Ramazan Ayında Şeytan Peygamber Efendimiz, Ramazan ayını anlatırken şöyle buyurur:
“Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5)
Pek çok insan bu hadisi ilk defa duyduğunda çok sevinir, “Oh ne güzel, Ramazan ayı geldiğinde rahat edeceğiz, şeytandan kurtulacağız” der. Ama Ramazan ayı gelip de yine şeytanın desise ve vesveselerine maruz kaldığında şaşırır kalır,
“Ramazan ayındayız ama şeytanlar neden zincire vurulmamış?” diye hayret eder.
Hâlbuki meselenin esası şudur: Ramazan ayında Cenab-ı Hak tarafından şeytanlara bir ay boyunca izin verilmez. Onlar yine iş başındadırlar, insanları yoldan çıkarmak için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Ama bu ayda insanlar oruç vasıtasıyla nefislerini kısmen terbiye ettiklerinden diğer aylarda olduğu gibi insanlar üzerinde kolayca etkin olamazlar.
Öyle ki Ramazan ayı geldiğinde nice meyhane ve kahvehane kapanır. Manevî bir atmosfer insanlara hâkim olur. Böyle bir atmosfer içinde şeytanlar eskisi kadar kolay cirit atamazlar, isteklerini yaptıramazlar. Hatta adeta şeytanın yayın organı gibi yayın yapan bir kısım gazete ve televizyon, bu manevî atmosfer içinde kısmen dini yayın yapmaya kendini mecbur hisseder.
Bu durumda, Ramazan ayında şeytanların zincire vurulması, doğrudan Allah tarafından değil, oruç tutan ve orucun hakkını verebilen kimseler tarafından olmaktadır.
Damarlarda Dolaşan Şeytan Peygamber Efendimizin eşi Hz. Safiye şöyle anlatır: “Hz. Peygamber Ramazan ayında itikâfta iken akşam vakti yanına uğradım. Bir müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere de o kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki Ensardan iki kişi oradan geçiyordu. Hz. Peygamber’i görünce hızlandılar. Rasulullah onlara ‘Biraz bekleyin yanımdaki eşim Safiyye’dir’ dedi. Onlar: ‘Sübhânallah,’ dediler,
‘Bu da ne demek ey Allah’ın Resulu?
(Sana su-i zanda mı bulunacağız?)’
Hz. Peygamber şöyle dedi:
‘Şeytan, damarlardaki kan gibi insanda dolaşır. Ben, onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım.’” (Ebu Davut, Sünnet, 18)
Şeytanın insanın damarlarında dolaşması, onun insana yakınlığını ifade eder. Şeytan, pusudaki düşmana benzer, insanın en küçük hatasını da değerlendirmeye çalışır.
Öyle ki Hz. Peygamber’in arkadaşlarına bile böyle bir olayda “Acaba Peygamberin yanındaki kimdi?” şeklinde bir vesvese verdirebilir.
Peygamber Efendimiz böyle bir olay vesilesiyle şeytana karşı daima uyanık olmak dersini vermiştir.
Yine bu olaydan öğreniyoruz ki insanlara su-i zanda bulunmamak bir esastır, ama su-i zanna yol açabilecek durumlara da açıklık getirmekte fayda vardır.
Şeytanın Taarruzu Şeytanla insan arasında ömür boyu sürecek bir mücadele söz konusudur.
İnsanın kalbi, şeytan ve melek ilhamlarının çarpıştığı bir savaş alanı gibidir. Her insan, hemen her gün kendi içinde şeytanla defalarca meydan savaşları yaşar.
Cenab-ı Hak, şeytana bazı yetkiler vermiştir. Onun insanlarla mücadele isteğine karşı şöyle der:“Onlardan gücünün yettiğini sesinle ürküt. Süvari ve piyadelerinle üzerlerine saldır. Mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaatte bulun. Fakat şeytan, ancak bir aldanış vaat eder.” (İsra Suresi, 64)
Ayet, bir taarruz halini tasvir etmektedir. Talan edilecek yere varıldığında, önce şiddetli bir sesle ahalisini ürkütüp, şaşkına çevirmek, sonra da atlı ve yaya birliklerle saldırmak gibi; şeytan dahi insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak için her türlü vesvese ve desise silahını kullanır. Zalim bir komutan böyle bir taarruzda “Teslim olun, kimseye ilişilmeyecek” diyebilir. Onlara vaatlerde bulunur. Ama halk ona inanıp teslim olduğunda hepsini perişan eder. Onun gibi, şeytan dahi insanlara vaatlerde bulunur, ama onun vaatleri aldatmaktan başka bir şey değildir.Mesela, uyuşturucu müptelası olmaları için insanlara şöyle der: “Bunu içtiğinizde tozpembe bir dünyaya girecek, insanların en mutlusu olacaksınız.” Buna kanan zavallılar öyle olacak zannederler, ama kısa zamanda insanların en bedbahtı birer zavallı haline gelirler.İşte, şeytan ve güruhu, insanın vücut ülkesini ele geçirmek isterler. Bunun için her türlü yolu denerler; hem korkuturlar, hem ürkütürler. Hem piyadeleriyle, hem süvarileriyle seferber olurlar. Ele geçirdikten sonra, o insanın duygularını, cihazlarını esir alırlar, Allah yolunda değil, şeytan yolunda kullandırırlar. Bir takım yalancı vaatlerle oyalama siyaseti takip ederler.Hizbuşşeytan - Hizbullah İnsanların bir kısmı şeytanın dediklerini yapar, bir kısmı da Allah’ın emirlerine uyar. Şeytanın yörüngesine girenler ve devamlı onun talimatları doğrultusunda hareket edenler “hizbuşşeytan” grubunu meydana getirir. Allah yolunda gidenler ise, “Hizbullah” adını alır. “Hizbuşşeytan” ifadesi Mücadele Suresi 19. ayette; “Hizbullah” ifadesi de, aynı Surenin 22. ayetiyle, Maide Suresi 56. ayette geçer. Bazen bu isimle ortaya çıkan gruplar olmuşsa da “Hizbullah” adı, Allah yolunda giden her Müslümanın unvanıdır, belli bir gruba tahsisi uygun değildir. Hizbullah, Kur’an’da şu özellikleriyle anlatılmıştır:-Allah onları sever, onlar Allah’ı severler.-Müminlere karşı mütevazi, kafirlere karşı izzetlidirler.-Allah yolunda mücadele ederler.-Başkalarının kendilerini kınamasından korkmazlar.-Namazlarını kılar, zekatlarını verirler, Allah’ın emirlerine boyun eğerler.-Allah’ı, Resulünü ve müminleri dost edinirler. (Maide Suresi, 54-56)-Babaları, oğulları, kardeşleri, aşiretleri de olsa Allah’a ve Resulüne muhalefet edenleri sevmezler.-Allah onlardan razı, onlar Allah’tan razıdırlar. (Mücadele Suresi, 22)Hizbuşşeytan ise, devamlı şeytandan gelen telkinlere göre hareket eder. “Şeytanlar, kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler” ayeti bunu bildirir. (En’am Suresi, 121)
