" ile uzaktan yakından bir ilgisi dahi yoktur. Tahrifçiler otuırdukları yerden tamamen o kelimenin, o an için kendilerinde uyandırdığı manayı kullanmışlardır. Ancak hiç bilmedikleri yerde lugata müracaat etmişler ve onlarda dahi çoğunlukla isabet edemeyip ya da etmeyip, hatta fuzuli olarak en uzak manalarına çevirmişlerdir. Geçmişte gösterdiğimiz deliller bunu anlamak için kafidir. Çok az yerde bu kelimeleri aslı olan manalarına çevirdikleri de geçmiş misallerden anlaşılabilir.


Dördüncüsü:

O.M: "gayet geniş bir tasavvur ve ihatalı bir nazar lâzım olduğundan,"

S.M: "gayet geniş bir tasavvur ve engin bir bakış gerektiğinden,"

Görüldüğü üzere bu terkibde "tasavvur" değiştirilmemiştir. Mesela Birinci Sözden birkaç tane çok basit anlaşılan kelimelerden, tahrifçilerin değiştirdiklerine misaller verelim.

"bizlere" "bize"

"dahi" "bile"

"gibi" "misali"

"Biz dahi" "Biz de"

"namına" "adına"

"SUAL" "Soru"

Şimdi şu kelimeleri değiştiren tahrifçilerin, "tasavvur" u değiştirmemesi ne ile izah edilebilir ? Cehaletle mi ? Keyfiyetle mi ? Ya diyecekler "biz bu kelimenin manasını bulamadık", ya "bulsakta işimize gelmedi", ya "bu az çok bilinen bir kelimedir" (ki bu durumda şu yukarda verdiğimiz misal onlara "yalan söylüyorsunuz" diyecektir.), yahutta "biz buna "azami dikkat ve titizlik göstermedik."". Bu da kendi yayıncı notundaki sözlerini yalancı çıkaracaktır. Yani tahrifçilerin üretebileceği her bahaneye, yaptıkları iş "yalan söylüyorsunuz" diyor. Ben demiyorum, kendi satırları bunu söylüyor..


Sonra "ihatalı" nın karşılığı da hangi lugatta "engin" olarak geçiyor ? "İhatalı" nın manası cümle içinde baktığımızda ve lugatlardan araştırdığımızda, burdaki manası, "kuşatıcı, kapsamlı" gibi kelimelerdir. "Engin" ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. "Sonuçta bu şekilde de anlatılmak istenen şey anlatılıyor" diyenler olabilir. Eğer Risalelerin tefekküre sevkeden bir eser olduğunu kabul ediyorsak, maalesefki bu kelime istenen manayı vermekten çok uzaktır. Yok niyet sadece Onu, kuru kuruya okunan bir kitaba dönüştürmekse, işte bu ancak tahrifçilerin yaptığı şekilde yapılabilir. Buna razı olanlar "böyle de aynı anlama geliyor" diyebilirler. "Çünkü o kadar alternatif ve o manaya yakın mana varken, hiç lugatta olmayan manayı seçmek, vücuttan deriyi soymak gibidir. Derisiz vücut hayattar olmadığı gibi, bu türden değişikliklerde sönük ve kof ve kesif kelimeler yığınını ortaya çıkarmıştır. Ki bu eserlerde devamlılığı sağlayacak cazibeyi bitirdiğinden, istifadeye takoz koymaktır, engellemektir, mani olmaktır.



Buradaki "nazar" kelimesi de "bakış" olarak çevrilmiş. Bırakın Türkiyeyi, Avrupanın en ücra yerinde olsa ve Türkçe yi çat pat bilen biri dahi olsa, "nazar" ın ne manaya geldiğini bilir. Türkçe de en çok kullanılan kelimelerden değil midir bu ? "Nazar değmesin, Allah nazardan saklasın, nazara mı geldik" gibi sözler herkesin dilinde olan sözler değil midir ? Bunun sadeleştirme ile uzaktan yakından nasıl bir ilgisi olabilir ? Daha "tasavvur" kelimesinin bile manasını vermemişken, haliyle bu kelimeyi bile okuyucunun anlıyacağı hesabı yapılmışken, "nazar" kelimesinin manasının verilmesi ne anlama geliyor ? İstikrarsızlık mı, keyfiyet mi, dikkatsizlik mi ? Adı her ne olursa olsun. Tahrifatı yapanların her satırda kendi vaatleriyle çeliştikleri bir gerçektir. Bu eserleri okuyan kardeşlerden rica ediyorum. Fazla değil bir 10 sayfa orjinali ille birlikte okuyun ve bundan önce "Yayıncının Notu" başlıklı yazıyı da okuyun. Nasıl her satırda kendi notlarıyla çeliştiklerini farkediceksiniz. Hata bir olsa, eyvallah, iki olsa o da sorun değil, bir sayfada 5 hata olsa ona da tamam dedik, hatta 10 hata olsun. E kardeşim 1 değil, 5 değil, 10 değil, her satırdan 5 hata çıkıyor nerdeyse. Bir sayfada kaç satır varsa onu en az 2 ile çarpın, Ortalama 20 satır olsa en az 60 hata yapar yahu. Bu kadar hata böyle bir eserde kabul edilebilir mi ? Manayı tamamen bozduğunu göstermez mi ? Çok iddia edilen, orjinalini okumaya bir şevk uyandırması ihtimalini kökünden kesmez mi ? Kaç kişi bu kadar bozuk ifadelerden, yanlış verilen manalardan, gereksiz ilavelerden ve ukalaca yapılan eksiklerden sonra ondan zevk alır ve orjinal risale okumaya bir iştiyak hisseder ? Varsa göze değer somut bir istatistik, buyursunlar getirsinler.


Sonra "lâzım olduğundan" ıı "gerektiğinden" şeklinde çevirmek hangi akla hizmettir ? Bu da mı "tasavvur" dan daha zor anlaşılan bir kelime ? Bu eserlerinizi okumaya karar verecek kadar Türkçesi olupta "lâzım olmak" ı bilmeyen var mıdır acaba ? Daha doğrusu şöyle sorayım. Bu hedeflediğiniz kitlenin bildiği kelime sayısı kaçtır ? 100 mü 200 mü ? Yani bu kadar lüzumsuz değişiklikleri görünce, cidden merak ediyorum, bu hedef kitle kaç kelime biliyor ki bu kadar çok bilinen kelimeler değiştirilmiş. İlkokulda okuduklarını bile düşünemiyorum açıkçası, çünkü o çocuklarda "lazım" ın ne olduğunu biliyor. Şimdi bunun adı nedir ? Keyfiyet mi, okuyucuyu bu kadar basit kelimeleri bile anlamayacak kadar saf yerine koymak mı, yoksa "nasılsa okuyanlar orjinalini bilmiyorlar" düşüncesiyle meydanı serbest bulup, her kelimesini tahrif etmek mi ?



