Şiilerin inançları küfre götüren bidat mıdır?

İlim-irfan

Well-known member
Çeşitli meseleler1

Soru: "1. Kur'an-ı Kerim'deki şifa ayetleri diye bilinen 6 ayetin bu şekilde müstakil, şifa niyetiyle okunması kimin tavsiyesidir, asr-ı saadete ait bir uygulama mıdır?
2. Hatt sanatı çalışan hanımların adet halinde ayet yazmalarında bir sakınca var mıdır?

3. Şia hakkında Ehl-i Sünnetin duruşu ve tutumu nasıl olmalıdır, Şiilerin inançları küfre götüren bidat mıdır?

4. Seferde nafile kılmanın hükmü nedir?

5. Taaddüd-ü zevcat meselesine bir müslümanın bakışı ne olmalıdır? "


Cevap: 1. Öncelikle soruda değinilen ve "şifa ayetleri" olarak bilinen ayetlerin yerlerini zikredelim: 9/et-Tevbe, 14; 10/Yûnus, 57; 16/en-Nahl, 69; 17/el-İsrâ, 82; 26/eş-Şu'arâ, 80 ve 41/Fussılet, 44.

Tıp ilminin alanına giren sağlık, tedavi yolları vb. konular, günümüz Müslümanlarının ne ölçüde modernitenin etkisi altında bulunduğunu görmemizi sağlayan alanların başında gelmektedir. Mesele müstakil çalışma konusu teşkil edecek kadar önemli boyutlara sahip olmakla birlikte burada kısaca şunu söyleyebiliriz: Kur'an-ı Kerim'de "şifa ayeti" olarak bilinen ayetler vardır ve bunların muhtelif hastalıkların tedavisinde umulan neticeyi hasıl ettiği, asırlara dayalı tecrübelerle ortaya konulmuş bir hakikattir.

Kur'an'ın tamamı şifadır. Evet, batılı ve dalaleti açıklamak, hakkı ve hidayeti göstermek, insanda bu konuda mevcut bilgisizlik hastalığını ortadan kaldırmak anlamında Kur'an bir şifa kaynağıdır.

Bu umumî özellik dışında Kur'an -tabir yerindeyse- "özel anlamda" da şifa kaynağıdır. İnsanda iki türlü hastalık bulunur: Ruhanî hastalıklar ve cismanî hastalıklar.

Ruhanî hastalıklar da iki türlüdür:

A. Batıl ve asılsız itikadlar/inançlar. Özellikle ilahiyat, nübüvvet (peygamberlik), kader vb. hususlardaki fasit (bozuk) inançlar böyledir. Kur'an bütün bu hususlarda insanı doğru bilgiye ve inanca götüren deliller ihtiva eden bir hidayet ve şifa kaynağıdır.

B. Kötü ahlak. Kur'an, insanın bu konudaki eksikliklerini de gideren bir hususiyete sahiptir. Onda sadece nelerin ahlak-ı zemime kapsamında olduğu belirtilmekle kalmaz, aynı zamanda onlardan kurtulmanın yolları da gösterilir. A maddesi, Kur'an'ın itikadî arızalar konusundaki tedavi edici özelliğini vurgularken, B maddesi, itikad olarak sağlam bir yolda bulunmakla birlikte ameli ve ahlakı düzelmeye muhtaç olanlar için şifa verici ve tedavi edici özelliğinin altını çizmektedir.

Cismanî hastalıklar meselesine gelince -ki soruda esasen bu nokta söz konusu edilmektedir-, yukarıda da geçtiği gibi Kur'an okumanın pek çok cismanî (bedensel) hastalığa şifa olduğu bilinen ve tecrübe edilmiş bir husustur.

Esasen "Biz Kur'an'dan, mü'minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz
nokta.gif
."1 ayeti, Kur'an'ın mü'minler için bir şifa kaynağı olduğunu açık biçimde ifade etmektedir. "De ki: "O, iman edenler için hidayet ve şifadır"2 ayeti de bu gerçeği beyan buyurmaktadır. Bu ayetlerde Kur'an'ın "şifa verici" olduğunun ayrıca zikredilmiş bulunması elbette sebepsiz değildir.

