Siegen'de Cemre Düştü - Siz Bu Hakikatleri Neden Anlatmıyorsunuz?

Huseyni

Müdavim
SİEGEN'DE CEMRE DÜŞTÜ
sie.jpg

Almanya’nın Siegen Üniversitesi’nde okuyorum. Ve burada kısmen de olsa şahit olduklarımı, gördüklerimi ve yaşadıklarımı kaleme almak istedim.

Zira bu şehirde tanıştığımız, hemhâl olduğumuz ve birbirimize her mânâda yoldaşlık ettiğimiz, ciddî mânâda dünya ve ahiret kardesi olduğumuz Arap kardeşlerimiz ile uzun bir yolda inayet-i İlâhiye ile büyük mesafeler katettik. Üniversitede tanıştığım, Suriye’den, Libya’dan ve Yemen’den Almanya’ya okumak için gelen ve burada tesettürlü bir şekilde okuyan, hatta doçentlik yapan bu kardeşlerimizin hepsi büyük mücadele veriyorlar. Dininden zerre kadar taviz vermeyen ve başörtüsü ile üniversite kürsülerinde dinine bayraktarlık yapan, akademik yapısı güçlü bu dâvâ arkadaşlarımızı bu yazı ile bir nev'î tebrik etmek isterim. Çünkü birçoğu hedefine ulaşmak için, okumak için, cehalete boyun eğmemek için memleketinden yola çıkarak gurbet ellere geliyorlar.

Memleketinde eğitim hakkından mahrum bırakılan ve bu yüzden yurtdışına gelen veya eğitimini yurt dışında sürdürmek isteyen bu kahraman kardeşlerimiz aslında Bediüzzaman’ın “Şu istikbâl inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır” müjdesinin habercileridir. Aralarında teoloji bölümünden makina mühendisliğine kadar birçok alanda uzmanlaşmış bu akademisyen kardeşlerimiz ile uzun zamandır yaptığımız Risâle-i Nur dersleri ile nihayet cemre toprağa düştü. Ve Siegen’de hummalı bir Risâle-i Nur faaliyeti başladı. Sık sık biraraya geldiğimiz bu Arap kardeşlerimiz ile Nur’un derin ummanına dalıyoruz. Civardaki üniversitelerde okuyan kardeşlerimizi de dâvet ederek düzenli bir ders programı yapmayı hedefliyoruz.

Risâle-i Nurların kısa zaman zarfında Arap kardeşlerimiz üzerinde meydana getirdiği etki muhteşem. Aralarında günde 15-20 sayfa Risâle-i Nur okuyanlar var ve hatta yavaş yavaş görüşlerini Nur’un ışığında şekillendirmeye başlayanlar... Onlar mı bizden, yoksa biz mi onlardan öğreniyoruz bilemiyorum. Çünkü Suriyeli bir kardeşin, Risâle-i Nurlar ile tanıştığında bana haykırırcasına “Siz bu hakikatleri neden anlatmıyorsunuz? İnsanlık bu hakikatlere muhtaç. Siz bunları anlatmakla yükümlüsünüz” diyerek serzenişte bulunuşu beni günlerce düşündürdü. Gerçekten biz bu ulvî dâvânın neresindeydik? Ve biz bu dâvâ uğruna nelerimizi fedâ edebildik? Sokaktaki insandan herbirimizin mes’ul olduğunu düşünmek dehşetli bir mesuliyet duygusu. Biz bu duyguyu yüreğimizde taşıdık mı hiç? “Cemiyetin selâmeti için” ne yaptık?

Bütün bu soruları düşündükce aslında onların değil, bizim onlardan birçok şey öğrendiğimizi veya bildiğimiz fakat çok çabuk unuttuklarımızı hatırladım.

Aslında bu durum Risâle-i Nur’u okuyan ve Nurun birer hademesi olmaya gayret eden bizlerin ne büyük sorumluluklar taşıdığını gösteriyor. Bediüzzaman’ın görüşlerini, fikirlerini, dünyaya bakışını, bizzat kendi hayatımıza taşıdıktan sonra, elimizi “Nura muhtaçlara” uzatmamızın ne denli mühim olduğunu bir kez daha hatırladım bu sayede. Talebe-i ulûma dâhil olabilmek için Bediüzzaman’ın dâvâsını hakkıyla omuzluyor ve bu hakikatlere susamış kalplere derman olabiliyor muyuz acaba diye düşündüm. Şüphesiz vazifemiz büyük, dâvâmız âlî ve gırgır şamata ile ömrü heba etmeye zaman yok…

Risâle-i Nurlar ile tanışan bir başka Libyalı kardeşimiz ise “Bediüzzaman şüphesiz büyük bir âlim. Ve kıymeti iyi bilinmelidir” diye bir ifadede bulunurken, “Arap milleti olarak çeşitli yollardan geçtik. Fakat millet olarak gördükki, bizim felâhımız ancak ve ancak İslâm’dadır. Selâmete erişmek için İslâmiyete sımsıkı sarılmalıyız. Özümüze, kaynağımıza dönmeliyiz. Aksi takdirde yıkılmaya mahkûmuz. Buna tarih şahit. Aslında Bediüzzaman’ın da anlatmak istediği bu değil mi?” diye bir ifadede bulunurken çok önemli bir noktaya da parmak bastı. Yani bir başka ifade ile “Biz her ne kadar maddî bataryalar ile mücehhez olursak olalım, manevî bataryalarımız boş olduğu sürece yıkılmaya mahkûmuz” gerçeğini apaçık ortaya serdi.

Yine sohbetlerimizin birinde, Yemen’den master yapmak için Almanya’ya gelmiş bir başka kardeşimizin de bir ifadesi dikkatimi çekti: “Risâle-i Nur’u günde defaatla okumaya gayret ediyorum. Okurken müthiş bir haz alıyorum. Bediüzzaman büyük bir âlim. Ve onu bilmemek ve tanımamak da büyük kayıp...”

Arap kardeşlerimizin Risâle-i Nur okumaya başlaması ile artık üniversite mâbeyninde yavaş yavaş gelişen bu durum, istikbalde İnşaallah daha büyük hizmetlerin gelişmesine zemin hazırlayacak kanaatindeyim. Yeter ki biz vazifemizin şuurunda olalım… Duâlar…

ceziretl
05.06.2009
Elif-Yeniasya
 
Üst