Selçuklu Devleti'nin Doğuşu VE Tuğrul Bey

mihrimah

Well-known member
Dukak Bey’in oğlu Selçuk Bey; 1007 tarihinde hayata gözlerini kapadığında geride kalanların bilânçosu; Tuğrul ve Çağrı adında iki torun ve 900 atlı adamdır. Türk tarihinin en büyük imparatorluk hanedanının nüvelerini oluşturan bu bir avuç insan, yıllarca oradan oraya göç edip yurt aramadan bıkarak, soydaşlarının yaşadığı Horasan’ın yolunu tutarlar.

Türk, İslâm ve dünya tarihini derinden etkileyecek olaylar işte bu hâdiseyle şekillenmeye başlar. Zira biri cesaret ve şecaati, diğeri yüksek devlet adamlığı vasfı ve siyasi zekâsı ile tarihte şöhret yapan Tuğrul ve Çağrı kardeşler, en büyük iki Türk-İslam siyasi teşekkülünden ilkinin, Selçuklu Devleti’nin temellerini Horasan’da atmışlardır. 1

Selçuklular Ceyhun’u geçince buradaki birçok Türkmen kendilerine katıldı ve sayıları kısa zamanda 10.000’e yükseldi.

Selçuklu Beyleri, Horasan’a gelmelerinin sebeplerini bir mektupla Gaznelilere bildirdiler. Mektupta, yersizlikten, kendileri için emniyetli yer bulamamaktan dolayı Horasan’a geçtiklerini, Sultan Mesut’un tebaası olmak istediklerini, ayrıca devletin sınırlarını koruma vazifesi de yapabileceklerini anlatıyorlardı. 2

Selçukluların askeri gücünden ve sayılarının artmasından çekinen Sultan Mesut, bu talebi, üzerlerine bir ordu sevk etmekle cevapladı. Yapılan muharebede Gazne ordusu büyük bir bozguna uğradı. Selçuklular ümit etmedikleri bu zaferden sonra kurultayı (meclis) topladılar ve son durumu müzakere edip şöyle değerlendirme yaptılar: “Düşünmediğimiz ve ummadığımız halde böyle bir hadise oldu. Bunu kendimizden bilmek hatadır. Bu büyük orduyu biz yenmedik. Biz kendimizi korumaktan fazla bir şey yapmadık. Bu onların tedbirsizliğinden olmuştur. Allah istedi böyle oldu. Ve beklemediğimiz halde bunca nimet ve alet elimize geçti. Fakir idik, zengin olduk. Bu olup bitenden dolayı mağrur olmamalıyız!” 3

1038 Mayısında Gazne ordusunu ikinci defa yenen Selçuklular, Horasan’ın merkezi ve en mühim şehri Nişabur’a yürüyüp şehri ele geçirdiler. Tuğrul Bey Nişabur’da, şehrin ileri gelenlerini ve âlimleri saygı ile kabul edip, halkın şikâyetlerini dinledi. Bu arada şehrin kadısı Said ile görüştü.

Kadı: “Allah size uzun ömür versin. Oturmuş olduğunuz bu tahtı, Sultan Mesut’ un tahtıdır. Hak Teâla’nın gaybî perdelerinin arkasında daha neler vardır. Dikkat buyurun ve Allah’tan korkup sakının. Adalet ve insafı elden bırakmayın. Zulüm görmüş olanlar ve haksızlığa uğramış bulunanlara karşı merhametli davranın ve onların haklarını müdafaa etmeye bakın, onların dileklerini dinleyin... Bu gelişimle hakkını yerine getirdim. Bir daha gelemem. Zira ilimle meşgulüm. Eğer akla rücû ederseniz, verdiğim bu nasihat yeter” dedi.

Tuğrul Bey de: “Bundan böyle artık huzura gelmekle kadı’nın zahmet etmesini istemem. Söylediğine göre iş yapmayı kabul ettim. Bizler buranın yabancısı garip insanlarız. Kadı haber göndermek suretiyle nasihatlerini bizden esirgemesin.” 4 diyerek büyüklüğünü ve nezaketini gösterdi.

Gazne hükümdarı Mesut bu gelişmeler üzerine büyük bir ordu hazırladı ve ordunun başında, Selçuklu meselesini halletmek üzere harekete geçti.