"(Şu) iki şifa (kaynağından şifa bulma)ya bakın: Bal ve Kur'an"3 hadisi ve aynı doğrultudaki başka birçok rivayet, Kur'an'ın şifa verici hususiyetinden istifadeye teşvik etmektedir. Bu doğrultuda Kur'an ile şifa bulma, Selef'ten halefe tevarüs edilen bir uygulama olarak dikkat çekmektedir.

Devam edecek.

1 17/el-İsrâ, 82.

2 41/Fussılet, 44.

3 İbn Mâce, "Tıb", 7; el-Hâkim, el-Müstedrek, IV, 200. ez-Zevâid'de isnadının sahih, ravilerinin güvenilir olduğu söylenmiştir. ez-Zehebî de, el-Hâkim'in bu rivayetin sahih olduğu yolundaki hükmünü Telhîsu'l-Müstedrek'de onaylamıştır. Ancak el-Beyhakî, Şu'abu'l-Îmân'da, bu sözün İbn Mes'ûd'a ait olduğunu söyler. Öyle de olsa, Kur'an'ın "şifa verici" özelliğinin o büyük sahabî tarafından bedensel hastalıkların şifası bağlamında zikredilmiş olması önemlidir. Bunun Nebevî bir arka planının bulunduğu izahtan varestedir.



Ebubekir Sifil - Milli Gazete
15/11/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Çeşitli meseleler–2

Efendimiz (s.a.v) çeşitli hastalıkları Kur'an ayetleri ve dua ederek tedavi etmiş, Sahabe de O'ndan öğrenerek aynı şeyi yapmıştır. Bu konuyla ilgili olarak hadis kitaplarının ilgili bölümlerinde hayli rivayet mevcuttur. Bunlardan bir kaçını teberrüken zikretmiş olalım:
Cebrâil (a.s) bir keresinde Efendimiz (s.a.v)'e gelerek, "Ya Resulallah! Hasta mısın?" diye sordu. Efendimiz (s.a.v), "Evet" deyince Cebrail (a.s) şu duayı okudu: "Allah'ın adıyla, sana eza veren bütün hastalıklara karşı, bütün kötü nefis ve hasetçi gözlere karşı sana okuyorum. Allah sana şifa versin. Ben Allah'ın adıyla sana dua ediyorum."1
Efendimiz (s.a.v)'in, bir hastayı ziyarete gittiği veya kendisine bir hasta getirildiği zaman şöyle dua ettiği nakledilmiştir: "Ey insanların Rabbi! Acıyı gider, şifa ver. Sen Şâfi (şifa verici) sin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Sen'den, hiçbir hastalığı hariç tutmayan şifa istiyoruz."2
Dipnotta belirttiğim yerdeki el-Buhârî rivayetinde, Hz. Enes (r.a)'in, tedavi maksadıyla Efendimiz (s.a.v)'den öğrendiği bu duayı okuduğu belirtilmektedir.
Sahabe'den Osman b. Ebi'l-Âs şöyle nakletmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v)'e, Müslüman olduğum günden beri bedenimde çekmekte olduğum bir ağrımı söyledim. "Elini, bedeninde ağrıyan yerin üzerine koy ve şu duayı oku" buyurdu: "Bedenimde çekmekte olduğum şu hastalığın şerrinden Allah'ın izzet ve kudretine sığınıyorum."3
Bu rivayeti nakleden Osman b. Ebi'l-Âs (r.a) diyor ki: "Bunu birçok kere yaptım. Allah Teala (her seferinde) benden hastalığı giderdi. Bunu aile fertlerime ve başkalarına da söylemekten geri durmadım."
Ebû Sa'îd el-Hudrî (r.a) şöyle demiştir: "Biz, (Hz. Peygamber (s.a.v)'in emriyle çıktığımız) bir seferdeydik. Bir yerde konakladık. Yanımıza bir cariye gelip: "Obamızın efendisi Selim'i bir zehirli soktu. Onunla meşgul olacak erkekler de şu anda yoklar. Aranızda rukye yapan biri var mı?" dedi. Bunun üzerine bizden rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla gitti ve adama okudu. Adam iyileşti. Kendisine otuz koyun verdiler. Bize sütünden içirdi. Ona: "Sen rukye bilir miydin?" dedik. "Hayır, ben sadece Fatiha okuyarak rukye yaptım" dedi. Biz kendisine "Resulullah'a (s.a.v) sormadan (bu koyunlara) dokunma!" dedik. Medine'ye gelince, durumu O'na söyledik. Resulullah (s.a.v), (rukye yapan arkadaşımıza hitaben) "Fatiha'nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın" buyurdu."4
Efendimiz (s.a.v)'in, o sahabiye Fatiha'nın rukye olduğunu kendisine kimin haber verdiğini sorduktan sonra, yaptığının yanlış olduğuna dair herhangi birşey söylememesi, onun davranışını tasdik ettiğini gösterir. Koyunlardan kendisine bir pay ayrılmasını emir buyurması da bunu destekleyen bir diğer husustur.
Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe'nin Kur'an ayetleri ve duayla tedavi olması ve bunu tavsiye etmesi, esasen sağlık ve hastalık meselelerine bakışı meselesi, modernitenin karşı konulmaz raddeye gelmiş şartlandırmalarının etkisinden sıyrılabilenler için hayli çarpıcı gerçekler ihtiva eden bir alan. Peşin hükümlerden sıyrılabilenler için gerçekten "çarpıcı" uygulamalar var.
Konu, müstakil çalışma yapılacak kadar geniş. Hadis veya Tefsir sahasında özellikle doktora seviyesinde mutlaka ele alınmalıdır diye düşünüyorum.
Bir sonraki yazıda, okuyucu sorusunda yer alan diğer hususların cevabıyla devam edelim
1 Müslim, "Selâm", 40; et-Tirmizî, "Cenâiz", 4.
2 el-Buhârî, "Merdâ", 20; "Tıbb", 38; et-Tirmizî, "Da'avât", 122.
3 Müslim, "Selâm", 67; el-Muvatta, "Ayn", 9.
4 el-Buhari, "Tıbb", 39; Müslim, "Selâm", 66.