Beşincisi:

"güneşin zâtını unutturmamak için"

"güneş zâtını unutturmamak için
"

İşte bütün cümlenin manasını bozan ve başta bahsettiğim yer burası. Sadece "güneş" kelimesinin önüne konan bir "in" eki, bütün cümlenin manasını nasıl bozuyor. Halbuki ne kadar masumca görünüyor şu kısım. Sanki hiç dokunulmamış gibi. Ama öyle değil. Orjinalinde "güneşin zâtını unutturmamak için" denirken, gerisindeki cümlelerden anladığımız, Türkçede özne dediğimiz şey, Kur'an-ı Mu'cizü'l Beyan oluyor. Ancak tahrife uğramış metinde "güneş zâtını unutturmamak için" denmekle, özne tamamen değişip, "güneş" in kendisi oluyor. Şu koca cümlede hiç bir şeyi değiştirmeselerdi de sadece bu "in" ekini koysalardı, yine mana tamamen değişecekti ki buna rağmen yetinmemişler, cümlenin diğer kelimelerinde de lüzumsuz ve hatalı değişiklikler yapmışlar.


Altıncısı:

"
herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vasıtasıyla gösteriyor."


"her bir parlak şeydeki aksi vasıtasıyla kendini gösterir."


Burdaki çeviriler de bir önceki kısımda gösterdiğimiz gibi, tamamen değişik bir manaya gelmektedir. Zira orjinal kısımda "güneşin zâtını" aksi vasıtasıyla gösteren Kur'an-ı Mucizü'l Beyandır. Tahrife uğramış metinde ise "güneşin zâtını" gösteren Kur'an değil, güneşin kendisidir.

Hem bu terkibde anlaşılmayan tek bir kelime olsa, o da "aks" olur. Madem ki sadeleştirmenin sebebi, anlaşılmasını sağlamaktır, o halde neden anlaşılması az da olsa müşkil olan "aks" değil de, çok rahat anlaşılabilen "güneşin zâtını" kısmı değiştiriliyor. Bu bir tezat değil mi ?

Ve son olarak daha önce de defalarca misalini gösterdiğimiz cümlelerin sonlarından bir misal daha. Orjinal metindeki "gösteriyor", tahrife uğraöış metinde her zamanki gibi "gösterir" yapılması. Bu ve bunun gibi değişiklikler saçmalık değilse nedir ? Bu kadar insafsızca bir değişiklik nasıl yapılır. İnsanları saf yerine koymak değil midir bu ? Hem "gösteriyor" la "gösterir" aynı zamanı mı ifade ediyor, aynı manaya mı geliyor ? Farzedelim aynı manaya da gelse, orjinalindeki "gösteriyor" un neresi anlaşılmıyor, bunun bir izahı var mı ? "aks" bile yerinde dururken, bu kadar yaygın bir fiilin değişmesi ayıp değil mi ? Yüz kızartıcı birşey değil mi ?
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin: Ve her parlak şey kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber, ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor.

Orjinal olmayan metin: Her parlak şey kendi kabiliyetince, güneşin zâtının cilvesiyle beraber ışık, sıcaklık gibi hususiyetlerini bildirir.



Ve her parlak şey kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber,ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor.

Her parlak şey kendi kabiliyetince, güneşin zâtının cilvesiyle beraber ışık, sıcaklık gibi hususiyetlerini bildirir.


Birincisi: Öncelikle cümlenin tamamına bakalım. Manayı bozan çok fazla birşey olmamakla birlikte ve cümlede anlaşılması zor olan bir iki kelime dışında olmadığı halde, hem noktalama işaretlerinde, hem kelimelerin yapılarında tamamen lüzumsuz değişiklikler yapılmış.


İkincisi:

"
Ve her parlak şey kendi kabiliyetince"

"
Her parlak şey kendi kabiliyetince"

Görüldüğü üzere cümlenin başındaki "ve", tahrif edilmiş metinde ya lüzumsuzluğu düşüncesiyle, ya dikkatsizlik, ya garez, ya cehalet gibi sebeblerden biri dolayısı ile kaldırılmış. Haliyle cümle bir önceki cümleden kopuk bir hale getirilmiş. "Ve" bir önceki söylenenin devamı ve direkt o söylenenle alakalı olduğunu belirtmek için kullanılır. Bunu herhalde sadeleştirme işinde kendine bu kadar güvenenler biliyorlardır.


Üçüncüsü:

"
güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber"

"güneşin zâtının cilvesiyle beraber"

Bu kısımdaki "cilve-i zâtisiyle" "zatının cilvesiyle" olmuş. Ters çevirmekle çevirmemek arasında bir fark göremiyorum. O zaman neden değişsin ? Yani bunu okuyan kişi her halikarda "zâtının cilvesiyle" demek olduğunu anlayabilir. Hem de bu dilin bir kuralını daha öğrenmiş olur ki aslında bu çokta bilinen bir şeydir. Tahrifçilerden eğitici bi adım beklemek hayal olur herhalde. Zaten mesleklerinin gereği, öğretmemek, bozmak, tahrip ve tahrif etmek ve öğrenilmesine de mani olmak. İftira diyenler varsa, bu kadar hatayı hangi sebeplere sığınarak izah edecekler görelim, delilleriyle ispatlasınlar biz de inanalım.


Dördüncüsü:

"
ziyası, harareti gibi hassalarını gösteriyor"

"ışık, sıcaklık gibi hususiyetlerini bildirir"

Orjinal metinde "ziyası, harareti" sözcüklerinde aidiyet vurgusu var. Tahrif edilmiş metinde ise bunu görmek mümkün değil. Mesela "ziya" kelimesindeki "sı" eki ve "hararet" kelimesindeki "i" eki aidiyeti bildiriyor. Sadeleştirilmiş metinde bu iki sözcük hem manası verilerek, hem de bu aidiyeti ifade eden ekler kaldırılarak değiştirilmiş. Gerçi devamındaki "hassalarını" kelimesinde bu aidiyet vurgusu var ancak, orjinal metinde bu vurgu tahrif edilmiş metne kıyasla iki kez fazla yapılmış. Bu da okuyucunun haline tesir eden bir durumdur. Yani tesir bu kısacık yerde de kırılmış, baltalanmış.

