Konuya cevap cer

C – Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün şe’ni te­vazu ve mahviyettir, tekebbür ve tahakküm de­ğildir. Demek, tekeb­bür eden sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanı­mayınız.» (Münazarat sh: 23)

 

21- «İlm-i mantıkta “kaziye-i makbule” tâbir et­tik­leri, yani büyük zatların delilsiz sözlerini ka­bul etmektir mantıkça yakîn ve kat’iyyeti ifade etmi­yor, belki zann-ı galiple kanaat verir. İlm-i mantıkda bur­han-ı yakînî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıs­lara bakmı­yor, cerh edilmez de­lile bakar ki, bütün Risale-i Nur hüc­cetleri, bu burhan-ı yakinî kısmındandır.

 

Çünkü, ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve ri­yazetle gördüğü hakikatler ve perdeler arkasında mü­şa­hede ettikleri ha­kaik-i imaniye, aynen onlar gibi, Risale-i Nur, ibadet yerinde, ilim içinde haki­kate bir yol açmış sülûk ve evrad yerinde, man­tıkî burhanlarla ilmî hüccet­ler içinde hakika­tü’l-hakaike yol açmış ve ilm-i tasavvuf ve ta­rikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i akîde ve usûlü din içinde bir velâyet-i kübrâ yo­lunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâlet­lere galebe ediyor, meydanda­dır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 91)

 

22- «Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mâ­nevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı mâ­nevîsi “Ferid” ma­kamına(Kastamonu Lâhikası sh: 196) mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mut­lakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âza­mın tasarru­fundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına gir­meye mecbur değil.» 

 

23- «İstibdad-ı hissiyatın seyyielerindendir ki: Mesalik ve me­zahibi ikame edecek, galiben taassup veya tadlil-i gayr veya safsata idi. Halbuki üçü de nazar-ı şe­ri­atta mezmum ve uhuvvet-i İslâmiyeye ve nisbet-i hem­cinsiyeye ve teâvün-ü fıtrîye münafidir. Hattâ o de­rece oluyor, bunlardan biri taassup ve safsatasını terk ederek nâsın icmâ ve tevatürünü tasdik ettiği gibi, bir­den mez­hep ve mesleğini tebdil etmeye muztar kalıyor. 

 

Halbuki, taas­sup ye­rinde hak ve safsata yerinde burhan ve tadlil-i gayr ye­rinde tevfik ve tatbik ve isti­şare ederse, dünya birleşse, hak olan mezhep ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasıl ki, zaman-ı saâdette ve Selef‑i Salihîn za­man­larında hükümfermâ hak ve burhan ve akıl ve meş­veret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri ol­mazdı.

 

Kezalik görüyoruz ki: Fennin himmetiyle, zaman-ı halde fil­cümle, inşaallah istikbalde bitamamihî hüküm­fermâ, kuv­vete bedel hakburhan ve tab’a bedel akıl ve he­vâya bedel hüdâ ve ta­assuba bedel metanet ve garaza bedel ha­miyet ve mü­yûlât-ı nefsani­yeye bedel temayülât-ı ukul ve his­si­yata bedel efkâr ola­caklardır —karn-ı evvel ve sanî ve salisteki gibi ve beşinci karna kadar filcümle olduğu gibi. Beşinci asırdan şim­diye kadar kuvvet hakkı mağ­lup eylemişti. ve safsataya bedel 

Saltanat-ı efkârın icrâ-yı hasenesindendir ki: Hakaik-i İslâmiyetin güneşi, evham ve hayalât bulutla­rından kur­tulmuş, her yeri tenvire başlamıştır. Hattâ dinsizlik batak­lığında taaf­fün eden adamlar dahi o ziyayla istifadeye başlamıştır­lar. 

Hem de meşveret-i efkârın mehasinindendir ki: Makasıd ve mesalik, burhan-ı kàtı’ üzerine teessüs ve her kemale mü­midd olan hakk-ı sabitle hakaikı rapteyleme­sidir. Bunun neticesi: Batıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz.» (Muhakemat sh:37) 

 

24- «Kur’ân’ın zincirini muhkem tut. Onun sözüne kulak ver. Başkaları seni aldat­masın. Şu zamanın gafil sarhoşları içinde seni, terk-i şeaire ve medeniyet-i dün­yaya davet edenlere de ki: “Hey sersem gafiller! Benim halim sizi dinlemeye müsait değil.» (Nurun İlk Kapısı sh: 143)

 


Daha bunun gibi tesbiti mümkün beyanlardan a­çıkça görü­lür ki: Risale-i Nur mesleğinde taklit değil tahkik esastır ve akıl­ları ta’lim, kalbleri irşad ve ten­vir eden hakaik-i Kur’aniye asıl mürşid ve mercidir.

 


ittihad.com.tr - 27- Şahsı Değil, Kitabı Esas Almak Esası


Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Üst