Gazneli Mesut’un büyük bir ordu ile üzerlerine geldiğini duyan, Tuğrul Bey, içerilere çekilmeyi teklif ettiğinde, Çağrı Bey toplanan mecliste şu görüşleri savundu: “Eğer biz onu yenersek bütün cihanı ele geçiririz. Eğer o bizi mağlup ederse, firara muktedir olamayız. Zira mağlup edilirsek peşimizden nasıl gelecekleri aşikârdır. Çektiğimiz ve bugün çekmekte olduğumuz bu kıtlığı onlar da çektiler ve hâlen çekmektedirler. Bizim at ve askerlerimiz dinlenmiştir. Onlar ise çöllerden geliyorlar. Bu yaptığımız acizliktir ve korkmamak lazımdır.” 5

Konuşmadan da anlaşılacağı gibi, Selçuklular cihanı fethetme azmi ve ideali içindedirler.

23 Mayıs 1040 Dandanakan Savaşı’nda, Selçukluların gerilla harbiyle yıprattığı ve yorduğu Gazne ordusu tam bir bozgun yaşadı.

Dandanakan zaferini kazanmakla evvelkilerden farklı olarak artık yeni bir devlet kurduklarından emin idiler. Bu sebeple Selçuklu başbuğları öğle üzeri atlarından inerek secdeye vardılar. Ve bu büyük lütfundan dolayı Allah’a şükrettiler. 6

Merv’de yapılan büyük kurultayda devletin tanzim ve teşkili ele alındı. Kurultay açılınca eline bir ok alan Tuğrul Bey, bunu büyük kardeşi Çağrı Bey’e vererek kırmasını söyledi. O, bunu kolayca kırdı; ok sayısı üçe çıkınca zor kırdı; ama dört oku kıramadı. Tuğrul Bey, Selçuklu ailesi arasında tesanüdün lüzumunu belirtmek maksadı ile yaptığı bu hareketten sonra bir nutuk irad ederek, birlik halinde kalmadıkları takdirde, tek ok gibi kolaylıkla kırılabileceklerini, Selçuklu ailesinin -birleşik oklar gibi- tesanüt içinde kalmaları halinde hiç kimsenin kendilerini yenmeye muktedir olamayacağını, cihanı fethedebileceklerini söyledi.

Peşinden Abbasi halifesi Kaim bin Emrillah’a şu mektubu gönderdiler; ‘Biz Selçukoğulları daima farzlara ve sünnetlere riayetkâr bir topluluk idik. Çok vakit gaza ve cihad yolunda çalıştık. Mesut bizzat büyük bir ordu ile üzerimize yürüdü. Allah’ın yardımı ve Hazret-i Peygamber (s.a.s)’in teveccühüyle galip geldik. Bu ilahi lütfa şükür ve bu zafere hamd etmek üzere, halk arasında adalet ve insafı yaydık...” 7

Kurultayda Selçuklu ailesi arasında görev taksimi yapıldı, fethedilecek ülkeler belirlendi. Tuğrul Bey’in görev alanına batı tarafları düşmüştü. Tuğrul Bey’in ilk andan itibaren fetih planları yaptığını emrindeki şehzadeleri grup grup veya tek tek muhtelif bölgelerin fethine memur ettiğini biliyoruz. Nitekim Horasan’da devlet işlerini düzenledikten sonra batıya yöneldi. Böylece Selçuklular, Orta Çağ’ın en güçlü devletlerinden Bizans ile karşı karşıya gelmiş oluyorlardı. Esasen son bir asırda Bizans, İslam dünyasına doğru taarruza geçmiş bulunuyordu. İşte Selçukoğullarının Bizans’ın doğu sınırlarında görünmeleri bu devletin dikkatini bu bölgeye çekmesine yol açtı. Daha önce Arap ordularının “Diyâr-ı Rûm”daki gazalarını ve misyonunu bu defa doğudan gelen Selçuklular hem de kat’i netice alacak şekilde üstlenmişlerdi. Çok geçmeden Selçuklu orduları Anadolu’ya girerek Bizans birlikleriyle çarpışmaya başladılar ve 1048’de Pasinler ovasında Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattılar. Alınan esirler arasında Gürcü kuvvetlerini komuta eden Liparit’de vardı. Bu ilk önemli Selçuklu-Bizans yumuşamasını kaybeden Bizans, Gürcü kralın serbest bırakılması için Tuğrul Bey’e yüklüce miktarda para teklif etmiş, fakat Tuğrul Bey para teklifini geri çevirerek kralı serbest bırakmıştı. Buna karşılık Bizans, İstanbul’daki harap camii tamir ettirerek, burada beş vakit namaz kılınmasına ve Tuğrul Bey adına hutbe okunmasına müsaade etmişti. 8