Sonra "gösteriyor" ile "bildirir" hangi lugatta eş anlamlı olarak geçiyor, şahsen ben bulamadım. Dahası bu fiil lugata bile girmez. Çünkü herkesin bildiği ve kullandığı bir fiildir. Dolayısıyla bu okuyucuyu bu kadar basit ve çok aşina olduğu bir fiili anlamayacak kadar ahmak yerine koymaktır. Hem hatırlarsak bir önceki cümlede aynı "gösteriyor" gösterir" manasında değiştirilmişti. Pek kullandığım bir cümle değil ama bu vesileyle söyleyim. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu..? Göstermek göze hitap ederken, bildirmek akla hitap eder daha çok. Burada gösterilen şey de güneşin ziyası, harareti. Yani bildirmiyor, resmen gösteriyor. Bir duyum değil ki ya da bir bilgi alışverişi değil ki bildirmek olsun. Gözünün içine sokuyor. Bilmek görmenin neticelerinden sadece birisidir. Dolayısıyla buna sadece "bildirir" demek manayı baltalamaktır. Ve yine orjinalindeki şimdiki zaman ifadesi, geniş zaman olarak ifade edilmiş. Bu da kendi verdikleri sözleri yalanlayan fiillerinden sadece biri. Onlarcasından belki yüzlercesinden biri..Tabi şu ana kadar, bundan sonra binlere çıkacağını da temin edebilirim.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfâtıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi, güneşin ziya ve hararet ve ziyadaki elvân-ı seb’a gibi keyfiyatlarının herbirisi dahi umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor.


Orjinal olmayan metin:

Ve o parlak şeyler kabiliyetine göre, güneşi bütün sıfatlarıyla gösterdiği gibi, güneşin ışığı, sıcaklığı ve ışığındaki yedi renk gibi keyfiyetlerinin her biri de ulaştığı her şeyi kuşatır.



Birincisi:

"Ve her parlak şey"

"Ve o parlak şeyler"

Şimdi bu terkibin içinde anlaşılmayan bir kısım yok. Zaten mana olarak karşılığı verilen kelime de yok. Burada sadece ve sadece, ne yapar eder de biz burayı bozabiliriz diye yapılan bir iş var. Görüldüğü gibi bu kısacık yerden ve net olarak anlaşılan yerden "her" i çıkarıp, "o" ilavesi yapmışlar. Bununla da yetinmemişler ve "şey" i "şeyler" şeklinde değiştirmişler. 4 kelimede ve bilhassa anlaşılan 4 kelimede 3 hata ne demek yahu ? Bu kadar ukalalık olur mu ? Bu kadar okuyucuyu anlamaz ve saf yerine koymak olur mu ? Bu kadar kendini maskara etmek olur mu ?


İkincisi:

"güneşi bütün sıfâtıyla"

"güneşi bütün sıfatlarıyla"

Yine malum ve sık gördüğümüz hatalardan. Hatta buna hata demek içimden gelmiyor. Bu olsa olsa kasıt olabilir. Çünkü insan önce bi bakar, anlaşılmayan bişey var mı diye, baktın yok, o kısmı atlar bir sonraki kısma geçersin. Burda anlaşılmayan birşey yok ki ne diye "sıfat" ı "sıfatlar" yaptınız ? Zannedilmesin ki daha iyi sadeleştirme yapılabilirdi demek istiyoruz. Hayır asla ve kat'a. Bahsettiğimiz şey, o kadar sözü dinlemeyenlerin, ciddiye almayanların ortaya koyduğu muvaffakiyetsizliği nazara vermek. Ve bunu delilleriyle ispatlamak. Ki misallerini verdiğimiz gibi, en basit yerlerde bile muvaffak olamamışlar, elleri sürçmüş ve saçmalamışlar resmen.


Üçüncüsü:

"
güneşin ziya ve harareti"

"güneşin ışığı, sıcaklığı"

Buradaki kelimelerden "ziya" çok kullanılan kelimeler arasında olmasa da, mana olarak hemen herkesin bildiği bir kelimedir. Heleki "hararet" kelimesi çok bilinen ve yaygın bir kelimedir. Buna rağmen bu iki kelime lüzumsuz değiştirilmiştir. Bundan ziyade, orjinalindeki "ve" kaldırılmıştır. Ve yine "ziya" "ışık" manasına gelirse de, "ışığı" manasına gelmeyeceği malumdur.


Dördüncüsü:

"ve ziyadaki elvân-ı seb’a gibi"

"ve ışığındaki yedi renk gibi"

Yine bariz hatalardan birisi.

"ziyadaki" eğer anlam olarak verilmesi gereken bir kelime olsa, karşılığı "ışığındaki" değil, "ışıktaki" olur. Bu kadar basit hatalara takılmamın sebebi, ben çok rahat bir şekilde bu farkı görüyorsam ve sadeleştirme gibi bir vebal altına girmediğim halde bu kadar dikkat gösteriyor isem, bu kadar ağır vebalin altına girenler ve "azami dikkat ve titizlik gösterdik" diyenlerin çok daha fazla dikkatli olmaları gerekirdi. Demek ki sadeleştirme işi bir bahanedir. Ve maksadı anlamayı sağlamaktan çok farklıdır.


Beşincisi:

"keyfiyatlarının herbirisi dahi"

"
keyfiyetlerinin her biri de
"

Yine klasik tahrifat misallerinden birisi daha..

Orjinalindaki, "keyfiyat" kelimesinin sadece ve sadece "e harfi değiştirilerek yani "keyfiyet" yapılarak büyük bir iş başarılmış. Tebrikler..Şimdi orjinalinden okuduğumu düşünüyorum "keyfiyat" yazıyor, anlamıyorum. Sonra tahrif edilmişine bakıyorum, "keyfiyet" yazıyor ve anlıyorum. E bu kadar zahmet göstermişler, anlasak iyi olur tabi..Hem şu var: "keyfiyat" taki "at" eki çoğulluğu ifade eder. Oysa "keyfiyet" teki "et" eki aynı işi yapmaz. Bir işin keyfi olduğunu gösterir sadece. Bu da ince bir ayrıntı. Göremeyenler utansın..

Sonra "herbirisi" "her biri" olarak değiştirilmiş. Bu kadar ciddiyetsiz bir işe girişmekten hiç mi korkmazlar, anlamıyorum.

Sonra "dahi" yi de "de" şeklinde değiştirmişler. Bir ciddiyetsizlik, basiretsizlikte bu..3 kelimede 3 lüzumsuz iş ve bir hata biraz fazla değil mi ? Sadeleştirilmiş eserleri savunanlar, hangi akla hizmet ettiklerine bir baksınlar..Bumu sizin anlamak istediğiniz Risale ? Ve bunların elinden mi bu hakikatleri anlayabileceksiniz ?


Altıncısı:

"umum mukabilindeki şeyleri ihata ediyor"

"
ulaştığı her şeyi kuşatır"



Evet sıradan başlıyoruz.

