Şekerci Han’ın şeker insanları şimdi neredeler?
Şekerci Han, Fatih Camii’nin inşası sırasında işçi ve ustaların konaklaması için yapılmış ve daha sonraki dönemlerde İstanbul’un kültür merkezi haline gelmiştir. Mehmet Akif, Eşref Edip, Neyzen Tevfik gibi şair, yazar ve bestekârların uğrak yeri olan ve Bediüzzaman Said Nursi’nin kapısına “Burada hiçbir sual sorulmaz, her suale cevap verilir” levhası astığı hanın günümüzde ne halde olduğunu biliyor musunuz?
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra şehre kendi ismiyle maruf bir cami yaptırmak ister. Anadolu’nun değişik yerlerinden gelen ustaların kalması ve inşaat malzemelerinin muhafaza edilmesi amacıyla camii inşaatına başlanmadan önce bir han yapılır. Bir rivayete göre hanın yapılış hikâyesi şöyle: İnşaat başladıktan sonra çalışmaları yerinde kontrol eden Padişah, bir işçinin sırtında bir taşla, iskeleden yukarı çıktığını ancak taşı bırakmadan tekrar aşağı indirdiğini, tekrar çıktığını-indiğini görür. Buna bir anlam veremeyen genç padişah işçiye niçin böyle yaptığını sorar. İşçi, "Efendim, ben bu gece rüyamda ‘hamamcı’ olmuşum. Fakat uyandım ki vakit dar, işe geleceğim. Yakınlarda da bir hamam yok ki yıkanıp temizleneyim. Aceleyle işe geldim. Çünkü ekmek parası, çalışmasam gündeliğim gider… Ama taşı oraya koyarsam da, yapılan bir ibadethanedir, abdestsiz taşı oraya koyarsam da Allah'tan korkuyorum" cevabını verir.
İşçinin bu hassasiyetine hayran kalan genç padişah, hemen caminin inşaat çalışmalarını durdurarak caminin yanında işçilerin konaklayabileceği ve her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri bir han yaptırır. Fatih Camii’nden önce yaptırılan han daha sonra “Şekerci Han” ismiyle uzun yıllar İstanbul’a hizmet verir.
Fatih Camii’nin Börekçi Kapısı’ndan çıktıktan sonra Malta Çarşısı olarak bilinen yerde ilk soldaki İslambol Caddesi’nde bulunan Şekerci Han, zamanla İstanbul’un kültür merkezlerinden birisi haline gelir. Handa Anadolu’dan ve devletin dört bir yanından gelenler misafir olur. Kültür Tarihçisi Dursun Gürlek Bey’in bir yazısında belirttiği üzere Osmanlı’nın son zamanlarında Osman Kemâlî Efendi, Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu ve müdürü Fatih Hoca, Neyzen Tevfik, Mehmet Akif, Eşref Edip, İmam Hatiplerin kurucusu Celaleddin Ökten bu handa kalan ve kültür toplantılarına katılan isimlerden sadece birkaç tanesidir. Hiç şüphesiz han, tarihi boyunca Fatih Camii’nde namaz kılınmadan önce ve namaz kılındıktan sonra nice sohbetlere ev sahipliği yapmıştır.
Her soruya cevap
Şekerci Han’ın şöhreti Bediüzzaman Said Nursi’nin 1907 yılında İstanbul’a gelmesi ve buraya yerleşmesiyle zirveye çıkar. Doğu’da medrese eğitimini tamamlayarak “Bediüzzaman” sıfatını alan Said Nursî, imparatorluğun payitahtına 1907 yılında gelir. İstanbul'a gelişini gazetelerin 'Şarkın yalçın kayalıklarından bir ateşpare-i zekâ, İstanbul afakında tulû etti' şeklinde duyurduğu bu genç Said, Şekerci Hanı’na yerleşir.