Şeytan fikirli insanlara, şeytanî ilhamlar gelir. Şeytan onları rahat bırakmaz, devamlı olarak ehl-i imanla mücadeleye teşvîk eder. Hamdi Yazır, meseleyi şöyle değerlendirir:“İmansızlıkla şeytanet arasında bir câzibe vardır. Korusuz bahçeye haşerat musallat olduğu gibi, ‘Görmedin mi, biz kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice azgınlığa sevk eden şeytanları gönderdik’ (Meryem Suresi, 83) ayetinin işaretine göre, imansız kalblere de şeytanlar musallat olur. İmansızlar şeytaneti sever. Şeytanî hasletlere, hareketlere meftun olurlar. Hayırsız, hayırsızla düşer kalkar. Eşkıyanın reisi, en büyük şaki olur. Bunun gibi, imansızların bütün temayülleri şeytanette olduğundan, önlerine şeytanlar düşer, başlarına şeytanlar geçer.”Burada şu hususu belirtmek yerinde olacaktır: Günahkâr mümin, hizbuşşeytan’a dâhil değildir. Ehl-i sünnetin itikadında günah, insanı kâfir yapmaz. İnsanın tabiatında günahlara fıtrî bir meyil vardır. Nefis ve şeytana uyup günah işleyen kimse, tövbe ve istiğfarla günahlardan temizlenmelidir. Nitekim atamız Hz. Âdem de İlâhî bir yasağı çiğnemiş, ama hemen peşinde tövbe etmiştir. Âdem’in torunlarına yakışan da, tövbedir, istiğfardır.Şeytanın Dostları “Veli” kelimesi Türkçede genelde müspet bir manayı çağrıştırır. Bu kelimenin çoğulu “evliya” şeklinde gelir. Ama Kur’an’da bu kelimelerin şeytan dostları hakkında da kullanıldığını görürüz.Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz ki Allah’ın evliyası olduğu gibi, şeytanın da vardır. Allah, veli kullarını desteklediği gibi, şeytan da kendi velilerine destek çıkar, onları kendi hallerine bırakmaz.Anlatılır ki, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a biri “Peygamber olduğunu iddia eden Muhtaru’s-Sakafî kendisine vahiy geldiğini sanıyor” deyince, İbni Ömer “Doğru söylemiş,” der ve şu âyeti okur:“Şeytanlar, kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler.” (En’am Suresi, 121)Buradaki vahiy, Allah’tan peygambere gelen mesajı değil, şeytandan insana gelen talimatı ifade etmektedir. Ayetten öyle anlaşılıyor ki, Allah’ın dostları olduğu gibi, şeytanın da dostları vardır. Yüce Allah kendi seçkin kullarına vahiy ve ilhamla konuştuğu gibi, şeytan da kendi bendelerine bir şekilde mesajlar gönderir, onları devamlı kışkırtır.
Bunun sonucu olarak, şeytandan ilhamını alan kimseler kendileri bozuldukları gibi, başkalarını da bozmaya gayret gösterirler. Yarasanın ışıktan rahatsız olması gibi, güzel gelişmelerden rahatsızlık duyarlar.Şeytanın Askerleri Kur’an-ı Kerim’de, “Şeytanın hizbi, şeytanın dostları” gibi ifadeler yanında “İblis’in askerleri” ifadesi de dikkat çeker. Bu ifade, şeytanın yoldaşlarının onun bir nevi emir kulları olduklarını anlatır. İlgili kısımda şöyle bildirilir:“O hesap günü, Cennet günahlardan sakınanlara yaklaştırılır.Cehennem de taşkınlık yapanlar için gözler önüne serilir.Cehennemliklere, “Hani nerede Allah’ı bırakıp da taptıklarınız? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilir.Ve arkasından hepsi, putlar ve taşkınlık yapanlar o cehenneme fırlatılır.Ve İblis’in bütün askerleri de oraya gönderilir.Orada birbirleriyle çekişirlerken derler ki:“Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk.Ve bizi hep o günahkârlar saptırdı.
Artık bizim için ne bir şefaatçi var,Ne de yakın bir dost.Ah keşke dünyaya bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilsek.Şüphesiz bunda bir ayet (alınacak bir ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. Ve şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz- Rahimdir. (Mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.)” (Şuara Suresi, 90-104)İnsî ve Cinnî Şeytanlar Kur’an-ı Kerîm, “şeyatıne’l- insi ve’l- cinn” yani “ins ve cin şeytanları” ifadesiyle, insanlardan da şeytanlar olduğuna işaret eder. (En’am Suresi, 112)Keza, Nas Suresi’nde de “minel cinneti ve’n nas” ifadesi, insanlara vesvese veren şeytanın hem gözle görülmeyen cinlerden, hem de gözle gördüğümüz insanlardan olduğu nazara verilir.Bediüzzaman, bu noktayı şöyle açıklar:
“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesetli ervah-ı habîse (pis ruhlar) bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesetsiz ervah-ı habîse dahi bulunduğu o katiyyettedir. Eğer onlar maddî ceset giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesetlerini çıkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktılar.”Görülüyor ki, insan şeytanlarıyla, cinnî şeytanlar arasında sadece ceset farkı vardır. Mahiyetleri ise, aynıdır. Bütün meşguliyeti insanları saptırmak olan bir kısım insanlar, şeytanın yaptığının aynısını yapmaktadırlar.Şeytanın maiyetine giren ve onun mahiyetine bürünen insanın, şeytanca işler yapması artık kaçınılmaz olur. Mesela köpek mahiyetini düşünelim. Köpeğin havladığını gördüğümüzde pek de garibimize gitmez, “Köpektir, havlar” deriz. Benzeri bir durum şeytan ve dostları için geçerlidir. O mahiyetteki varlıklardan hayırlı şeyler beklememek gerekir. Çünkü hayırlı iş yapmak, şeytan mahiyetine aykırıdır.İslamî gelişmelerden rahatsızlık duyan kimseleri bu nokta-i nazardan değerlendirebiliriz. Zaman zaman, “Bunlar neden rahat durmuyorlar?