Bu hadisede Selçuklu fetihlerinin ve mefkûrelerinin hedeflerini açık bir şekilde görebiliyoruz. Onlar Bizans’ın başkentindeki harap camiden de haberdardılar ve ellerine geçen ilk fırsatta bu camiyi hürriyetine ve aslî fonksiyonuna kavuşturdular. Bugün Yunanistan’dan Romanya’ya, Macaristan’dan Avusturya’ya ve eski Yugoslavya’ya kadar yıkımdan kurtulabilerek ayakta kalabilmiş (İstanbul’dakiler dahil) yüzlerce cami, kapılarında paslı kilitleri ve prangaları ile kendilerini hürriyete ve cemaatlerine kavuşturacak kadife pençeli, Alparslan’ın tabiriyle kartallar’ ve aslanları, Tuğrulları, Kılıçarslanları, Baybarsları, Selahaddinleri beklemektedir. Zaten Selahaddin Eyyûbi olamadan Mescid-i Aksa’nın, Fatih Sultan Mehmed olamadan Ayasofya’nın prangalarından kurtulabilmeleri sebepler açısından mümkün değildir.

Selçukluların bu bölgedeki harekâtını anlatan Ermeni tarihçi rahip Mateos: “1055 tarihinde üzerimize öldürücü bir rüzgâr esti. Tuğrul, payitahtından hareket edip deniz kumu kadar çok olan askerlerle Ermenistan’a yürüdü. O, ateş fışkırtan kara bir bulut gibi hareket edip Erciş’e geldi..” 9 demektedir.

Gaza ve cihad maksadıyla Bizans’ın doğu topraklarına giren Tuğrul Bey, Erciş ve Bargirip kalelerini alarak Malazgirt önünde ordugâh kurdu. Doğu sınırının esas dayanak noktaları Van gölü kıyılarındaki kaleler ve müstahkem Ani (Kars’ın doğusunda) idi.

Anadolu’da kesifleşen Türk akınları aralıksız olarak Tuğrul Bey’in vefatına kadar sürmüştür. Bu akınlar Bizans’ın mukavemetini kırma, müstahkem kalelerini susturma, ileride yapılacak büyük fütuhata ve yerleşme siyasetine zemin hazırlama açısından büyük önem arz eder. Böylelikle Tuğrul Bey Anadolu’yu vatan yapma idealinin öncüsü olmaktadır

Tuğrul Bey’in başarılarının hemen ardından kalabalık Türk kitleleri Anadolu içlerine akmaya başlayarak, bölgenin tamamına yayıldılar. Onlarla beraber tedrici olarak İslamiyet de bölgeye girmiş oluyordu10 ve böylece Anadolu’daki müstakbel İslâm hâkimiyetinin temelleri atılmış oluyordu.

Göçebe teşkilatı beyliğinden, bir cihan devleti liderliğine uzanan çizgide bin bir sıkıntı ve mihneti dolu bir hayat 5 Eylül 1063 Cuma günü Rey’de tamam oldu.Tuğrul Bey ,vefatı sırasında Ceyhun’dan Fırat’a uzanan bir devlet, ama daha önemlisi kendinden sonra geleceklerin takip edeceği bir mefküre bırakmıştı.

Tarihin gördüğü fevkalade insanlardan biri olan Tuğrul Bey hakkında kaynaklar şu bilgileri kaydederler:

Sadruddini’l-Hüseyni; “O, çok şeci (yiğit), kerim ve taate (ibadete) düşkündü. Perşembe ve pazartesi günleri oruç tutardı. Nefsini güzel ahlâk ile ahlâklandırmıştı. Tedbirli, doğru sözlü idi…”11

El-Bundan; “Sultan pek çok tasadduk ederdi. Mescit-cami yapmak, en kudsi emellerinden biri idi; ibadeti çoktu. Gece namazları kılardı. ‘Ben kendim için bir ev yapıp da yanına mescit bina etmezsem Allah’tan utanırım.. ‘derdi. 12

İbnü’l-Esir: “Tuğrul Bey akıllı, yumuşak huylu, çok sabırlı ve çok ketum (sır saklayan) biri idi; çok cömertti..” 13

İbn-i Hassul: “Tuğrul Bey’in şahsında İslam adaleti yer yüzüne şamil olmuş ve onun ünü şarkı ve garbı tutmuştu... Allah’ın rızasının nerede olduğunu araştırır, Allah’ın kullarına merhamet ve şefkat eder, mal ve mülke ehemmiyet vermezdi... Kapısına ümit ile gelmiş olan hiç kimseyi boş çevirmemiş ve hiçbir âlimden yüz döndürmemiş ve hiçbir zulme meydan vermemiştir...” 14

İbn Hallikan: “Alimlere ve din adamlarına saygı ve hürmet onun şiarı haline gelmişti. Devletini kurarken onların manevi desteklerini ve dualarını alıyor, manevi dinamiklerle takviye ediyordu.” (Bu bakımdan bir devlet kurucusu olarak Tuğrul Bey ile Osman Bey arasında pek tabii olarak benzer özellikler vardır...)