Bediüzzaman, sadece yerleşmekle kalmaz, hanın kapısına “Burada hiçbir sual sorulmaz, her suale cevap verilir” levhası astırır. Bunu duyan İstanbul uleması ve halkı hana akın ederek Bediüzzaman’a en zor soruları yöneltirler. Muhataplarına hiçbir soru sormayan Said Nursî, kendisine sorulan sorulara muhataplarını tatmin edici cevaplar verir.
Derin hayal kırıklığı
Risale-i Nur’ları çocukluk yıllarından okumaya başlayan ve Bediüzzaman’ın hatıralarında Şekerci Han’ın ne kadar büyük ehemmiyeti olduğunu bilen birisi olarak İstanbul’a geldiğimde bu hanı görmek istedim. Hayalimde canlandırdığım manzara şöyleydi: Bir zamanlar İstanbul’un en seçkin mekânlarından birisi olmuş, kültür sohbetlerine ev sahipliği yapmış ve Bediüzzaman’ı ağırlamış bakımlı, temiz, içerisine sürekli birilerinin girip çıktığı bir bina... İnsanlar birbirine bu hanı göstererek “Bak burası Şekerci Han” diyor ve birbirlerine bir şeyler anlatıyorlar...
Fatih Camii’nin Börekçi Kapısı’ndan çıkıp ilk soldaki sokağa döndüğümde maalesef görmeyi arzu ettiğim şeyi göremedim. Onun yerine sağlı sollu uzanmış dükkânlar ve müşteri bekleyen esnaflar vardı... Eee hani nerede han, hana girip çıkan güzel giyimli, güzel insanlar? Hana benzer bir şey yok etrafta, güzel insanlar da... Yaşadığım hayal kırıklığı ile sokakta yürümeye başladım sağa sola bakarak ve hanın büyük kapısını görmeyi umut ederek. Ancak heyhat, ne han ne de han kapısına benzer bir şey göremedim sokağın öbür ucuna kadar süren gezintimde. “Sora sora Bağdat bulunurmuş” derler ya, ben de en yakındaki esnafa Şekerci Han’ın nerede olduğunu sordum. Eliyle işaret ettiği binaya baktığımda şaka yaptığını sandım. Zira bana gösterdiği binanın duvarları o kadar berbattı ki... Neredeyse yıkılacak gibi duran sıvası dökülmüş, kirli duvarlar, kırılmış pencere camları... Binaya doğru ilerledim ve asıl şaşkınlığımı hanın kapısında yaşadım. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Sanırım benim yerimde insaf ve iz’an sahibi kim olsa aynı hayal kırıklığını yaşardı. Hanın kapısında ne yazıyordu biliyor musunuz? Bilemezsiniz, hatta tahmin dahi edemezsiniz! Sıkı durun söylüyorum: “Dikkat köpek var!”
Evet, yanlış okumadınız! Bir zamanlar “Burada hiçbir sual sorulmaz, her soruya cevap verilir” yazılan kapıda şimdi “Dikkat köpek var” yazıyor. Bu tam anlamıyla bir şok! Hayır, benim yaşadığım şoktan bahsetmiyorum; Türkiye’nin yaşadığı kültür şokundan bahsediyorum! Nereden nereye... Bir zamanlar şeker insanlara kucağını açan, ilmi sohbetlere ev sahipliği yapan, Fatih Camii ile aynı anda yapılan tarihi bir yapının geldiği durum sanırım fazla söze hacet bırakmıyor...
Yaşadığım ilk şaşkınlık halinden kurtulup kapıdan içeri girdiğimde ise gördüğüm manzarayı anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Pislik içinde bir avlu, avlunun içerisine gelişigüzel yerleştirilmiş çevredeki dükkânlara ait olduğu anlaşılan malzemeler, sıvası dökülmüş duvarlar, camları kırılmış pencereler...
