Kur’an-ı Kerim’in Ümmü’l-Kitab’ı olan Fatiha Suresi’nde Yüce Yaratıcı(c.c.) bize bir dua öğretmektedir. Bu dua insanoğlunun, hayatın çapraşık, sonu gelmez yollarına karşılık, Sırat-ı müstakime doğru sevk ettirmesi için Allah’a nasıl dua edeceğini göstermektedir: “Ya Rabbi! Bizi Sırat-ı Müstakim’e ilet, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna, gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil’’. Bu muazzam dua kul olmanın, gereğini yerine getirmenin çabası dahilinde, Allah’ı mevla ve vekil kılmayı bizlere öğretmektedir. Yüce Allah kullukla sırat-ı müstakime ulaşılacağını şu ayetle beyan etmektedir: “Bana kulluk edin, doğru yol budur.’’ (Yasin, 61) Kulluk, Allah’ı tanıma, O’ nun hayata karışan yegane güç olduğunu haykırma, durum ve şartlar ne olursa olsun, Allah’a karşı sorumluluğun yerine getirilmesi için mücadele ve mücahede etme ve bu şuurla hayata anlam yüklemedir. Kulluk “Eşhedü’’ ile başlayan, ibadet, taat ve kullukla olgunlaşılan bir süreçtir. Kul olabilmek için Allah’a sımsıkı sarılmak gerekiyor ki, bu sımsıkı sarılış, işte Kur’an’ın ilk suresinde yer alan her müminin üzerinde olması gereken sırat-ı müstakime ulaştırıyor. “Allah’ın ayetleri önünüzde okunuyorken ve Resulü de içinizde bulunuyorken sizler küfre nasıl dönersiniz ki? Halbuki her kim Allah’a sımsıkı tutunursa muhakkak o, doğru yola çıkarmıştır.’’ (Ali İmran, 101)
Hayat bir kısa yolculuk. Bu yolculuk nasıl olacak, bunu tayin eden, kişinin kendi hür iradesinden başka bir şey değildir. Bu yolculuğu Allah’a doğru yol almanın bir aracı olarak kabul etmek, mümince bir hayata atılan ilk adım olacaktır. Allah bu imtihan dünyasını yaratırken, kişinin önüne iki seçenek koymuştur. Kim Allah’a kul olma yolunu seçerse, onun ecrini dünya ve ahirette alacaktır, kim de dünya hayatının ebedi olduğu düşüncesiyle hareket ederek, seküler bir hayatın yegane hayat olduğuna kani olur, o belki dünyayı debdebe ve gösteriş dolu yaşayacaktır, ama ahiret onun için hüsran olacaktır. “Kim ahiret ekinini isterse, biz ona kendi ekiminde artırmalar yaparız, kimde dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz, ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.’’ (Şûra, 20)
Allah’ın sıratı müstakiminde seyretmek için şeytanla mücadele içerisinde olmak gerekiyor. Çünkü şeytan insanların yaratılış zafiyetlerini çok iyi bilmektedir. Zaten bunun için sırat-ı müstakim üzerinde oturacağını söylemiştir, Allah’a. “İblis dedi ki: Beni azdırmana karşılık yemin ederim ki ben de onları saptırmak için mutlaka senin sırat-ı müstakimine pusu kurup oturacağım.’’ (A’raf, 16) O zaman sırat-ı müstakim yolcusunun önüne çıkacak engellemelere karşı mücadele edeceği silahları olmalıdır. Bunlar da Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Kişi Kur’an’a yârân olursa, onu yanından ayırmazsa, bütün fiil ve hareketlerinde onun için bir mihenk olursa, sırat-ı müstakim, onun için kolay yürünecek bir yol haline gelir. “İşte size Allah’tan bir nur parlak bir kitap geldi. Allah bununla rızası ardınca gideni selamet yollarına ulaştırır. Ve izniyle onların zulmetlerden nura çıkarıp sıratı müstakime sevk eder.’’ (Maide, 6)
Kur’an-ı Kerim öyle bir kitap ki, hayatı kendi anlamı içerisinde nasıl yaşanacağının formüllerini kul olmaya çalışan insanlara öğreten, kişinin şeytanla mücadelesine karşı amansız yardımcı olan yegane ilâhî düsturlar manzûmesi. Böyle çok yönlü bir kitap, sırat-ı müstakim yolcusunun, sırat-ı müstakim üzerinde karşılaşacağı engelleri çözmek için başvurulacak ilahi bir dayanak olarak yanı başında durmaktadır. Çünkü sırat-ı müstakimde olmak, vahye, Kur’an’a tutunmak demektir. “Sen sana vahyolunana tutun. Muhakkak sen doğru bir yol üzerindesin’’ (Zuhruf, 43) Kişinin şeytanla mücadelesinde sığınacağı ikinci büyük sığınak ise, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve O’nun tebliğidir. Bu tebliğ, sırat-ı müstakim de sebat etmek için, bir müminin neler yaptığına, nasıl sırat-ı müstakim yolcusu olduğuna dair örnekleri sunmaktadır. Sırat-ı müstakim yolcusu, hayatın hangi merhalesinde, hangi durumlarda, nasıl hareket etmeli, bu yolcunun göz açıp kapayıncaya kadar geçecek olan hayatının “mü’mince’’ olmasının Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şahsında şekillenmesinin örneklerini bize bu Peygamber tebliği açıklamaktadır.