1. Orjinalindeki "umum" yok edilmiş.

2. "mukabilindeki" nin karşılığı "ulaştığı" olarak verilmiş. Bu kelimenin burdaki karşılığı "karşısındaki" dir. "karşısındaki" ile "ulaştığı" arasında bir bağlantı kurabilen var mı ?

3. "Şeyleri" "her şeyi" olarak değiştirilmiş. "Şeyler" i bilmeyenin, "her şeyi" bilebileceğini kim iddia edebilir ?

4. "ihata ediyor" "kuşatır" şeklinde çevrilmiş. Kelime olarak doğru çevrilmiş dahi olsa, mana olarak zaman olarak yine yanlış çevrilmiş. Orjinalindeki şimdiki zamanla ifade ediyor, tahrif edilmiş metin her zamanki gibi geniş zaman modundan çıkamadığı için, o şekilde ifade ediyor. Görüldüğü üzere 4 kelime de 4 hata..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

Öyle de, وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى temsilde hata olmasın, ehadiyet ve samediyet-i İlâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet âyinesinde bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi, vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudatla alâkadar herbir ismi, bütün mevcudatı ihata ediyor.


Orjinal olmayan metin.

Aynı şekilde, وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى temsilde hata olmasın- Cenâb-ı Hakk’ın ehadiyet ve samediyetinin, her bir şeyde, bilhassa canlılarda, hele İnsanın mahiyetinin aynasında bütün isimleriyle bir cilvesi bulunduğu gibi, vahdet ve vahidiyet yönüyle de varlıklarla alâkalı olan her bir ismi onları kuşatıyor,
işte Kur’an, akılları birlik tecellileri içinde boğmamak ve kalblere Zât-ı Akdes’i unutturmamak için daima vahidiyetteki ehadiyet mührünü nazara veriyor ki,بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ o mührün üç mühim düğüm noktasını gösterir.


Yayıncı notundan:

Anlamayı kolaylaştıracağı düşünülen yerlerde, kelimelerin bugünkü karşılıklarının seçilmesinin yanında, uzun cümleler bölündü ve aynı malzemeyle yeniden kuruldu.


Birincisi: Yayıncı Notu başlıklı yazıdan alıntı yaptığım şu yukarıdaki cümlede, uzun cümlelerin bölündüğü ve aynı malzemeyle yeniden kurulduğu söyleniyor. Peki bakalım öyle mi olmuş ? İşte yalanın belgesi: 3 satırlık tek cümleye en az 2 satır daha ilave edilerek, 2 uzun cümle tek cümle haline getirilmiş. Bu değiştirdikleri cümle diyor ki "biz kocaman bir yalan söylüyoruz."


İkincisi:

"Öyle de"

"Aynı şekilde"

Bu değişikliğe bakalım. "Öyle de" nin anlaşılmayan bir yeri var mı, ya da ben bunu anlamıyorum, "aynı şekilde" daha anlaşılır olmuş diyecek var mı ?


Üçüncüsü:

"ehadiyet ve samediyet-i İlâhiye"

"Cenâb-ı Hakk’ın ehadiyet ve samediyetinin"

"Ehadiyet ve Samediyet" kavramları zaten sayfanın altında dipnot olarak açıklanmış. Geriye ne kalıyor ? Sadece bir "İlahiye". Karşılığı "Cenâb-ı Hakk" olarak verilmiş. "İlah" ı bilmeyen "Cenâb-ı Hakk" ı nasıl bilir ? Hem orjinalinde "in" ekiyle yapılan bir aidiyet vurgusu var mı ? İlla değiştirilmek gerekse bile -ki hakikatçe gerekmez- "ehadiyet ve ilahi samediyet" olarak değişilmesi gerekirdi.. Peki "İlahiye" yerine neden "Cenâb-ı Hakk" koyuldu ? Ve onun sonundaki "ın" eki nerden çıktı ve yine "sametiyet" in sonundaki "in" eki neye binaen ilave edildi ?


Dördüncüsü:

"herbir şeyde, hususan zîhayatta"

"
her bir şeyde, bilhassa canlılarda"

Burdaki değişikliklerde isabetle birlikte tezat var. Bu tezatı bir sonraki kısımda daha net göreceğiz. Tabi o ikinci tezat olacak. Burdaki "hususan" kelimesinin "bilhassa" şeklinde çevrilmesi isabetli olabilir ancak eğer ki "hususan" bizim dilimize yabancı bir kelime ise, "bilhassa" da en az onun kadar yabancıdır. O halde "özellikle" gibi kolay bir kelime tercih edilmesi gerekirdi.


Beşincisi:

"hususan insanın mahiyet âyinesinde"

"
hele İnsanın mahiyetinin aynasında"

İşte asıl tezat burada.

"Hususan" bir önce geçtiği yerde (aynı cümle içinde) "bilhassa" diye aynı oranda bilinmeyen bir kelimeye değiştiriliyor ve bir sonraki geçtiği bu kısımda ise, aynı kelimenin manası "hele" diye değişiyor. Herhalde olsa olsa bu kadar körlük olabilir, bu kadar dalgınlık olabilir, ya da cehalet, yada ihanet adı her ne ise. Olsa olsa bu kadar olur. "hususan" ile "hele" aynı şey mi ? Aynı olduğunu farzedelim, o halde bir önceki "hususan" neden "bilhassa" olarak değişti ?

Bu kısımdaki 2. hata: "mahiyet" ile "mahiyetinin" aynı şey mi ? Birisi yalın, diğerinde ek var. Ek dediğiniz manayı başka şekilde anlatmak için kullanılır. Yoksa durduk yerde neden "mahiyet" "mahiyetinin" olsun ? Demek ki bu terkibin manası beğenilmedi ki başka birşey anlatılmaya çalışıldı.

3. "Âyine" anlaşılmayacak bir kelime midir ? "Ayna" olarak değiştirmeye ne gerek var ? Az bir tefekkürle anlaşılabilecek bir kelime değil midir bu ? Ki Risaleleri orjinalinden okuyan biri bu kelimeyi de sıkça göreceğinden, bir yerdekini anlamasa, bir başka yerdekinden yine o manayı bulacaktır. Bırakın insanlar azıcıkta tefekkür etsinler..

4. "Mahiyet" kelimesi, "hususan" ve "ayine" kelimelerinden daha çok bilinen bir kelime midir ki değiştirilmemiş ? Yanlış anlaşılmasın, değiştirilsin demiyoruz. Sadeleştiicilerin mantığına göre meseleyi değerlendiriyoruz. Madem sadeleşiyor, önce zor olanları, sonra kolay olanları değiştirmeleri gerekmez mi ? Ama görüyoruz ki biçok yerde zor olanlar olduğu gibi duruyor, çok kolay olanlar değiştiriliyor, hatta onlarda yanlış değiştiriliyor.