Hanın şu anki durumu, içinde biraz hassasiyet olan insanları kahretmeye yeter de artar bile. Hanın sadece dış duvarlarının değil iç duvarlarının sıvaları da dökülmüş. Avlu çevrede bulunan esnafın deposu olarak kullanılıyor. Odaların bulunduğu kata çıkmak mümkün değil, çünkü demir parmaklıklarla kapatılmış. Odaların pencerelerinin camları kırılmış. Bakımsızlık ve ilgisizlik dizboyu...
Neredesiniz?
Kim bilir 500 sene içerisinde hangi tarihi olaylara şahitlik yaptı o duvarlar? Kaç tane önemli şahsiyeti misafir etti o odalar? Kim bilir kaç gece ilmi ve edebi sohbetler eşliğinde sabahladı insanlar? Dile kolay, tam 500 sene hizmet verdi 100 odalı Şekerci Han İstanbullulara ve İstanbul âşıklarına…
Peki, bunun karşılığında biz ne yaptık Şekerci Han’a? Hiç... Koskoca bir hiç... “Han bugün metruk bir halde ziyaretçilerini bekliyor” diyemeyeceğim, çünkü ziyaretçisi de yok. Unuttuk Şekerci Han’ı... Yalnızlığa terk ettik. İstanbulluları 500 yıl boyunca misafir eden hanı biz 50 yılda mezbeleliğe çevirdik... Gerçekten inanamıyorum. Bu kadar kısa bir sürede böyle bir tahribatı nasıl yapabildik biz?
Maalesef bu manzara Avrupa’nın 2010 yılında kültür başkenti olmaya hazırlanan İstanbul’a yakışmıyor. Nasıl bir kültür başkenti ki bir zamanlar kültür merkezi konumunda olan bir han, bugün sahipsiz kalabiliyor? Boğazın incisi İstanbul’a, ‘Altınboynuz’a reva mı bu durum?
Sadece İstanbul mu? Hayır! Bu manzara Türkiye’ye de yakışmıyor. Kültürlerin beşiği Türkiye’ye, kültürlerin anası Anadolu’ya unutmak, terk etmek, kültür mirasına sahip çıkmamak yakışmıyor.
Bediüzzaman Said Nursi’nin kapısına astırdığı levha ile gurur duyan birisi olarak “Dikkat, köpek var!” levhası kalbime bir ok gibi saplandı. Bir zamanlar Osman Kemâlî Efendi, Kandilli Rasathanesi’nin kurucusu ve müdürü Fatih Hoca, Neyzen Tevfik, Mehmet Akif, Eşref Edip, İmam Hatiplerin kurucusu Celaleddin Ökten’in gezindiği avluda şimdi köpeklerin gezinmesi beynimi delen bir kurşun gibi tahribat bıraktı bende... Sanırım siz de de...
Acaba üç beş insanın veya kuruluşun bir araya gelip bu hana sahip çıkması çok mu zor? Futbol, basketbol veya başka bir spor dalına milyonlarca dolar akıtıp sponsor olan kuruluşlar bu han için devreye giremezler mi acaba? Şekerci Han’ı, yeniden şeker insanların mekânı haline getirmek çok mu masraflı?
Bürokratik engeller bu hanı yeniden kültür merkezi haline getiremeyecek kadar katı mı? Kültür Bakanlığı bu hanı göremeyecek kadar uzakta mı? Sahi, Ankara çok mu uzak İstanbul’a?
Fert olarak biz neler yapabiliriz? Aslında yapacağımız şey basit: Konunun ilgilisi olan kişi ve kurumları (Başta Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, TBMM, Kültür Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Fatih Belediyesi) telefon, mektup veya e-mail ile bilgilendirerek bu konuda adım atmalarını ve bir zamanlar şeker insanların mekânı olmuş Şekerci Han’ı tekrar kültür dünyamıza kazandırmalarını talep etmek. Sanırım hiçbir şey yapamasak da bunu yapabiliriz... Değil mi?
vanasyanur