EbuBekir Sifil - Milli Gazete
22/11/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Çeşitli meseleler3

2. Hatt sanatı çalışan hanımların adet halinde ayet yazmalarında bir sakınca var mıdır?
Muhtasaru'l-Kudûrî şerhi el-Cevheretu'n-Neyyire'de, Kudûrî'nin, "Hayızlının ve cünübün Kur'an okuması caiz değildir" ifadesinin şerhi esnasında şöyle denir: "Cünübün Kur'an (ayetlerini) yazması caiz midir? Münyetu'l-Musallî'de, "Caiz olmaz" denmiştir. el-Hocendî'de şöyle zikredilmiştir: "Hayızlı veya cünüp kimse, üzerine ayeti yazacağı levhaya ve sayfaya eliyle dokunursa, böyle bir durumda o kimsenin Kur'an (ayeti) yazması mekruh olur. Eğer ayet yazacağı levha ve sayfayı yere koyar ve üzerine elini koymadan yazarsa bunda bir beis yoktur."1
Sedîduddîn el-Kaşgârî'nin, yukarıda adı geçen Münyetu'l-Musallî isimli eserine Gunyetu'l-Mütemellî adıyla yazdığı şerhte2 İbrahim el-Halebî, el-Münye sahibinin, "Aynı şekilde onlara (cünüp, hayızlı ve nifaslıya, E.S.) Kur'an (ayetleri) yazmaları da caiz değildir" sözünün şerhi esnasında şöyle der: "Çünkü bunda onların Kur'an'a dokunmaları söz konusudur ki, bu haramdır." (
nokta.gif
.)

Münyetu'l-Musallî sahibinin, "Kadıhan'a nisbet edilen el-Câmi'u's-Sağîr'de şöyle zikredilmiştir: "Üzerine ayet yazdığı sayfa veya levha yerde veya yastık (gibi bir şey) üzerinde bulunduğu takdirse cünübün oraya Kur'an (ayeti) yazmasında İmam Ebû Yusuf'a göre bir beis yoktur" sözünü şerh ederken de el-Halebî şunları söyler: "İmam Muhammed bu görüşe muhaliftir. Bu görüşün gerekçesi, bu fiilde "Kur'an'a dokunma" fiilinin bulunmamasıdır. Bu sebeple "mekruh olan, üzerine ayetin yazılı olduğu yere dokunmaktır, sayfadaki boş yerlere değil" denmiştir. Bunu İmam et-Timurtâşî zikretmiştir. Bu meselede tafsile gitmek gerekir: Eğer kişi, sayfayla eli arasına doğrudan teması engelleyen bir şey koyarak yazarsa, İmam Ebû Yusuf'un kavli esas alınır (cevaz hükmü verilir). Çünkü bu durumda kişi ne yazıya, ne de üzerine yazı yazılan şeye dokunmuş olmaktadır. Böyle olmazsa İmam Muhammed'in kavliyle amel edilir. Çünkü aksi durumda kişi, her ne kadar yazılan yazıya dokunmasa da, üzerine ayetin yazıldığı şeye dokunmuş olmaktadır
nokta.gif
."3