Milletin dindar olması neden bunları rahatsız ediyor? Neden güzel gelişmelerden hoşlanmıyorlar?” diye hatırımıza gelebilir. Ama bunların mahiyetlerini bilince, kendi mahiyetlerine uygun hareket ettiklerini anlarız ve zihnimizdeki sorular cevabını bulur.Mahşerde Şeytan “Kişi sevdiğiyle beraberdir” denilir. Dünyada birbiriyle dost ve yoldaş olan şeytan ve yandaşları mahşere de beraber getirilirler. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle anlatır:“Rabbine andolsun ki elbette ve elbette biz o inkârcı kâfirleri şeytanlar ile beraber mahşerde toplayacağız. Sonra onları muhakkak diz üstü çökmüş zelil bir vaziyette cehennemin etrafına getireceğiz.Sonra her zümreden Rahmân’a karşı en ziyade isyankâr hangileri ise, muhakkak ayırıp atacağız.Sonra o cehenneme atılmaya layık olanların kimler bulunduğunu elbette biz daha iyi biliriz.” (Meryem Suresi, 68-70)
Ayetlerin çizdiği tablo, tümüyle bir zillet tablosudur. Mahşer halkının gözleri önünde şeytan ve yandaşları cehennemin etrafına sevk edilir. Ayetin metninde geçen “ihzar” kelimesi, suçluların zincire vurulup kayıtlı ve kelepçeli bir şekilde getirilmelerini anlatır. Allah’a isyan etmeyi hüner zanneden şeytan ve ekibi, böyle zillet verici bir şekilde cehennem etrafında halka olurlar. Ayakta durmaya mecalsiz, diz üstü bekletilirler. Derken mahkeme başlar. Bunlardan en ziyade kim Allah’a isyan etmişse, önce onlar muhakeme edilirler. Ardından her biri layık olduğu şekilde cehenneme gönderilir.Cehennemde Şeytan İnsan yüzünden ilahi rahmetten uzaklaştırılan İblis, insanları Allah yolundan alıkoyacağına yemin eder. Kendisi cehennem ehli olacaktır, ama ister ki insanlardan da nicelerini yanına alsın. Acı bir gerçek olarak, bu isteğine büyük ölçüde ulaşır. Kur’an, bunu şöyle bildirir:“Andolsun ki, İblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İçlerinde müminlerden bir grup dışında hepsi ona uydular.” (Sebe Suresi, 20)Kur’an-ı Kerim, şeytanın ilk dönemlerini bize anlattığı gibi, iş bitip de cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme gönderildiğinde durumunun ne olduğunu da anlatır, onun kendine uyanlarla beraber cehennemde olduğunu haber verir. Şeytan, “Senin yüzünden buraya geldik” diyen yandaşlarına ve yoldaşlarına şöyle der: “‘Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaat etti, ben de size vaat ettim, ama size yalancı çıktım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi (küfür ve isyana) çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.’ Doğrusu zalimler için can yakıcı bir azap vardır!” (İbrahim Suresi, 22) Şeytanın bu ifadeleri, cehennem ehlinin içler acısı durumunu gözler önüne sermektedir. Şeytana uymuşlar, ama cehennemde bile onlara fayda sağlayamamış, onları ümitsizliğin derin uçurumuna itmiştir.Burada insi şeytanların da durumuna kısaca nazar edebiliriz. Şöyle ki:Firavun gibi küfrün önde gelen liderleri, cehennem içinde, azabı en şiddetli bölümde olacaklar. Zira böylelerinin küfürleri kendileriyle sınırlı kalmamış, başkalarını da etkilemiştir. Kur’an şöyle bildirir:“(Firavun) kıyamet günü kavminin önüne düşer, derken onları suya götürür gibi ateşe götürür. Ne kötü sudur o varılan ateş! Hem burada arkalarından bir lanetle anıldılar, hem de kıyamet günü. Ne kötü bir armağandır o, verilen bu armağan!” (Hud Suresi, 98-99)Kavmini ateşe götüren Firavun için bu tabirlerin kullanılması hayale şunu getirir: Su arayan bir kavim var. Firavun bunların önüne geçip “Benim peşimden gelin, sizi suya götüreceğim” diyor. Fakat sonunda onları çılgın bir ateşe teslim ediyor.Şeytana Uyanların Pişmanlığı “O gün zalim kimse ellerini ısıracak, ‘Eyvah!’ diyecek, ‘keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Çünkü öğüt bana gelmişken, o beni ondan saptırdı.’ Ve şeytan insan için hazuldür.” (Furkan Suresi, 27-29)Ayette geçen “hazul” kelimesi, “insana dost görülüp onu helake sevk eden, sonra terk edip ona hiçbir faydası olmayan” anlamına gelir.Şeytan hiç de vefalı bir dost değildir. “Ben sizinleyim” dediklerini hep yolda bırakır, onları dünya ve ahirette perişan eder. Onun hali, “Haydi gelin” diye çağırıp, kendine bağlı olanları uçuruma atan kimseye benzer. Şeytana ve şeytan fikirli kimselere uyanlar sonra çok pişman olacaklar. “Keşke dünyaya tekrar döndürülsek de artık onlara uymasak, peygamberin ve ona uyanların yolundan gitsek” diyecekler. Ama bu pişmanlık fayda vermeyecek, çünkü artık ecel gelmiş her şey bitmiştir.Şeytan ve Büyük Günahlar Günah, Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Kalbi tırmalayan ve başkalarının bilmesinden hoşlanılmayan şeydir.” (Tirmizi, Zühd, 52)Nasıl ki devletin kanunlarında bazı şeyler yasak olur, onun gibi Allah’ın kanunlarında da bazı şeyler yasak kılınmıştır. Bu yasakların işlenmesi “günah” kavramıyla ifade edilir.Günahlar iki kısma ayrılır:1-Büyük günahlar.2-Küçük günahlar.Gıybet etmek ve adam öldürmek ikisi de günah olmakla beraber, derece itibariyle elbette aynı değillerdir.Büyük günahlara “kebire” denilir. Bunun çoğulu “kebair” kelimesidir. Böyle bir ayırım, bazı ayetlerde de görülmektedir. Mesela:“Eğer size yasaklananların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz...” (Nisa Suresi, 31)“Bazı küçük kusurlar hariç, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbinin affı geniştir.” (Necm Suresi, 32)Bir hadiste, büyük günahlar, “el-Mubîkât: helâk edici” kelimesiyle ifade edilir. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz ashabına “Yedi helâk edici şeyden kaçının!” der.Ashab, “Bunlar nedir yâ Rasûlallah?” diye sorar. Peygamber Efendimiz bunları şöyle sayar:“-Allah’a şirk koşmak; -Sihir yapmak; - Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek; -Yetim malı yemek; -Faiz yemek; -Düşmana hücum anında harpten kaçmak,-Namuslu, kendi halinde mümin kadınlara zina iftirası atmak.” (Müslim, İman, 141-146)Acaba büyük günahlar bunlardan mı ibarettir? İbn Abbâs’a göre, “Allah’ın yasak ettiği her şey büyük günahtır.” Bu durumda, hadiste sayılan yedi büyük günah, misal olarak zikredilmiş olup, büyük günahlar bunlarla sınırlı değildir.