Sırat-ı müstakimde ilerleyen bir kul, nasıl olmalı, Efendimiz bizzat yaşayarak göstermiştir. Bu uygulamaların birini ihmal etmek, sırat-ı müstakim üzerinde duran şeytan’ın kahkahalarla gülmesine, başarılı oldum demesine sebebiyet verecek, sırat-ı müstakim üzerinde düşüp kalkmalar olacaktır. Adı üstünde “dosdoğru yol’’ demek olan sırat-ı müstakim, kendi üzerinde yürüyeceklerin de dosdoğru olmalarını istemektedir. Nasıl ben doğru isem, benim üzerimde yürüyecek olan kimse de bana yaraşır seviyede olmalı demek, onun hakkı ve varoluşunun yegane gayesi olsa gerek. Sırat-ı müstakim kendi üzerinde dimdik yürüyenlerin yoludur. Aksi takdirde Kur’an’ın tabiriyle “yüzüstü yürüyenler’’ sadece kendilerinin sırat-ı müstakim’de oldukları zannında olacaklardır. “Şimdi yüzüstü yürüyen mi doğru yoldadır, yoksa dosdoğru bir yolda dimdik giden mi?’’ (Mülk, 22) Hz. Peygamber (s.a.v) de Allah’ın sınırlarını koruyan kimsenin, Allah’ın gösterdiği istikamette yaşayanın sırat-ı müstakim üzerinde olduğunu, bu yolu benimseyen kimsenin Allah’ın gösterdiği yoldan sapmayacağını şu hadis-i şerif ile gözler önüne sermektedir: “Allah doğru yola dair bir misal verdi. Yolun iki kenarında iki duvar bu duvarların açık kapıları ve bu kapılar üzerinde örtüler vardır. Bir çağrıcı yolun başında ve bir çağrıcı da onun üstünde şöyle çağırırlar: Allah selamet evine davet ve dileyeni doğru yola hidayet eder. Yolun iki kenarı üzerindeki kapılar Allah’ın hudududur. Bir kimse örtüyü açmadan Allah’ın yasaklarına düşmez. Onun üstünden çağıran kişi, Rabbinin vaızıdır.(vicdandır).’’ (Tirmizi, Kitab’ul-Emsal, 1)
Hayat bir oyun ve eğlence haline gelip, insanoğlunu oyaladığı müddetçe, sırat-ı müstakim işi zorlaşacaktır. “Dünyada garip bir yolcu gibi ol’’ düsturu, asıl önemli olanın, Allah’ın gösterdiği doğrultuda ilerleme olduğunu bizlere ikaz etmektedir. Bu ikazı önemsemek veya önemsememek insanoğlunun kendi elindedir. Önemsemek, yolu doğrultmak, kale almamak ise, tersine gitmek olacaktır. Bugün dünya üzerinde yaşayan insanlar, yolu doğrultmamanın sıkıntısını çekmektedirler. İnsanlık bugün için bir çıkmaz içerisindeyse, buhran hayatın her tarafını kuşatmışsa, kendi çıkarı için bir başkasının hayatı hiç önemli değilse, yanlış yollara sapmasının, yolunu doğrultmamasının neticesidir.