Altıncısı:

"bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi"

"bütün
isimleriyle bir cilvesi bulunduğu gibi
"


1. Bu terkibde "esmâ" kelimesinin karşılığı "isim" olarak verilmiş. Bu kelime her ne kadar sık kullandığımız bir kelime olmasa da, sürekli duyduğumuz ve telkin edilen bir kelimedir. Mesela "esmâü'l hüsna" en çok duyduğumuz ve bu kelimenin geçtiği terkiblerden biridir. Hatta bu kelime Risalelerde en çok ders konusu olan kelimelerden biridir.

2. "Olduğu" kelimesi, "bulunduğu" şeklinde değiştirilmiş. Herhalde sokakta birine böyle bir değişikliğin anlaşılmama sıkıntısı yüzünden yapıldığını söyleseler, "OHA" derdi. Biz de YUH diyoruz.


Yedincisi:

"vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi"

"vahdet ve vahidiyet
yönüyle de
"

Burada "cihet" "yön" olarak cihetin manalarından biriyle değiştirilmiş.

Ancak yine her zamanki keyfi kısaltma ve uzatmalardan biri daha burada yapılmış. "dahi" yi "de" ye çevirmek, hangi amaca hizmet eder, nasıl bir fikrin neticesidir ?


Sekizincisi:

"mevcudatla alâkadar herbir ismi, bütün mevcudatı ihata ediyor"

"varlıklarla
alâkalı olan her bir ismi onları kuşatıyor
"

Bu kısım "herbir ismi" mahfuz kalmak suretiyle, tamamen değiştirilmiş. Bilineni de, bilinmeyeni de.

"Alâkadar" Türkçede oldukça sık kullandığımız bir kelimedir. Mesela "seni alâkadar etmez" bu kelimenin geçtiği sık kullanılan cümlelerden sadece birisidir. Herşeyi bir yana koyalım. Bu kitabı alan insanlardan sadece bir tane bile "alâkadar" denildiğinde ne denilmek istendiğini anlamayacak kadar cahil ya da Türkçeden yoksun biri olduğunu düşünemiyorum. Ama Ufuk Yayınları düşünmüş. O halde bu kelimeyi bile anlamayanlar, sizin "Yayıncı Notu" nuzu nasıl anlasın ? Hatta bu dersin sonunda "Yayıncı Notu" başlıklı yazıda kullanılan kelimeler ve aynısı, Risalede geçtiğinde değiştirilen kelimeleri paylaşmaya çalışacağım ki, ne kadar yüz kızartıcı bir iş yaptıkları ortaya çıksın. Müslüman müslümanın ayıbını araştırmaz, ancak o ayıb bir alimin tefsirine yapılıyorsa ve bundan razı olmayan, müellifinden talebelerine kadar azim bir cemaat varsa, ve dahi bu yapılan iş tamamen safsataya çevrilmiş ise, bunun değil gizlenmesi, ortaya çıkarılması bir vazifedir.

2. "Bütün mevcudatı" nın ne lugatta ne başka yerde, "onları" şeklinde bir karşılığı yoktur. Zaten hemen bu kısmın başında da aynı kelime "varlıklar" şeklinde değiştirilmiştir. 4 kelime sonra neden "onları" diye değiştirilsin ? Herhalde fazla yer kapladığından olabilir.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

İşte, vâhidiyet içinde ukulü boğmamak ve kalbler Zât-ı Akdesi unutmamak için, daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden, Bismillâhirrahmânirrahîm’dir.

Orjinal olmayan metin:


Aynı şekilde, وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى temsilde hata olmasın- Cenâb-ı Hakk’ın ehadiyet ve samediyetinin, her bir şeyde, bilhassa canlılarda, heleİnsanın mahiyetinin aynasında bütün isimleriyle bir cilvesi bulunduğu gibi, vahdet ve vahidiyet yönüyle de varlıklarla alâkalı olan her bir ismi onları kuşatıyor,işte Kur’an, akılları birlik tecellileri içinde boğmamak ve kalblere Zât-ı Akdes’i unutturmamak için daima vahidiyetteki ehadiyet mührünü nazara veriyor ki,بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ o mührün üç mühim düğüm noktasını gösterir.


Birincisi:

Bu uzun cümle, bir önceki cümle ile birleştirilip, anlamayı değil kolaylaştırmak, daha da zorlaştırılmış. Ki bu sadece cümleyi uzatarak değil, bazı kelimelerin yerlerini değiştirerek de yapılmış. Sadeleştirici mantığa göre, zaten uzun olan bu cümlenin ya aynen muhafaza edilmesi, ya da kısaltılması gerekiyordu. "YAYINCI NOTU" ndan hatırlayalım o kısmı..


Yayıncı notundan:

"Anlamayı kolaylaştıracağı düşünülen yerlerde, kelimelerin bugünkü karşılıklarının seçilmesinin yanında, uzun cümleler bölündü ve aynı malzemeyle yeniden kuruldu."


Demek ki neymiş ? Bu söyledikleri koca bir yalanmış. Çünkü yazdıkları ile yaptıkları tamamen ters şeyler..


İkincisi:

"İşte, vâhidiyet içinde ukulü boğmamak"

"
işte Kur’an, akılları birlik tecellileri içinde boğmamak"

Buradaki hatalar..

1. Orjinalinde olmayan "Kur'an" ilavesi yapılmış. Bunun sebeb-i hikmeti zannımca şu olabilir: Hatırlarsak: "Ve her parlak şey kendi kabiliyetince güneşin" diye başlayan cümlede, Kur'anın bir özelliğinden bahsedilirken, sadeciler bu cümledeki o özelliği güneşe vermişlerdi. Yani o Kur'anın değilde güneşin bir özelliğiymiş gibi bu cümleyi imha etmişlerdi. Güneşe takılıp, Kur'anı unutmuşlardı. İşte tam bu cümleye geldiklerinde muhtemelen unuttuklarını hatırladılar ki, bu özelliğin Kur'ana ait olduğunu belirtmek zorunda kaldılar. Orjinalinde "Kur'an" yok, çünkü zaten geriden gelen cümlelerle aynı şeyi anlatmaya devam ediyor. Kopukluk yok ki ayrıca belirtilsin. İşte nasıl cümleler birbirinden kopartılıp, alakasız hale getiriliyor görülsün.