İşte şeytan, insanları bu günahlara sevk etmek ister. Şeytanın hedefi büyüktür, ister ki insanlar devamlı bu büyük günahları işlesinler. Ama o, bunun hemen birden olmayacağını bilecek kadar da bilgi ve tecrübe sahibidir. Bundan dolayı, işe küçüklerden başlatır, alıştıra alıştıra gittikçe dozajı artırır, insanı büyük günahlara müptela hale getirir.Bundan dolayı, küçük günahları küçük görmeye gelmez, “damlaya damlaya göl olur.” Mesela içki bağımlıları önce küçük bir kadehle veya bira gibi alkolü az olan bir içkiyle başlarlar. Ama bu sadece başlangıçtır. İradî bir kararlılık gösterilmezse, iş bu kadarla kalmayacak, çığırından çıkacaktır. Bu konuda şu esas da mühimdir:“İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz.” Yani, ciddi istiğfar edildiğinde büyük günahlar bile affedilir. Ama günahta ısrar edilirse, küçük günahlar küçük olarak kalmaz, büyürler.Selahaddin Şimşek şöyle der:“Canavarların hepsini ‘taviz ana’ doğurmuştur. Yarın göz açtırmayacaklar; bugün göz yumduklarımızdır.”Büyük Günahlarla Alakalı Şeytanî Bir Vesvese Şeytan, büyük günahları işlettiği kimselere şöyle bir vesvese verir: “Artık senin hayra bir kabiliyetin kalmadı, bundan sonra dine dönemezsin. Madem öyle, keyfine göre yaşa, battı balık yan gider!”İnsan aslında günahlardan rahatsızlık duyar. Sözgelimi bir insan devamlı doğru konuşsa vicdanı rahattır. Fakat yalan söylediğinde vicdan tepki verir, hoşnut olmaz. İlk defa yalan söyleyen biri vicdanen rahatsız olur, yüzü kızarır, kan basıncı artar. İşte, bilerek veya bilmeyerek büyük günahlara giren bir kimse, aslında bu halinden memnun değildir. Fıtratı bütün bütün bozulmamışsa tövbe etmek ve bu halinden kurtulmak ister. Ancak, üstte geçtiği tarzda şeytanî bir vesveseye maruz kaldığında ümitsizliğe düşebilir. Bundan kurtulmak için şu ayeti hatırlamak lazımdır:“De ki: ‘Ey nefislerine zulmeden kullarım. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları affeder. Gerçekten O, Gafurdur- Rahimdir.’” (Zümer Suresi, 53)Peygamber Efendimizin bahsettiği şu olay, ayetin manasına güzel bir örnektir:“Sizden önceki devirlerde yaşayan bir adam, doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Derken bir gün, ‘Buranın en büyük âlimi kimdir?’ diye soruşturdu, kendisine bir rahip tavsiye edildi. Bunun üzerine o da rahibin yanına giderek, ‘Doksan dokuz adam öldürdüm, tövbe etsem kabul olur mu?’ diye sordu. Rahip, ‘Tövben kabul olmaz’ deyince onu da öldürdü. Daha sonra oranın en büyük başka âlimini soruşturup ona gitti ve ‘Ben yüz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?’ dedi. Âlim zat ona: ‘Evet, tövbe etmene kim engel olabilir ki?’ dedi. ‘Ancak filân yere git, orada Allah’a ibadetle meşgul olan insanlar var; onlarla beraber sen de Allah’a ibâdet et ve onlarla beraber ol.’ Bunun üzerine bu adam yola çıktı, yolu yarıladığında da öldü. Rahmet melekleri ve azâp melekleri bir araya geldi ve onun durumunu görüştüler. Rahmet melekleri ‘Bu adam samimi tövbe ederek buraya geldi. Onu biz götüreceğiz’ dediler.Azâp melekleri ise, ‘Bu adam henüz hiçbir iyilik yapmamıştı. Onu biz götüreceğiz’ dediler.Derken arkadan insan kıyafetinde bir başka melek bunların yanına gelerek onlara şöyle dedi:‘İki belde arasındaki mesafeyi ölçünüz. Hangi tarafa daha yakın ise, adam o tarafa aittir.’ Bunun üzerine mesafe ölçüldü. Adamı varacağı yere daha yakın buldular. Ve adam rahmet meleklerine teslim edildi.” (Müslim, Tevbe, 46)Büyük günah işlemek insanı kâfir yapar mı? İslam coğrafyasında ortaya çıkan fırkalardan biri olan Hariciler, bir takım katı kurallar kabul ederler. Onlara göre büyük günahlar insanı kâfir yapar, böyle günahları işleyenler ebedi cehennemliktirler. Ayrıca, küfür-iman ortası olmadığını, amelin imandan bir cüz olduğunu söylerler. Günümüzde Haricilerden olduğunu söyleyen az kişi bulunmakla beraber, farkına varmadan onların fikirlerini savunanlar çıkabilmektedir. Bu konuda şu esaslara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:-İnsan günahlara meyilli bir varlıktır. Nefsine mağlup olup şeytanın peşinden gitmeye müsaittir. Ama tövbe kapısı can boğazdan gidinceye kadar açıktır. Dolayısıyla, günaha girenin kâfir olduğunu kabul etmek ağır bir hükümdür. Günahkâr mümine “kâfir” değil “fasık” adı verilir.-Ebedi cehennem kâfirler içindir. Günahları sevaplarından fazla olan bir mümin, cehennemde ebedi kalmaz, cezasını çektikten sonra çıkar.- Alimlerin çoğunun değerlendirmesine göre iman ve amel ayrı ayrı şeylerdir. İman amelden bir cüz değil, onun kemalinden bir cüzdür. Yani bir insan iman ettiğinde salih amelle bunu destekliyorsa, bu onun imanının kalitesini gösterir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde iman ve salih amel yanyana zikredilir. Bu ikisini cem edenlerin cennete girecekleri anlatılır. İman bir ağacın köklerine, amel de onun meyvelerine benzetilebilir. Kökler zayıfsa meyveler az ve cılız olur. Onun gibi, amelde noksanlık imanın zayıf olmasına delalet eder.Mesela nice içki içen kimse vardır ki bu halden kurtulmak ister, kalben pişmanlık duyar, “Allah’ım beni bu halden kurtar” diye yalvarır. Böylelerine “kâfir” deme hakkımız yoktur. Ama eğer bir insan hiç pişman olmadan gönül rahatlığıyla büyük günahları işliyorsa, bunun imandan nasibi olmadığı ortadadır.-Nefis ve şeytana mağlup olup günaha girmek insanı kafir yapmaz ama o günahın günah olduğunu inkar etmek insanı küfre sokar. Şöyle ki: Sözgelimi içki içen bir insan, içki içmesinden dolayı kâfir olmaz. Ama içki içmeyen birisi “içki haram değildir” dese küfre düşer. Çünkü içkinin haram oluşu ayetle sabittir. Kur’an’ın her hangi bir hükmünü kabul etmemek ise, insanı dinden çıkarır.Şeytan zorla bir şey yaptırabilir mi? Acaba şeytan insanlar üzerinde bir yaptırım gücüne sahip midir? Pek çok insan, şeytanın çok güçlü olduğunu zanneder. Hâlbuki Kur’an bunun böyle olmadığını şöyle haber verir:“Şüphesiz şeytanın hilesi çok zayıftır.” (Nisa Suresi, 76)Pek çok ayet de şeytanın insanlar üzerinde bir yaptırım gücü (sultanı) olmadığını bildirir. (Mesela, İbrahim, 22; Hicr, 42; Nahl, 99; İsra, 65; Sebe, 21)Bu durum, insanın sorumluluğu açısından son derece önemlidir. Eğer şeytan, böyle bir güce sahip olsaydı, o zaman insanlar “Ya Rabbi, sen bize şeytanı musallat ettin. O da bizim irademizi elimizden aldı. Bize bu günahları zorla yaptırdı...” şeklinde Allah’ın huzurunda özür beyan ederlerdi. Hâlbuki şeytanın yaptığı sadece vesvese vermekten, çirkinlikleri, günahları güzel göstermekten ibarettir. İnsan, ister bu vesveseye uyar, günahkâr olur; isterse uymaz, Allah katında derece kazanır.Şeytanın hilesi çok zayıf ve insanlar üzerinde bir yaptırım gücü olmamakla beraber, insanların şeytana takılıp kalmalarını nasıl anlamak gerekir?Örümceğin ağı zayıftır ama sinekler ona takılmaktan kurtulamazlar. Benzeri bir şekilde şeytanın da hileleri çok zayıf olmakla beraber nice insan onun hile ve tuzaklarına takılır kalır. Bu durum onun güç ve kuvvetinden değil, insanın cehalet, gaflet, iradesizlik gibi hallerinden kaynaklanmaktadır.
“Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5)
Pek çok insan bu hadisi ilk defa duyduğunda çok sevinir, “Oh ne güzel, Ramazan ayı geldiğinde rahat edeceğiz, şeytandan kurtulacağız” der. Ama Ramazan ayı gelip de yine şeytanın desise ve vesveselerine maruz kaldığında şaşırır kalır,
“Ramazan ayındayız ama şeytanlar neden zincire vurulmamış?” diye hayret eder.
Hâlbuki meselenin esası şudur: Ramazan ayında Cenab-ı Hak tarafından şeytanlara bir ay boyunca izin verilmez. Onlar yine iş başındadırlar, insanları yoldan çıkarmak için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Ama bu ayda insanlar oruç vasıtasıyla nefislerini kısmen terbiye ettiklerinden diğer aylarda olduğu gibi insanlar üzerinde kolayca etkin olamazlar.
Öyle ki Ramazan ayı geldiğinde nice meyhane ve kahvehane kapanır. Manevî bir atmosfer insanlara hâkim olur. Böyle bir atmosfer içinde şeytanlar eskisi kadar kolay cirit atamazlar, isteklerini yaptıramazlar. Hatta adeta şeytanın yayın organı gibi yayın yapan bir kısım gazete ve televizyon, bu manevî atmosfer içinde kısmen dini yayın yapmaya kendini mecbur hisseder.
Bu durumda, Ramazan ayında şeytanların zincire vurulması, doğrudan Allah tarafından değil, oruç tutan ve orucun hakkını verebilen kimseler tarafından olmaktadır.
Damarlarda Dolaşan Şeytan Peygamber Efendimizin eşi Hz. Safiye şöyle anlatır: “Hz. Peygamber Ramazan ayında itikâfta iken akşam vakti yanına uğradım. Bir müddet konuştuk. Sonra geri dönmek üzere kalktım. Uğurlamak üzere de o kalktı. Kapıya kadar gelmişti ki Ensardan iki kişi oradan geçiyordu. Hz. Peygamber’i görünce hızlandılar. Rasulullah onlara ‘Biraz bekleyin yanımdaki eşim Safiyye’dir’ dedi. Onlar: ‘Sübhânallah,’ dediler,
‘Bu da ne demek ey Allah’ın Resulu?
(Sana su-i zanda mı bulunacağız?)’
Hz. Peygamber şöyle dedi:
‘Şeytan, damarlardaki kan gibi insanda dolaşır. Ben, onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım.’” (Ebu Davut, Sünnet, 18)
Şeytanın insanın damarlarında dolaşması, onun insana yakınlığını ifade eder. Şeytan, pusudaki düşmana benzer, insanın en küçük hatasını da değerlendirmeye çalışır.
Öyle ki Hz. Peygamber’in arkadaşlarına bile böyle bir olayda “Acaba Peygamberin yanındaki kimdi?” şeklinde bir vesvese verdirebilir.
Peygamber Efendimiz böyle bir olay vesilesiyle şeytana karşı daima uyanık olmak dersini vermiştir.
Yine bu olaydan öğreniyoruz ki insanlara su-i zanda bulunmamak bir esastır, ama su-i zanna yol açabilecek durumlara da açıklık getirmekte fayda vardır.
Şeytanın Taarruzu Şeytanla insan arasında ömür boyu sürecek bir mücadele söz konusudur.
İnsanın kalbi, şeytan ve melek ilhamlarının çarpıştığı bir savaş alanı gibidir. Her insan, hemen her gün kendi içinde şeytanla defalarca meydan savaşları yaşar.
Cenab-ı Hak, şeytana bazı yetkiler vermiştir. Onun insanlarla mücadele isteğine karşı şöyle der:“Onlardan gücünün yettiğini sesinle ürküt. Süvari ve piyadelerinle üzerlerine saldır. Mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaatte bulun. Fakat şeytan, ancak bir aldanış vaat eder.” (İsra Suresi, 64)
Ayet, bir taarruz halini tasvir etmektedir. Talan edilecek yere varıldığında, önce şiddetli bir sesle ahalisini ürkütüp, şaşkına çevirmek, sonra da atlı ve yaya birliklerle saldırmak gibi; şeytan dahi insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak için her türlü vesvese ve desise silahını kullanır. Zalim bir komutan böyle bir taarruzda “Teslim olun, kimseye ilişilmeyecek” diyebilir. Onlara vaatlerde bulunur. Ama halk ona inanıp teslim olduğunda hepsini perişan eder. Onun gibi, şeytan dahi insanlara vaatlerde bulunur, ama onun vaatleri aldatmaktan başka bir şey değildir.Mesela, uyuşturucu müptelası olmaları için insanlara şöyle der: “Bunu içtiğinizde tozpembe bir dünyaya girecek, insanların en mutlusu olacaksınız.” Buna kanan zavallılar öyle olacak zannederler, ama kısa zamanda insanların en bedbahtı birer zavallı haline gelirler.İşte, şeytan ve güruhu, insanın vücut ülkesini ele geçirmek isterler. Bunun için her türlü yolu denerler; hem korkuturlar, hem ürkütürler. Hem piyadeleriyle, hem süvarileriyle seferber olurlar. Ele geçirdikten sonra, o insanın duygularını, cihazlarını esir alırlar, Allah yolunda değil, şeytan yolunda kullandırırlar. Bir takım yalancı vaatlerle oyalama siyaseti takip ederler.Hizbuşşeytan - Hizbullah İnsanların bir kısmı şeytanın dediklerini yapar, bir kısmı da Allah’ın emirlerine uyar. Şeytanın yörüngesine girenler ve devamlı onun talimatları doğrultusunda hareket edenler “hizbuşşeytan” grubunu meydana getirir. Allah yolunda gidenler ise, “Hizbullah” adını alır. “Hizbuşşeytan” ifadesi Mücadele Suresi 19. ayette; “Hizbullah” ifadesi de, aynı Surenin 22. ayetiyle, Maide Suresi 56. ayette geçer. Bazen bu isimle ortaya çıkan gruplar olmuşsa da “Hizbullah” adı, Allah yolunda giden her Müslümanın unvanıdır, belli bir gruba tahsisi uygun değildir. Hizbullah, Kur’an’da şu özellikleriyle anlatılmıştır:-Allah onları sever, onlar Allah’ı severler.-Müminlere karşı mütevazi, kafirlere karşı izzetlidirler.-Allah yolunda mücadele ederler.-Başkalarının kendilerini kınamasından korkmazlar.-Namazlarını kılar, zekatlarını verirler, Allah’ın emirlerine boyun eğerler.-Allah’ı, Resulünü ve müminleri dost edinirler. (Maide Suresi, 54-56)-Babaları, oğulları, kardeşleri, aşiretleri de olsa Allah’a ve Resulüne muhalefet edenleri sevmezler.-Allah onlardan razı, onlar Allah’tan razıdırlar. (Mücadele Suresi, 22)Hizbuşşeytan ise, devamlı şeytandan gelen telkinlere göre hareket eder. “Şeytanlar, kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler” ayeti bunu bildirir. (En’am Suresi, 121)