Tuğrul Bey, fethettiği şehirlere girdiğinde ilk olarak âlimleri ve din adamlarını ziyaret ederdi. Mesela Hemedan’a geldiğinde ehl-i tasavvuftan Baba Tahir’i görmek istemişti. Olayı tarihçi Ravendi’den takip edelim: “Sultan, Baba Tahir’ in yanına geldiğinde orduyu durdurup, atından indi, veziri ile yanlarına gidip ellerini öptü. Baba Tahir Sultan’a dedi ki: ‘Ey Türk!.. Allah’ın kulkınna ne yapacaksın?..’ Sultan dedi: ‘Ne buyurursun?..’ Baba Tahir: ‘Allah’ın buyurduğu şeyi yap’, dedi ve şu ayeti okudu’‘Muhakkak ki Allah adalet ve kamil manada iyiliği emreder..’ (Kur’an, 42/11) Tuğrul Bey çok hislendi ve ağlayarak: ‘Öyle yaparım.’“15dedi.

Hedefine ulaşmak için her türlü zorluk ve sıkıntıya katlanırdı. Gaznelilerle mücadeleleri esnasında, onun günlerce savaş elbiselerini çıkarmadığını, kalkanını yastık yaparak uyuduğunu kaynaklar nakleder. 16

Ordusuna çok büyük önem verirdi. Komutan ve askerlerine verdiği kıymet her türlü tasavvurun üzerinde idi. İdaresi süresince ordusuna özel bir ihtimam göstermişti. Selçuklular, Afrika dışında İslam dünyasını birleştirdiler. Diyar-ı Rum’u alarak Anadolu’yu yurt edindiler. Haçlı ordularıyla en amansız mücadeleleri yaptılar. Tesis ettikleri medreseler, kütüphaneler, zaviyeler, vakıflar ile İslâm dünyasına yeni bir soluk, yeni bir heyecan getirdiler ve taze kan oldular.

Yazımızı Ünsi’nin ifadeleriyle bitirelim:

“Bu aslanlar soyu nereye gitmişlerse, oraya ışık ve adalet gitmiş, orası onlarla mamur ve abdd olmuş, Sel çukiler zulmü ve zulümaü kökünden sökmüşlerdir…”17



Dipnotlar
1. Kafesoğlu, İbrahim, “Türk Dünyası El-Kitabı”,Ank. ı974.
2. Köymen, Prof. Dr. M. Altay, “B. Selçuklu İmp. Tarihi”. c,1,Ank. 1989,s. 162.
3. Köymen, a.g.e., s.221.
4. Mevdüdi, ‘Selçuklular Tarihi’, Ank. 1971,s. 135,
5. Köymen, 8. ‘Selçuklu İmp. T.’, s. 326.
6. Turan, Prof. Dr. Osman; ‘Selçuklu Tarihi ve Türk İslam-Medeniyeti’ İst./l969, s.66.
7. Anonim, ‘Tarih-i Al-i Selçuk, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi’, III. çev. Prof. Dr. F. Nâfiz Uzluk, Ank. 1952,s.5.
8. Kafesoğlu, İbrahim, ‘Selçuklu Tarihi’, İst.. 1972, s.35.
9. Urfalı Mateos, ‘Vekayiname’, çev. H.D. Andreasyan, Ank., 1962,s. 8.
10.Hıttı, Philip K., ‘History of Syria’, London, 1957, s.573.
11.Sadru’d.Din’il Hüseyni, ‘Ahbârü’d Devleti’s Selçukiyye’, çev. N. Lügal, Ank. 1943,s. 11.
12.el.Bundari, a.g.e., s. 25.
13.İbnü’l- Esir, a.g.e., e. 10, s. 42.
14.İbn-i Hassul, ‘İ. Hassulun Türkler Hakkında Bir Eseri’, (haz. Abbas Azzavî) çev. Ş. Yalt Kaya, Belleten c.4, Ank. 1940, s. 266.
15.Râvendi, ‘Rahatü’s Sudûr’, çev. A. Ateş,Ank. 1957,g. 15.
16. Köymen, Prof. Dr. M. Altay, ‘Tuğrul Bey ve Zamanı’,İst. 1976, s. 15.
17.Ünsi, ‘Ünsi’nin Selçuk Şehnâmesi’, çev. M. Mesud Kenan, Konya 1942,s.22.

Çetin Sungur
 
Üst