Burada İmam Muhammed'in ictihadına değinilmekte ise de, mesele net olarak ortaya konmamaktadır. Onun bu konudaki görüşü şudur: Hayızlı/nifaslı veya cünüp kişi ayet yazarken her ne kadar mushafa dokunmasa da, ayeti yazdığı kaleme dokunmaktadır. Dolayısıyla böyle kişinin ayet yazması mekruhtur.4
Hanefî mezhebindeki hüküm budur. Konu hakkında diğer mezheplerin görüşleri için o mezheplerin kaynaklarına vakıf mütehassıs kimselere müracaat edilmelidir.
Hat sanatı çalışan hayızlı/nifaslı bir hanımın ya da aynı işle iştigal eden cünüp kimsenin, meşk ettiği kâğıtlara dokunmaması ya da her zaman kâğıtla eli arasına mendil gibi bir şey koyması pek mümkün olmaz. Bu durumda iki seçenek bulunmaktadır:
1. Meşk ederken ayet yazmamak; bunun yerine Arapça darb-ı mesel, kelam-ı kibar cinsinden bir şeyler yazmayı tercih etmek. Bunun, Arapça güzel sözler ezberlenmesine de faydası olacaktır.
2. İlla ayet yazılacaksa, dört mezhepten, bu meseleye cevaz veren olup olmadığını araştırmak ve eğer cevaz veren varsa, bu hususta o mezhebi taklid etmek. Ancak bu ikinci yol, çok mecbur kalmadıkça tercih edilmemelidir. Zira sıklıkla bir mezhepten diğerine geçilirse, bunun bir süre sonra kişinin dindarlığında gevşemeye yol açmasından, fıkıh, mezhep, fetva konusunda laubaliliğe sebebiyet vermesinden endişe edilir.
Zira ruhsatların peşine düşmenin marifet sayıldığı günümüzde, "otorite" telakki edilen kimi insanların bile, deliline bakmadan, şazz mıdır, değil midir diye araştırmadan, herhangi bir alimden nakledilmiş bir görüş tesbit etmesi o doğrultuda fetva vermesi için yeterli olmaktadır!
1- el-Cevheretu'n-Neyyire, I, 35.
2- Halebî Kebîr olarak da bilinir.
3- el-Halebî, Gunyetu'l-Mütemellî, 58.
4- el-Mevsû'atu'l-Fıkhiyye, XXXVIII, 8.

Ebubekir Sifil - Milli Gazete
06/12/2009
 

İlim-irfan

Well-known member
Çeşitli meseleler 4

3. Şia hakkında Ehl-i Sünnet'in duruşu ve tutumu nasıl olmalıdır, Şiilerin inançları küfre götüren bid'at mıdır?
Bu soruya daha önce muhtelif vesilelerle cevap vermiştim. (1) Burada özet olarak şunları söyleyebiliriz: İnsanı küfre düşüren haller ve sözler vardır. Kendisinden bu hal ve sözlerden biri -herhangi bir baskı söz konusu olmaksızın, bilerek, isteyerek, iradî ve ihtiyarî olarak- sadır olan kimse küfre girer. Burada onun hangi itikadî mezhebe mensup olduğuna bakılmaz.
Söz gelimi bir kimse Kur'an'a hakaret etse, içindeki emir ve nehiylerin bağlayıcı olmadığını söylese, Hz. Peygamber (s.a.v)'e saygısızlık etse yahut Sünnet'in bağlayıcı olmadığını söylese kâfir olur.
Bu cümleden olarak Kur'an ve Sünnet ahkâmının "tarihsel" olduğunu, yani sadece nazil ve varit olduğu dönemin insanlarını bağlayacağını, o tarih ve coğrafya dışındaki insanlar için bağlayıcılığının bulunmadığını söylemek küfürdür. Hatırlayalım, Hz. Ebû Bekr (r.a) dönemindeki "ridde olayları"nda Sahabe, sadece yalancı peygamberlere iman edenlerle değil, aynı zamanda -dinin diğer bütün ahkâmını kabul etmekle birlikte, sadece- zekâtın Efendimiz (s.a.v)'in şahsına tevdi edilmesi gereken bir ibadet olduğunu, O vefat ettikten sonra zekât mükellefiyetinin düşeceğini söyleyen bir grupla da savaştı
nokta.gif
. (2)