Aslında tüm insanlığa şu kutsal çağrıyı yapıp onlara yollarını düzeltmeleri çağrısında bulunmak gerekiyor: “Şüphe yok ki Allah benim de rabbim sizin de rabbinizdir. Onun için hep ona ibadet edin, işte bu sırat-ı müstakimdir.’’ (Ali imran, 51) Sıratımız öbür dünyada kolay ve serin olacaksa, bugün sırat-ı müstakimden ayrılmamak için gayreti elden bırakmamak elzemdir. Bu da ancak ve ancak kulluk ve özü sözü bir mü’min olmakla , gönül zikir, amel zikir olursa ve Allah’ı veli ve vekil, Resulünü yoldaş edinmekle olur. Hayat bize verilmiş bir emanettir, o emanete riayet etmek, kullukla olur, kulluk ise sırat-ı müstakimin bizzat kendisidir. “De ki Rabbim beni gerçekten dosdoğru bir yola (sırat-ı müstakime) doğru bir dine ,sadece hakka yönelmiş tevhid dini olan İbrahim’in dinine hidayet buyurdu ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı.’’ (Enam, 161)
Kaynak: ALTINOLUK dergisi, 01/2005
Hayat bir kısa yolculuk. Bu yolculuk nasıl olacak, bunu tayin eden, kişinin kendi hür iradesinden başka bir şey değildir. Bu yolculuğu Allah’a doğru yol almanın bir aracı olarak kabul etmek, mümince bir hayata atılan ilk adım olacaktır. Allah bu imtihan dünyasını yaratırken, kişinin önüne iki seçenek koymuştur. Kim Allah’a kul olma yolunu seçerse, onun ecrini dünya ve ahirette alacaktır, kim de dünya hayatının ebedi olduğu düşüncesiyle hareket ederek, seküler bir hayatın yegane hayat olduğuna kani olur, o belki dünyayı debdebe ve gösteriş dolu yaşayacaktır, ama ahiret onun için hüsran olacaktır. “Kim ahiret ekinini isterse, biz ona kendi ekiminde artırmalar yaparız, kimde dünya ekinini isterse, ona da ondan veririz, ancak onun ahirette bir nasibi yoktur.’’ (Şûra, 20)
Allah’ın sıratı müstakiminde seyretmek için şeytanla mücadele içerisinde olmak gerekiyor. Çünkü şeytan insanların yaratılış zafiyetlerini çok iyi bilmektedir. Zaten bunun için sırat-ı müstakim üzerinde oturacağını söylemiştir, Allah’a. “İblis dedi ki: Beni azdırmana karşılık yemin ederim ki ben de onları saptırmak için mutlaka senin sırat-ı müstakimine pusu kurup oturacağım.’’ (A’raf, 16) O zaman sırat-ı müstakim yolcusunun önüne çıkacak engellemelere karşı mücadele edeceği silahları olmalıdır. Bunlar da Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Kişi Kur’an’a yârân olursa, onu yanından ayırmazsa, bütün fiil ve hareketlerinde onun için bir mihenk olursa, sırat-ı müstakim, onun için kolay yürünecek bir yol haline gelir. “İşte size Allah’tan bir nur parlak bir kitap geldi. Allah bununla rızası ardınca gideni selamet yollarına ulaştırır. Ve izniyle onların zulmetlerden nura çıkarıp sıratı müstakime sevk eder.’’ (Maide, 6)
Kur’an-ı Kerim öyle bir kitap ki, hayatı kendi anlamı içerisinde nasıl yaşanacağının formüllerini kul olmaya çalışan insanlara öğreten, kişinin şeytanla mücadelesine karşı amansız yardımcı olan yegane ilâhî düsturlar manzûmesi. Böyle çok yönlü bir kitap, sırat-ı müstakim yolcusunun, sırat-ı müstakim üzerinde karşılaşacağı engelleri çözmek için başvurulacak ilahi bir dayanak olarak yanı başında durmaktadır. Çünkü sırat-ı müstakimde olmak, vahye, Kur’an’a tutunmak demektir. “Sen sana vahyolunana tutun. Muhakkak sen doğru bir yol üzerindesin’’ (Zuhruf, 43) Kişinin şeytanla mücadelesinde sığınacağı ikinci büyük sığınak ise, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve O’nun tebliğidir. Bu tebliğ, sırat-ı müstakim de sebat etmek için, bir müminin neler yaptığına, nasıl sırat-ı müstakim yolcusu olduğuna dair örnekleri sunmaktadır. Sırat-ı müstakim yolcusu, hayatın hangi merhalesinde, hangi durumlarda, nasıl hareket etmeli, bu yolcunun göz açıp kapayıncaya kadar geçecek olan hayatının “mü’mince’’ olmasının Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şahsında şekillenmesinin örneklerini bize bu Peygamber tebliği açıklamaktadır.