2. "vâhidiyet içinde" "birlik tecellileri içinde" şeklinde ifade edilerek, kısır bir manaya çevrilmiş. Zaten "vâhidiyet" kelimesinin manası sayfa altında dipnotta verilmişken, burda ayrıca değiştirilmesi kadar saçma..Hem dipnotta verilen "vâhidiyet" in manası, "Cenâb-ı Hakk'ın her şeyde birden görülen birlik tecellisi" şeklinde verilmişken -ki verilebilecek en uygun karşılıkta odur- bu terkib içinde "birlik tecellileri" olmasının hikmeti nedir ? Bu cümlenin devamında bir "vâhidiyet" daha var, fakat değiştirilmemiş. Herhalde ki dipnottaki "Cenâb -ı Hakk'ın her şeyde birden görülen birlik te cellisi" manası, bu 2. "vâhidiyet" i anlatıyor. 1. sıradaki de "birlik tecelileri" anlamına geliyor. Ve yine bu kelime "Yayıncı Notu" nda belirt tikleri şu cümleye ne kadar ters düşüyor bakalım. " Istılahta yer alan terimler ve Nur külliyatının anahtar kavramları ise aynen korundu, değiştirilmedi."

3. "Ukulü boğmamak" taki "ukul" ün karşılığı yeri d eğiştirilerek daha geriye alınmış. Yani "birlik tecellilleri içinde akılları boğmamak" diye orjinaline yakın bir şekle koymak varken, "ukulü birlik tecellileri içinde boğmamak" şeklinde değiştirilmiş. Hem kim şu kısmı okursa okusun, iki satırı karşı karşıya geti rsin, orjinalindeki kelimeler değişmediği halde bile, sadesinden daha anlaşılır bir yapıdadır. Tahrif edilmişi ise, güya kelimelerin manası verildiği halde bile, daha karmaşık ve daha anlaşılmaz haldedir. Sadeleştirmeyi savunanlar, ellerini vicdanına koyup şu iki kısmı karşı karşıya getirsinler..Hangisini tercih edecekler ?


Üçüncüsü:

"ve kalbler Zât-ı Akdesi unutmamak için"

"
ve kalblere Zât-ı Akdes’i unutturmamak için"

Burada yapılan hatalar, tahrifçilerin halen bundan 2 cümle önceki güneşle ilgili yaptıkları hatayı, telafi etme modundan çıkamadıklarını gösteriyor. Madem o kadar insaflısınız; her kelimede Kur'anın o özelliğini anlatmaya çalışacağınıza, o cümledeki hatanızı düzeltseydiniz ya..

İşte buradaki "ve kalbler" in "ve kalblere" olarak, "unutmamak için" i n "unutturmamak için" olarak değiştirilmesi bu 2 cümle önce yapılmış hatanın neticesi olarak görünüyor. Eğer öyle değilse, "tam bir cehalet" demekten başka çaremiz yok..


Dördüncüsü:

"daima vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki"

"daima vahidiyetteki
ehadiyet mührünü nazara veriyor ki"


Uzun zamandır tahlilini yaptığımız cümleler içinde, bu kadar uzun olup muhafaza edilen ya da en azından manasını bozmadan durabildikleri nadir yerlerden.


Beşincisi:

"o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden,Bismillâhirrahmânirrahîm’dir."

"بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ o mührün üç mühim düğüm noktasını gösterir."

1. Burda daha öncede defalarca göstermiş olduğumuz keyfi değişiklikler var. Bunlardan birisi cümle yapısı ile ters çevirmek suretiyle oynamak. Bu yaptıkları kaşığı ön taraftan ağzına götürmek varken, enselerinden dolandırmak gibi bir şey. Maalesef bunu hep yapıyorlar. Zoru kolaylaştırmak bizim vazifemizken, bu garibanlar kolayı da zorlaştırıyor.

2. Müellifin Latince koyduğu Besmele lafzı, burada da Arapçası ile değiştirilmiş. Bu sadecilerin kendini Bediüzzamandan daha ilimli görmesi gibi bir fikri veriyor insana. Gerçi yaptıkları işin tamamı bu fikri veriyor. Çünkü müellifin yazdıklarını beğenmemişler ki bu sadeleştirme işini yapmışlar. Eğer gaye daha kolay anlaşılmasını sağlamak olsa idi, şu kadar maskaralığın altına imza atmayacaklardı..

3. "Ukde" "düğüm, çözümü zor iş" gibi manalara geliyor. Yani "düğüm noktası" şeklinde bir karşılığı yok bu k elimenin.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

ÜÇÜNCÜ SIR

Şu hadsiz kâinatı şenlendiren,bilmüşahede, rahmettir.


Orjinal olmayan metin:

Üçüncü sır

Şu sonsuz kâinatı şenlendiren, açıkça görüldüğü gibi, rahmettir.



Birincisi: Daha önce "şu" yu "bu" diye çeviren garibanlar, burdaki "şu" nun anlamının "şu" olarak kalmasını uygun görmüşler. Kendi tezat ve çelişkilerinden sadece biri..

İkincisi: "hadsiz" gibi çok bilinen bir kelimeyi, he r gördükleri yerde "sonsuz, sınırsız" şeklinde değiştire n zihniyet, haddini bilmiyor demektir.

Üçüncüsü: "bilmüşahede" kelimesinin manası lugatlarda "Bizzat şâhit olarak, görerek, görür şekilde, görme derecesinde, görüldüğü gibi" geçiyor. En azından ben üç lugata baktım. Yani buradaki "açıkça" fazladan bir kelime..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..


Orjinal metin:


Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedâhe, yine rahmettir.


Orjinal olmayan metin:

Karanlık içindeki şu varlıkları ışıklandıran, açıkça, yine rahmettir.



Birincisi: Cümlenin başındaki "ve" kaldırılmak suretiyle, önceki cümle ile irtibatı kaldırılmış.

İkincisi: En çok kullandığımız hatta okuma yazma bilen birinin anlamaması mümkün olmayan "bu", yine cehaletin ya da bozgunculuğun, ya da kıskançlığın bir eseri sonucu "şu" diye çevrilmiş. Binler kere yazıklar olsun size..

Üçüncüsü: "Karanlıklı" gibi anlaşılmayan kelimeler arasında asla zikredemeyeceğimiz bir kelimeyi daha "karanlık içindeki" diye çevirerek halt etmişler.

Dördüncüsü: "Bilbedâhe" keli mesi en basit ifadeyle "apaçık bir şekilde" manasına gelir. Bu ke limeyi sadece "açıkça" diye çevirmek, manayı kısırlaştırmaktır. Hem yine 3 lugattan baktım ve bu kelimenin "açıkça" diye bir karşılığını göremedim.

Tahrifçiler eğer İşaratü'l-İ'caz eserini okumuş olsalardı, bir kelimenin üzerindeki bir eksiltmenin yapılması ya da bir ekin ilave edilmesi, bir kelime yerine başka kelimenin konması gibi şeylerin, cümle üzerinde ne kadar mana değişikliğine sebeb olduğunu ve hatta değiştirilen bir kelimenin eserin tamamındaki cümlelerle irtibatı koparacağını anlayabilirlerdi. Ama ya okumamışlar, ya da okusalar dahi anlama gayreti içine girmemişler yahut bozgunculuğu meslek edinmişler ki manayı bu derece bozan tahrif faaliyetine imza koymuşlar.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir.