Bu meselede doğru düşünme biçimi şudur: Bir fırkayı toptan tekfir etmek veya kendisini o fırkaya nisbet edenleri toptan aklamak yerine, kişi(ler)den sadır olan hal, söz ve fiillerin hükmünü tesbit etmek gerekir. Bunlar kimden iradî ve ihtiyarî olarak sadır olursa o kimse dinden çıkar.
"Filanca fırka kâfir midir?" şeklindeki soru, tartışma konusu kabul/red, söz ve fiillerin genellikle o fırka mensuplarından sadır olması sebebiyle yaygınlık kazanmıştır. Ancak yanlış genellemelere yol açacak biçimde formüle edildiği için yanlış sonuçlara götürme ihtimali vardır. Bu noktaya azami dikkat göstermek gerekir.
Şia özelinde meselemize gelecek olursak, öncelikle Şia'nın tamamının aynı kefede değerlendirilmesinin doğru olmadığını söyleyelim. Mesela Zeydiyye de kategorik olarak Şia içinde değerlendirildiği halde, bu fırka ile Ehl-i Sünnet arasında büyük ölçüde mutabakat mevcuttur.
Ancak Şia içinde öyle gruplar da vardır ki, dinden çıktığında diğer şii fırkaların dahi Ehl-i Sünnet'le ittifakı söz konusudur. Söz gelimi Gurabiyye, (3) Batıniyye (4) vb. fırkalar böyledir.
Yine Şia içinde Efendimiz (s.a.v)'den sonra Sahabe'nin -birkaç kişi dışında- tamamının irtidat edip dinde çıktığını söyleyenler vardır.
Bu iddia, Din'in özüne doğrudan taalluk ettiği, yani Sahabe'ye yönelik gibi göründüğü halde aslında doğrudan Din'in özüne dokunduğu için sahibini küfre sokar. Zira bu Din bize Sahabe kanalıyla intikal etmiştir. Kur'an'ı ve Sünnet'i bize onlar aktarmıştır. Onların güvenilirliği noktasında ortaya atılan en küçük şüphe, onlar kanalıyla intikal etmiş Kur'an, Sünnet, itikad, ahkâm ve sair hususların güvenilirliği ve sıhhati meselesini gündeme sokar. Dolayısıyla bu meseleyi hafife alma gafletine düşmemek gerekir. (5)
Konunun tafsilatı için Kelam ve Fırak kitaplarına başvurulmalıdır.
Devam edecek.
1) Bkz. Sana Din'den Sorarlar, I, 245 vd.
2) Kişinin hangi hallerde dinden çıkacağı konusunda da bu köşede daha önce birçok yazı yazmıştım. Detaylı bilgi için o yazılar dikkatle okunmalıdır. Bkz. A.g.e., I, 224 vd.
3) Efendimiz (s.a.v)'le Hz. Ali (r.a)'ın, iki karga kadar birbirlerine benzediğini, bu sebeple Cebrail (a.s)'ın esasen Hz. Ali (r.a)'a vahiy getirecekken, bu benzerlik sebebiyle yanlışlıkla Efendimiz (s.a.v)'e getirdiğini söyleyen fırka.
4) Dinî emir ve hükümlerin zahirinin değil, iç anlamlarının (batın) esas olduğunu, bu iç anlamlara da yalnızca kendilerinin erişebileceğini söyleyen fırka.
5) Bu nokta hakkında doyurucu bilgi için bkz. Takiyyüddîn es-Sübkî, Fetâva's-Sübkî, II, 563 vd.

Dr.Ebubekir Sifil - Milli Gazete
13/12/2009
 
Üst