Şeytan fikirli insanlara, şeytanî ilhamlar gelir. Şeytan onları rahat bırakmaz, devamlı olarak ehl-i imanla mücadeleye teşvîk eder. Hamdi Yazır, meseleyi şöyle değerlendirir:“İmansızlıkla şeytanet arasında bir câzibe vardır. Korusuz bahçeye haşerat musallat olduğu gibi, ‘Görmedin mi, biz kâfirlerin üzerine, kendilerini iyice azgınlığa sevk eden şeytanları gönderdik’ (Meryem Suresi, 83) ayetinin işaretine göre, imansız kalblere de şeytanlar musallat olur. İmansızlar şeytaneti sever. Şeytanî hasletlere, hareketlere meftun olurlar. Hayırsız, hayırsızla düşer kalkar. Eşkıyanın reisi, en büyük şaki olur. Bunun gibi, imansızların bütün temayülleri şeytanette olduğundan, önlerine şeytanlar düşer, başlarına şeytanlar geçer.”Burada şu hususu belirtmek yerinde olacaktır: Günahkâr mümin, hizbuşşeytan’a dâhil değildir. Ehl-i sünnetin itikadında günah, insanı kâfir yapmaz. İnsanın tabiatında günahlara fıtrî bir meyil vardır. Nefis ve şeytana uyup günah işleyen kimse, tövbe ve istiğfarla günahlardan temizlenmelidir. Nitekim atamız Hz. Âdem de İlâhî bir yasağı çiğnemiş, ama hemen peşinde tövbe etmiştir. Âdem’in torunlarına yakışan da, tövbedir, istiğfardır.Şeytanın Dostları “Veli” kelimesi Türkçede genelde müspet bir manayı çağrıştırır. Bu kelimenin çoğulu “evliya” şeklinde gelir. Ama Kur’an’da bu kelimelerin şeytan dostları hakkında da kullanıldığını görürüz.Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz ki Allah’ın evliyası olduğu gibi, şeytanın da vardır. Allah, veli kullarını desteklediği gibi, şeytan da kendi velilerine destek çıkar, onları kendi hallerine bırakmaz.Anlatılır ki, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a biri “Peygamber olduğunu iddia eden Muhtaru’s-Sakafî kendisine vahiy geldiğini sanıyor” deyince, İbni Ömer “Doğru söylemiş,” der ve şu âyeti okur:“Şeytanlar, kendi dostlarına sizinle mücadele etmelerini vahyederler.” (En’am Suresi, 121)Buradaki vahiy, Allah’tan peygambere gelen mesajı değil, şeytandan insana gelen talimatı ifade etmektedir. Ayetten öyle anlaşılıyor ki, Allah’ın dostları olduğu gibi, şeytanın da dostları vardır. Yüce Allah kendi seçkin kullarına vahiy ve ilhamla konuştuğu gibi, şeytan da kendi bendelerine bir şekilde mesajlar gönderir, onları devamlı kışkırtır.
Bunun sonucu olarak, şeytandan ilhamını alan kimseler kendileri bozuldukları gibi, başkalarını da bozmaya gayret gösterirler. Yarasanın ışıktan rahatsız olması gibi, güzel gelişmelerden rahatsızlık duyarlar.Şeytanın Askerleri Kur’an-ı Kerim’de, “Şeytanın hizbi, şeytanın dostları” gibi ifadeler yanında “İblis’in askerleri” ifadesi de dikkat çeker. Bu ifade, şeytanın yoldaşlarının onun bir nevi emir kulları olduklarını anlatır. İlgili kısımda şöyle bildirilir:“O hesap günü, Cennet günahlardan sakınanlara yaklaştırılır.Cehennem de taşkınlık yapanlar için gözler önüne serilir.Cehennemliklere, “Hani nerede Allah’ı bırakıp da taptıklarınız? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilir.Ve arkasından hepsi, putlar ve taşkınlık yapanlar o cehenneme fırlatılır.Ve İblis’in bütün askerleri de oraya gönderilir.Orada birbirleriyle çekişirlerken derler ki:“Vallahi biz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile bir seviyede tutuyorduk.Ve bizi hep o günahkârlar saptırdı.
Artık bizim için ne bir şefaatçi var,Ne de yakın bir dost.Ah keşke dünyaya bir kere daha dönebilsek de, müminlerden olabilsek.Şüphesiz bunda bir ayet (alınacak bir ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir. Ve şüphesiz Rabbin, işte O, Aziz- Rahimdir. (Mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.)” (Şuara Suresi, 90-104)İnsî ve Cinnî Şeytanlar Kur’an-ı Kerîm, “şeyatıne’l- insi ve’l- cinn” yani “ins ve cin şeytanları” ifadesiyle, insanlardan da şeytanlar olduğuna işaret eder. (En’am Suresi, 112)Keza, Nas Suresi’nde de “minel cinneti ve’n nas” ifadesi, insanlara vesvese veren şeytanın hem gözle görülmeyen cinlerden, hem de gözle gördüğümüz insanlardan olduğu nazara verilir.Bediüzzaman, bu noktayı şöyle açıklar:
“İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesetli ervah-ı habîse (pis ruhlar) bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesetsiz ervah-ı habîse dahi bulunduğu o katiyyettedir. Eğer onlar maddî ceset giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesetlerini çıkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktılar.”Görülüyor ki, insan şeytanlarıyla, cinnî şeytanlar arasında sadece ceset farkı vardır. Mahiyetleri ise, aynıdır. Bütün meşguliyeti insanları saptırmak olan bir kısım insanlar, şeytanın yaptığının aynısını yapmaktadırlar.Şeytanın maiyetine giren ve onun mahiyetine bürünen insanın, şeytanca işler yapması artık kaçınılmaz olur. Mesela köpek mahiyetini düşünelim. Köpeğin havladığını gördüğümüzde pek de garibimize gitmez, “Köpektir, havlar” deriz. Benzeri bir durum şeytan ve dostları için geçerlidir. O mahiyetteki varlıklardan hayırlı şeyler beklememek gerekir. Çünkü hayırlı iş yapmak, şeytan mahiyetine aykırıdır.İslamî gelişmelerden rahatsızlık duyan kimseleri bu nokta-i nazardan değerlendirebiliriz. Zaman zaman, “Bunlar neden rahat durmuyorlar?