Orjinal olmayan metin:

Sonsuz ihtiyaçlar içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, apaçık görüldüğü üzere, yine rahmettir.



Birincisi: Cümlenin başındaki "ve" ve "bu" tamamen kald ırılmış. "Ve" nin kald ırılması ile, cümlenin önceki cümleyle irtibatı kesilmiş. "Bu" nun kaldırılması ile de, terbiye edilenin ne olduğuna vurgu yapan mana bozulmuş.

İkincisi: "Hadsiz" "sonsuz" şeklinde çok misalini gösterdiğimiz klasik değişiklik devam ettirilmiş.

Üçüncüsü: "İhtiyacat" "ihtiyaçlar" olarak değiştirilmiş. Buradaki ve buna benzer çoğu yerdeki "at" eki zaten çoğulu ifade eden bir ektir. Okuyan kişi bunu bir kez öğrense, ondan sonraki karşısına çıkan, bu ekin olduğu bütün kelimeleri anlayabilir. Yani
yapılan işin mantıksızlığı içinde, her defasında balık yakalamaktansa, bir defa balık yakalamayı öğretmek çok daha mantıklıdır.

Dördüncüsü: Görüldüğü üzere "mahlûkat" kelimesine dokunulmamış. O halde "ihtiyacat" ın değişmesine ne gerek vardı ?

Beşincisi: "
Bilbedâhe" lugatlarda şu şekilde geçiyor.."Açıklıkla, açıktan, meydanda olarak, besbelli, ap açık bir şekilde." Yani bu ke limenin "apaçık görüldüğü üzere" şeklinde bir karşılığı yok. Her zamanki gibi 3 lugatta baktım böyle birşey göremedim. Hem bu kelimenin manası bir önceki cümlede "açıkça" olarak değişmişken ve burada da diğer cümledeki manayı aynen ifade ederken neden bu cümlede farklı değiştirilmiş ? Tahrifçiler yaptıkları işin her noktasında kendileri ile çelişiyorlar. Ya 2 dakika önce yaptıkları çeviriyi bile dikkate almayıp, hemen ardından gelen aynı kelimeyi başka manalara çeviriyorlar, ya da Allah onlara unutturuyor ki maskara oluyorlar..

Şu cümleyi karşısına alan biri cümle içinde geçen "bilbedâhe" nin ne olduğunu bilmese dahi, cümlenin ne manaya geldiğini çok değil 10-20 sn. düşünse anlar, belki o kadara da gerek kalmaz, okurken anlar. Hatta o kelimenin de cümle içindeki halinden, az çok tahmini bir karşılığını bulabilir. Ki bu kelimenin Risalelerde sıkça geçtiğini hatırlarsak, karşısına her çıkışında biraz daha bu kelimenin manasına vakıf olur. Tahrifçi zihniyet acaba, bir saat tefekkürün bir sene nafile ibadetten daha hayırlı olduğunu hiç hatırlamaz mı ? Herşeyi çevirdiğinizde insanlar bu içi boş kelimelerinizi mi tefekkür edecek ? Tam manasını veremediğiniz hatta çoğu yerde aksi mana verdiğiniz cümleleri kelimeleri mi tefekkür edecek ? İnsanları nelerden mahrum ettiğinizin farkında mısınız ? Hadi diyelim, sizin bu çevirilerinizi tefekkür ettiler. İşte o zaman daha da korkun. Çünkü o kadar yanlış çeviri insanların fikirlerini nereye götürür bilinmez..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedâhe, rahmettir.

Orjinal olmayan metin:

Bir ağaç her şeyiyle meyvesi için var olduğu gibi, bütün kâinatı insan için var eden ve her tarafta ona baktıran, onun yardımına koşturan, açıkça, rahmettir.


Birincisi:

"Ve bir ağacın"

"Bir ağaç"

1. Baştaki "ve" kaldırılmak suretiyle her zamanki gibi, bir önceki cümle ile bağlantı koparılmış, müstakil bir hale getirilmiş.

2. Çok yerlerde kelimelerin sonuna "in, ın" ekleyenler, burada da "ağacın" "ın" ını kaldırarak bir yeniliğe imza atmışlar. Aidiyeti ifade eden "ın" ekini kaldırarak, kuru bir ağaca çevirmişler. Allah size akıl fikir versin. Başka yerde ısrarla eklediğiniz bu eki, burda tam istediğiniz gibi bir durum varken, bu kez neden kaldırırsınız ?


İkincisi:

"
meyvesine müteveccih olduğu gibi
"

"
meyvesi için var olduğu gibi
"

Bu kısımdaki değişiklik "bu kadar da olmaz" dedirtecek cinsten. "Meyvesine müteveccih" "meyvesine yönelmiş" ya da "meyvesine yönelik" anlamında olmasına rağmen, "meyvesi için var" anlamını nasıl çıkardılar, nerden buldular anlaşılır gibi değil. Hiç mi Risale okumazsınız be hey adamlar ? Hiç mi lugat bilmezsiniz, hiç mi lugata bakmazsınız, araştırmazsınız ?


Üçüncüsü:

"bütün kâinatı insana müteveccih eden"

"
bütün kâinatı insan için var eden"

Ve yine aynı kelime aynı hata. Kainatın insana müteveccih olması ile insan için var olması nasıl aynı şey olur ? İnsana müteveccih olması, güneşin insan için doğması, hayvanların, bitkilerin, herşeyin insana yönelik gayelerinin bulunması gibi anlamlara geliyor. İnsan için var olması terkibi bu manayı vermez ki. Hem kainat sadece insan için var değildir. Allah cc. kendi sanatlarını görmek ve görenlerin de gözünden görmek gibi daha pek çok hikmetlere binaen kainatı yaratmıştır. Ama kainat insana müteveccihtir. Bütün herşeyiyle insana hizmet eder.


Dördüncüsü:

"
ve muavenetine koşturan"

"
onun yardımına koşturan"


Orjinalindeki "ve" kaldırılarak keyfi bir değişiklik yapılmış. Zaten buradaki "ve" kâinatın insanın yardımına koşmasını belirten bir bağlaçtır. Cümlenin gerisiyle bağlantıyı kurduğu için ayrıca belirtilmesi gerekmiyor. Ancak sadeleştirme bu bağlacı kaldırmakla, yerine "onun" koyup, kainatın insana müteveccih oluşunu ayrıca belirtmek durumunda kalmıştır."Ve" gibi kısacık bir bağlaç bu vazifeyi yaparken, daha uzun olan "onun" koymak, ne akılla, ne anlamaya fayda sağlamak gayesiyle izah edilemez.