Sırat-ı müstakimde ilerleyen bir kul, nasıl olmalı, Efendimiz bizzat yaşayarak göstermiştir. Bu uygulamaların birini ihmal etmek, sırat-ı müstakim üzerinde duran şeytan’ın kahkahalarla gülmesine, başarılı oldum demesine sebebiyet verecek, sırat-ı müstakim üzerinde düşüp kalkmalar olacaktır. Adı üstünde “dosdoğru yol’’ demek olan sırat-ı müstakim, kendi üzerinde yürüyeceklerin de dosdoğru olmalarını istemektedir. Nasıl ben doğru isem, benim üzerimde yürüyecek olan kimse de bana yaraşır seviyede olmalı demek, onun hakkı ve varoluşunun yegane gayesi olsa gerek. Sırat-ı müstakim kendi üzerinde dimdik yürüyenlerin yoludur. Aksi takdirde Kur’an’ın tabiriyle “yüzüstü yürüyenler’’ sadece kendilerinin sırat-ı müstakim’de oldukları zannında olacaklardır. “Şimdi yüzüstü yürüyen mi doğru yoldadır, yoksa dosdoğru bir yolda dimdik giden mi?’’ (Mülk, 22) Hz. Peygamber (s.a.v) de Allah’ın sınırlarını koruyan kimsenin, Allah’ın gösterdiği istikamette yaşayanın sırat-ı müstakim üzerinde olduğunu, bu yolu benimseyen kimsenin Allah’ın gösterdiği yoldan sapmayacağını şu hadis-i şerif ile gözler önüne sermektedir: “Allah doğru yola dair bir misal verdi. Yolun iki kenarında iki duvar bu duvarların açık kapıları ve bu kapılar üzerinde örtüler vardır. Bir çağrıcı yolun başında ve bir çağrıcı da onun üstünde şöyle çağırırlar: Allah selamet evine davet ve dileyeni doğru yola hidayet eder. Yolun iki kenarı üzerindeki kapılar Allah’ın hudududur. Bir kimse örtüyü açmadan Allah’ın yasaklarına düşmez. Onun üstünden çağıran kişi, Rabbinin vaızıdır.(vicdandır).’’ (Tirmizi, Kitab’ul-Emsal, 1)
Hayat bir oyun ve eğlence haline gelip, insanoğlunu oyaladığı müddetçe, sırat-ı müstakim işi zorlaşacaktır. “Dünyada garip bir yolcu gibi ol’’ düsturu, asıl önemli olanın, Allah’ın gösterdiği doğrultuda ilerleme olduğunu bizlere ikaz etmektedir. Bu ikazı önemsemek veya önemsememek insanoğlunun kendi elindedir. Önemsemek, yolu doğrultmak, kale almamak ise, tersine gitmek olacaktır. Bugün dünya üzerinde yaşayan insanlar, yolu doğrultmamanın sıkıntısını çekmektedirler. İnsanlık bugün için bir çıkmaz içerisindeyse, buhran hayatın her tarafını kuşatmışsa, kendi çıkarı için bir başkasının hayatı hiç önemli değilse, yanlış yollara sapmasının, yolunu doğrultmamasının neticesidir.
Aslında tüm insanlığa şu kutsal çağrıyı yapıp onlara yollarını düzeltmeleri çağrısında bulunmak gerekiyor: “Şüphe yok ki Allah benim de rabbim sizin de rabbinizdir. Onun için hep ona ibadet edin, işte bu sırat-ı müstakimdir.’’ (Ali imran, 51) Sıratımız öbür dünyada kolay ve serin olacaksa, bugün sırat-ı müstakimden ayrılmamak için gayreti elden bırakmamak elzemdir. Bu da ancak ve ancak kulluk ve özü sözü bir mü’min olmakla , gönül zikir, amel zikir olursa ve Allah’ı veli ve vekil, Resulünü yoldaş edinmekle olur. Hayat bize verilmiş bir emanettir, o emanete riayet etmek, kullukla olur, kulluk ise sırat-ı müstakimin bizzat kendisidir. “De ki Rabbim beni gerçekten dosdoğru bir yola (sırat-ı müstakime) doğru bir dine ,sadece hakka yönelmiş tevhid dini olan İbrahim’in dinine hidayet buyurdu ki, o hiçbir zaman müşriklerden olmadı.’’ (Enam, 161)
Kaynak: ALTINOLUK dergisi, 01/2005