Milletin dindar olması neden bunları rahatsız ediyor? Neden güzel gelişmelerden hoşlanmıyorlar?” diye hatırımıza gelebilir. Ama bunların mahiyetlerini bilince, kendi mahiyetlerine uygun hareket ettiklerini anlarız ve zihnimizdeki sorular cevabını bulur.Mahşerde Şeytan “Kişi sevdiğiyle beraberdir” denilir. Dünyada birbiriyle dost ve yoldaş olan şeytan ve yandaşları mahşere de beraber getirilirler. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle anlatır:“Rabbine andolsun ki elbette ve elbette biz o inkârcı kâfirleri şeytanlar ile beraber mahşerde toplayacağız. Sonra onları muhakkak diz üstü çökmüş zelil bir vaziyette cehennemin etrafına getireceğiz.Sonra her zümreden Rahmân’a karşı en ziyade isyankâr hangileri ise, muhakkak ayırıp atacağız.Sonra o cehenneme atılmaya layık olanların kimler bulunduğunu elbette biz daha iyi biliriz.” (Meryem Suresi, 68-70)
Ayetlerin çizdiği tablo, tümüyle bir zillet tablosudur. Mahşer halkının gözleri önünde şeytan ve yandaşları cehennemin etrafına sevk edilir. Ayetin metninde geçen “ihzar” kelimesi, suçluların zincire vurulup kayıtlı ve kelepçeli bir şekilde getirilmelerini anlatır. Allah’a isyan etmeyi hüner zanneden şeytan ve ekibi, böyle zillet verici bir şekilde cehennem etrafında halka olurlar. Ayakta durmaya mecalsiz, diz üstü bekletilirler. Derken mahkeme başlar. Bunlardan en ziyade kim Allah’a isyan etmişse, önce onlar muhakeme edilirler. Ardından her biri layık olduğu şekilde cehenneme gönderilir.Cehennemde Şeytan İnsan yüzünden ilahi rahmetten uzaklaştırılan İblis, insanları Allah yolundan alıkoyacağına yemin eder. Kendisi cehennem ehli olacaktır, ama ister ki insanlardan da nicelerini yanına alsın. Acı bir gerçek olarak, bu isteğine büyük ölçüde ulaşır. Kur’an, bunu şöyle bildirir:“Andolsun ki, İblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İçlerinde müminlerden bir grup dışında hepsi ona uydular.” (Sebe Suresi, 20)Kur’an-ı Kerim, şeytanın ilk dönemlerini bize anlattığı gibi, iş bitip de cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme gönderildiğinde durumunun ne olduğunu da anlatır, onun kendine uyanlarla beraber cehennemde olduğunu haber verir. Şeytan, “Senin yüzünden buraya geldik” diyen yandaşlarına ve yoldaşlarına şöyle der: “‘Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vaat etti, ben de size vaat ettim, ama size yalancı çıktım! Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi (küfür ve isyana) çağırdım, siz de geldiniz. O halde beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın! Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.’ Doğrusu zalimler için can yakıcı bir azap vardır!” (İbrahim Suresi, 22) Şeytanın bu ifadeleri, cehennem ehlinin içler acısı durumunu gözler önüne sermektedir. Şeytana uymuşlar, ama cehennemde bile onlara fayda sağlayamamış, onları ümitsizliğin derin uçurumuna itmiştir.Burada insi şeytanların da durumuna kısaca nazar edebiliriz. Şöyle ki:Firavun gibi küfrün önde gelen liderleri, cehennem içinde, azabı en şiddetli bölümde olacaklar. Zira böylelerinin küfürleri kendileriyle sınırlı kalmamış, başkalarını da etkilemiştir. Kur’an şöyle bildirir:“(Firavun) kıyamet günü kavminin önüne düşer, derken onları suya götürür gibi ateşe götürür. Ne kötü sudur o varılan ateş! Hem burada arkalarından bir lanetle anıldılar, hem de kıyamet günü. Ne kötü bir armağandır o, verilen bu armağan!” (Hud Suresi, 98-99)Kavmini ateşe götüren Firavun için bu tabirlerin kullanılması hayale şunu getirir: Su arayan bir kavim var. Firavun bunların önüne geçip “Benim peşimden gelin, sizi suya götüreceğim” diyor. Fakat sonunda onları çılgın bir ateşe teslim ediyor.Şeytana Uyanların Pişmanlığı “O gün zalim kimse ellerini ısıracak, ‘Eyvah!’ diyecek, ‘keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Çünkü öğüt bana gelmişken, o beni ondan saptırdı.’ Ve şeytan insan için hazuldür.” (Furkan Suresi, 27-29)Ayette geçen “hazul” kelimesi, “insana dost görülüp onu helake sevk eden, sonra terk edip ona hiçbir faydası olmayan” anlamına gelir.Şeytan hiç de vefalı bir dost değildir. “Ben sizinleyim” dediklerini hep yolda bırakır, onları dünya ve ahirette perişan eder. Onun hali, “Haydi gelin” diye çağırıp, kendine bağlı olanları uçuruma atan kimseye benzer. Şeytana ve şeytan fikirli kimselere uyanlar sonra çok pişman olacaklar. “Keşke dünyaya tekrar döndürülsek de artık onlara uymasak, peygamberin ve ona uyanların yolundan gitsek” diyecekler. Ama bu pişmanlık fayda vermeyecek, çünkü artık ecel gelmiş her şey bitmiştir.Şeytan ve Büyük Günahlar Günah, Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Kalbi tırmalayan ve başkalarının bilmesinden hoşlanılmayan şeydir.” (Tirmizi, Zühd, 52)Nasıl ki devletin kanunlarında bazı şeyler yasak olur, onun gibi Allah’ın kanunlarında da bazı şeyler yasak kılınmıştır. Bu yasakların işlenmesi “günah” kavramıyla ifade edilir.Günahlar iki kısma ayrılır:1-Büyük günahlar.2-Küçük günahlar.Gıybet etmek ve adam öldürmek ikisi de günah olmakla beraber, derece itibariyle elbette aynı değillerdir.Büyük günahlara “kebire” denilir. Bunun çoğulu “kebair” kelimesidir. Böyle bir ayırım, bazı ayetlerde de görülmektedir. Mesela:“Eğer size yasaklananların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz...” (Nisa Suresi, 31)“Bazı küçük kusurlar hariç, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbinin affı geniştir.” (Necm Suresi, 32)Bir hadiste, büyük günahlar, “el-Mubîkât: helâk edici” kelimesiyle ifade edilir. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz ashabına “Yedi helâk edici şeyden kaçının!” der.Ashab, “Bunlar nedir yâ Rasûlallah?” diye sorar. Peygamber Efendimiz bunları şöyle sayar:“-Allah’a şirk koşmak; -Sihir yapmak; - Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek; -Yetim malı yemek; -Faiz yemek; -Düşmana hücum anında harpten kaçmak,-Namuslu, kendi halinde mümin kadınlara zina iftirası atmak.” (Müslim, İman, 141-146)Acaba büyük günahlar bunlardan mı ibarettir? İbn Abbâs’a göre, “Allah’ın yasak ettiği her şey büyük günahtır.” Bu durumda, hadiste sayılan yedi büyük günah, misal olarak zikredilmiş olup, büyük günahlar bunlarla sınırlı değildir.