Beşincisi:

"bilbedâhe, rahmettir"

"
açıkça, rahmettir"

Tahrifçi mantıkta zerre kadar titizlik, dikkat yok. Hatta zahmet edip böyle ağır veballi bir işte lugata bile bakmak yok. Ve sürekli kendileri ile çelişen bir durum içerisindeler. Buradaki "bilbedâhe" buna bir kez daha şahitlik yapıyor. Bu kelimeyi birkaç cümle önce "açıkça" diye çevirenler, bir önceki cümlede "apaçık görüldüğü üzere" diye çevirmişler ve devamındaki bu cümlede de yine "açıkça" şeklinde çevirmişler. Zavallı lugat yoksunları. Bu yaptıkları, ne kadar laubali hareket ettiklerini de gösteriyor maalesef..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

Ve bu hadsiz fezâyı ve boş ve hâli âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir.


Orjinal olmayan metin:

Bu sonsuz uzayı ve boş, ıssız âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bizzat gördüğümüz gibi, rahmettir.


Birincisi:

"Ve bu hadsiz fezâyı"

"
Bu sonsuz uzayı"

Burada yapılan değişiklikler de tahrifçilerin kabiliyetsizliğini, lugat bilmemezliğini, dikkatsizliğini gösteriyor. Hem bu kelimeler bilinmeyen kelimeler arasında değildir. "Fezâ" çok kullanılan bir kelime olmasa da, çok bilinen bir kelime olduğu bilinen bir gerçektir.

1. Orjinal metnin başındaki "ve" kaldırılarak, genelde yaptıkları gibi, önceki cümleden bağlantı koparılmış.

2. "Hadsiz" hem bilinen bir kelime olmakla birlikte, hem de kimi yerde "sonsuz" kimi yerde de "sayısız" şeklinde değiştirilmekle, tahrifçilerin ne kadar tutumsuz bir iş sergilediklerini gösteriyor. Tahrifçiliğin bir gereği..

3. "Fezâ" kelimesini kısır bir "uzay" manasında değiştirmişler. Halbuki bu kelimenin tek anlamı bu değildir. Mesela lugatlarda geçen "Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü." de bu kelimenin manalarındandır. Ki cümlenin hemen devamında geçen "boş ve hâli alemi dolduran" ifadesi, bu kelimenin cümlede hangi anlamda kullanıldığını anlamak için kafidir. Risalelerde bunun gibi hemen kelimenin devamında anlamı verilen kısımlar oldukça fazladır.


İkincisi:

"ve boş ve hâli âlemi dolduran"

"ve boş,
ıssız âlemi dolduran
"

1. Buradaki "ve" lerden 2. sinin, anlamayı sağlayacak bir etkisi olmadığı halde kaldırılması, tamamen tahrifçilerin keyfe dair yaptığı bir faaliyettir.

2. "Hâli" kelimesinin de manası sadece ıssız değildir. Bu kelime "Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama." gibi manalara gelir. Yani burada kullanılan manasının, gerideki ifadeleri de destekleyen "İçinde bir şey olmama" olması ihtimali daha fazladır. Tahrifçilerin kullandığı "ıssız" bu manayı vermekten çok uzaktır.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Sadeleştirilmiş Sözler Hatalarla Dolu - On Dördüncü Lem'a'dan..

Orjinal metin:

Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir.

Orjinal olmayan metin:

Ve fâni insana ebediyet nimetini veren, onu ezelî ve ebedî bir Zât’a muhatap ve dost kılan, açıkça, yine rahmettir.



Birincisi:

"Ve bu fâni insanıebede namzet eden"

"
Vefâni insana
ebediyet nimetini veren"

1. Orjinalindeki "bu" kaldırılarak, insana işaret eden vurgu yok edilmiştir.

2. "Fâni insanı" "fâni insana" şeklinde değiştirilmekle cümlenin bu kısmındaki mana tamamen değiştirilmiştir.

3. "Ebede namzet eden" ile "ebediyet nimetini veren" terkibleri tamamen birbirinden alakasız farklı manalarda ifadelerdir. "Namzet" in manası "aday" dır, "nimet" değildir. "Aday" ın dahi "nimet" şeklinde bir karşılığı yoktur. Dolayısıyla orjinalindeki mana insanın ebede aday edilmesidir. Tarrifçilerin çevirisinde ise, bu manayı anlatmaktan ziyade, kendi kafalarında oluşturduğu, ebediyetin bir nimet olarak verilmesi manası var. Aday olmak henüz daha gelmemiş bir gerçeği anlatma manasında iken, orjinal olmayan metinde peşin verilen birşey gibi, yani şu an insan ebedi hayatın içinde imiş gibi bir mana hakimdir. Kısacası tahrifçilere "ebede aday eden, yapan" şeklinde en kolay ve doğru bir çeviriyi yapmak zor gelmiş ve en zor ve yanlış olan değişikliği tercih etmişlerdir. İşin aslı bu kısımda "namzet" dışında az bildiğimiz bir kelime daha yoktur. Haliyle yapılan bütün tasarrufatlar keyfidir, sadeleştirme değil tahriftir.


İkincisi:

"ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan"

"
onu ezelî ve ebedî bir Zât’a muhatap ve dost kılan"


1. Orjinalindeki "ve" bağlacını "onu" ile değiştirerek tamamen lüzumsuz ve faydasız bir yol tercih edilmiş. Zaten "ve" nin ifade ettiği bir manayı anlaşıldığı halde "onu" ile değiştirmek, keyfiyetin, müellife hürmetsizliğin, çok bilmişliğe yatmanın bir sonucu olsa gerektir.

2. Bu terkibin ortası olduğu gibi muhafaza edilmiş. Ve sonundaki "dost yapan" ifadesi, "dost kılan" şeklinde değiştirilmiş. Cümle içinde aynı manayı verseler de "yapmak" "kılmak" tan çok daha fazla kullanılan ve bilinen bir fiildir. Bu değişiklik; tahrifçilerin "Yayıncı Notu" n da bildirdikleri, "Öncelikle, Risale-i Nur un mesajının günümüz diliyle ve en açık biçimde anlaşılması esas alındı." sözlerine, kendi elleriyle yazdıkları "yalan söylüyorsunuz" diye verilen bir cevaptır.


Üçüncüsü:

"bilbedâhe, rahmettir"

"
açıkça, yine rahmettir"

Burada da "bilbedâhe" daha öncede
n de olduğu gibi, değişik değişik şekillerde çevrilmeye devam edilmiş. Ve "yine" ilavesinin bir hikmete binaen konulduğu iddiası tamamen hurafedir. Bu ilavenin orjinalinde anlatılan manaya bir katkısı söz konusu değildir.
 
Üst