İşte şeytan, insanları bu günahlara sevk etmek ister. Şeytanın hedefi büyüktür, ister ki insanlar devamlı bu büyük günahları işlesinler. Ama o, bunun hemen birden olmayacağını bilecek kadar da bilgi ve tecrübe sahibidir. Bundan dolayı, işe küçüklerden başlatır, alıştıra alıştıra gittikçe dozajı artırır, insanı büyük günahlara müptela hale getirir.Bundan dolayı, küçük günahları küçük görmeye gelmez, “damlaya damlaya göl olur.” Mesela içki bağımlıları önce küçük bir kadehle veya bira gibi alkolü az olan bir içkiyle başlarlar. Ama bu sadece başlangıçtır. İradî bir kararlılık gösterilmezse, iş bu kadarla kalmayacak, çığırından çıkacaktır. Bu konuda şu esas da mühimdir:“İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz.” Yani, ciddi istiğfar edildiğinde büyük günahlar bile affedilir. Ama günahta ısrar edilirse, küçük günahlar küçük olarak kalmaz, büyürler.Selahaddin Şimşek şöyle der:“Canavarların hepsini ‘taviz ana’ doğurmuştur. Yarın göz açtırmayacaklar; bugün göz yumduklarımızdır.”Büyük Günahlarla Alakalı Şeytanî Bir Vesvese Şeytan, büyük günahları işlettiği kimselere şöyle bir vesvese verir: “Artık senin hayra bir kabiliyetin kalmadı, bundan sonra dine dönemezsin. Madem öyle, keyfine göre yaşa, battı balık yan gider!”İnsan aslında günahlardan rahatsızlık duyar. Sözgelimi bir insan devamlı doğru konuşsa vicdanı rahattır. Fakat yalan söylediğinde vicdan tepki verir, hoşnut olmaz. İlk defa yalan söyleyen biri vicdanen rahatsız olur, yüzü kızarır, kan basıncı artar. İşte, bilerek veya bilmeyerek büyük günahlara giren bir kimse, aslında bu halinden memnun değildir. Fıtratı bütün bütün bozulmamışsa tövbe etmek ve bu halinden kurtulmak ister. Ancak, üstte geçtiği tarzda şeytanî bir vesveseye maruz kaldığında ümitsizliğe düşebilir. Bundan kurtulmak için şu ayeti hatırlamak lazımdır:“De ki: ‘Ey nefislerine zulmeden kullarım. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları affeder. Gerçekten O, Gafurdur- Rahimdir.’” (Zümer Suresi, 53)Peygamber Efendimizin bahsettiği şu olay, ayetin manasına güzel bir örnektir:“Sizden önceki devirlerde yaşayan bir adam, doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Derken bir gün, ‘Buranın en büyük âlimi kimdir?’ diye soruşturdu, kendisine bir rahip tavsiye edildi. Bunun üzerine o da rahibin yanına giderek, ‘Doksan dokuz adam öldürdüm, tövbe etsem kabul olur mu?’ diye sordu. Rahip, ‘Tövben kabul olmaz’ deyince onu da öldürdü. Daha sonra oranın en büyük başka âlimini soruşturup ona gitti ve ‘Ben yüz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?’ dedi. Âlim zat ona: ‘Evet, tövbe etmene kim engel olabilir ki?’ dedi. ‘Ancak filân yere git, orada Allah’a ibadetle meşgul olan insanlar var; onlarla beraber sen de Allah’a ibâdet et ve onlarla beraber ol.’ Bunun üzerine bu adam yola çıktı, yolu yarıladığında da öldü. Rahmet melekleri ve azâp melekleri bir araya geldi ve onun durumunu görüştüler. Rahmet melekleri ‘Bu adam samimi tövbe ederek buraya geldi. Onu biz götüreceğiz’ dediler.Azâp melekleri ise, ‘Bu adam henüz hiçbir iyilik yapmamıştı. Onu biz götüreceğiz’ dediler.Derken arkadan insan kıyafetinde bir başka melek bunların yanına gelerek onlara şöyle dedi:‘İki belde arasındaki mesafeyi ölçünüz. Hangi tarafa daha yakın ise, adam o tarafa aittir.’ Bunun üzerine mesafe ölçüldü. Adamı varacağı yere daha yakın buldular. Ve adam rahmet meleklerine teslim edildi.” (Müslim, Tevbe, 46)Büyük günah işlemek insanı kâfir yapar mı? İslam coğrafyasında ortaya çıkan fırkalardan biri olan Hariciler, bir takım katı kurallar kabul ederler. Onlara göre büyük günahlar insanı kâfir yapar, böyle günahları işleyenler ebedi cehennemliktirler. Ayrıca, küfür-iman ortası olmadığını, amelin imandan bir cüz olduğunu söylerler. Günümüzde Haricilerden olduğunu söyleyen az kişi bulunmakla beraber, farkına varmadan onların fikirlerini savunanlar çıkabilmektedir. Bu konuda şu esaslara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:-İnsan günahlara meyilli bir varlıktır. Nefsine mağlup olup şeytanın peşinden gitmeye müsaittir. Ama tövbe kapısı can boğazdan gidinceye kadar açıktır. Dolayısıyla, günaha girenin kâfir olduğunu kabul etmek ağır bir hükümdür. Günahkâr mümine “kâfir” değil “fasık” adı verilir.-Ebedi cehennem kâfirler içindir. Günahları sevaplarından fazla olan bir mümin, cehennemde ebedi kalmaz, cezasını çektikten sonra çıkar.- Alimlerin çoğunun değerlendirmesine göre iman ve amel ayrı ayrı şeylerdir. İman amelden bir cüz değil, onun kemalinden bir cüzdür. Yani bir insan iman ettiğinde salih amelle bunu destekliyorsa, bu onun imanının kalitesini gösterir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde iman ve salih amel yanyana zikredilir. Bu ikisini cem edenlerin cennete girecekleri anlatılır. İman bir ağacın köklerine, amel de onun meyvelerine benzetilebilir. Kökler zayıfsa meyveler az ve cılız olur. Onun gibi, amelde noksanlık imanın zayıf olmasına delalet eder.Mesela nice içki içen kimse vardır ki bu halden kurtulmak ister, kalben pişmanlık duyar, “Allah’ım beni bu halden kurtar” diye yalvarır. Böylelerine “kâfir” deme hakkımız yoktur. Ama eğer bir insan hiç pişman olmadan gönül rahatlığıyla büyük günahları işliyorsa, bunun imandan nasibi olmadığı ortadadır.-Nefis ve şeytana mağlup olup günaha girmek insanı kafir yapmaz ama o günahın günah olduğunu inkar etmek insanı küfre sokar. Şöyle ki: Sözgelimi içki içen bir insan, içki içmesinden dolayı kâfir olmaz. Ama içki içmeyen birisi “içki haram değildir” dese küfre düşer. Çünkü içkinin haram oluşu ayetle sabittir. Kur’an’ın her hangi bir hükmünü kabul etmemek ise, insanı dinden çıkarır.Şeytan zorla bir şey yaptırabilir mi? Acaba şeytan insanlar üzerinde bir yaptırım gücüne sahip midir? Pek çok insan, şeytanın çok güçlü olduğunu zanneder. Hâlbuki Kur’an bunun böyle olmadığını şöyle haber verir:“Şüphesiz şeytanın hilesi çok zayıftır.” (Nisa Suresi, 76)Pek çok ayet de şeytanın insanlar üzerinde bir yaptırım gücü (sultanı) olmadığını bildirir. (Mesela, İbrahim, 22; Hicr, 42; Nahl, 99; İsra, 65; Sebe, 21)Bu durum, insanın sorumluluğu açısından son derece önemlidir. Eğer şeytan, böyle bir güce sahip olsaydı, o zaman insanlar “Ya Rabbi, sen bize şeytanı musallat ettin. O da bizim irademizi elimizden aldı. Bize bu günahları zorla yaptırdı...” şeklinde Allah’ın huzurunda özür beyan ederlerdi. Hâlbuki şeytanın yaptığı sadece vesvese vermekten, çirkinlikleri, günahları güzel göstermekten ibarettir. İnsan, ister bu vesveseye uyar, günahkâr olur; isterse uymaz, Allah katında derece kazanır.Şeytanın hilesi çok zayıf ve insanlar üzerinde bir yaptırım gücü olmamakla beraber, insanların şeytana takılıp kalmalarını nasıl anlamak gerekir?Örümceğin ağı zayıftır ama sinekler ona takılmaktan kurtulamazlar. Benzeri bir şekilde şeytanın da hileleri çok zayıf olmakla beraber nice insan onun hile ve tuzaklarına takılır kalır. Bu durum onun güç ve kuvvetinden değil, insanın cehalet, gaflet, iradesizlik gibi hallerinden kaynaklanmaktadır.