Siyasilerin Risâle-i Nur`la alâkadarlığı

FaKiR

Meþveret Bþk.
Bediüzzaman Hazretlerinin vefatından evvel olduğu gibi, vefatından sonra da siyasilerin Risâle–i Nur`la olan alâkadarlığı devam etmiştir.



Bu açıdan bakıldığında, son beş–on yıllık kesinti yahut tevakkuf hali, bir hayli düşündürücüdür, elbette.

Ancak, şunun bilinmesi lâzımdır ki, özellikle 1965`ten 1995`lere kadar süren otuz yıllık süreç içinde, Said Nursî, eserleri olan Risâle–i Nurlar ve Nur Talebeleri daima siyasilerin ilgisini çekmiş, lehte yahut aleyhte onları bir şekilde meşgul etmiştir.

* * *

1965 yılı (10 Ekim) genel seçimlerinde partisi hezimete uğrayan CHP`nin Millî Şefi İsmet Paşa bu mağlubiyetinin faturasını Nurculara keser, bir yandan da "Beni onlar yıktı" diyerek, her fırsatta bu dâvânın mensuplarına yüklenmeye ve sataşmaya çalışır.

İşte, o günlerde İsmet Paşanın başlatmış olduğu bir tartışma (daha doğrusu sataşma), gazetelerin birinci sayfasından toplumun gündemine yansıyordu.

Daha çok Ulus ve Cumhuriyet gazetelerinde geniş yer verilen İsmet Paşanın konuşmaları o derece zıvanadan çıkıyor ki, artık dönüp sahibini tekzip edecek, hatta bunak durumuna düşürecek bir mahiyete bürünüyor.

Meselâ, şunları söylüyor İsmet Paşa (Parantez içindeki ifadeler bize ait):


1) "Said Nursî, okuma–yazma bilmeyen bir cahildi... Volkan gazetesinde yazdığı yazılarla 31 Mart’ı körüklemiştir."

(Bir kimse nasıl hem cahil olur, hem de yazdığı yazılarla kitleleri harekete geçirir? Kaldı ki, Said Nursî, o tarihte kurulan mahkemede suçsuz bulunmuş ve beraat etmiştir.)


2) "AP Başkanı Demirel, Said Nursî’nin halifesidir. Değilse, çıkıp açıkça ‘Ben halife değilim desin.’"


(Manşetten duyurulan bu çıkışa, Demirel şu karşılığı verir: "Paşamız hayli yaşlanmış ve anlaşılan bunamıştır. Zırvalayıp duruyor." 1966`da yaşanmış olan bu hadiseyi, 1985`te Demirel`in Tuzla`daki evinde bizzat kendisinden de dinledik.)

* * *

Demokrat Parti misyonunu devam ettiren AP Genel Başkanı Demirel, 1976`da Aydınlar Ocağında vermiş olduğu bir konferansta, Risâle–i Nur`u takdirle yâdediyor ve bu eserlerin yasaklanamayacağını söylüyordu.

Aynı Demirel, 1990`da Kocatepe Camiinde ilk kez tertiplenen "Bediüzzaman Mevlidi" vesilesiyle gönderdiği kutlama telgrafında, Üstad Bediüzzaman`ın büyük bir İslâm âlimi olduğunu ifade ediyor ve onu bu sözlerinden dolayı muaheze edenlere de "O zât için `Büyük İslâm âlimi değildir` diyenlerin alnını karışlarım" diye meydan okuyordu. (1991`de, İstanbul Marmara Grubunda verdiği konferansta da aynı savunmayı yaptığını biliyoruz.)


Tıpkı rahmetli Menderes gibi Demirel`in de 1990`lı yıllarda Said Nursî`ye sahip çıktığı, pekçok kimseye Risâle–i Nur`u tavsiye etiği bir Türkiye`de, ne yazık ki son on yıldır siyaset âleminde âdeta bir tevakkuf hali yaşanıyor.


Önceki Meclislere kıyasen, en fazla dindarların bulunduğuna kanaat getirdiğimiz bugünkü Meclis üyeleri arasından bir tek mebusun çıkıp da, ülkenin huzur, güven, asayiş ve kardeşlik gibi en mühim, en hayatî konularında Üstad Bediüzzaman`ı hiç hatırlamaması, her biri başlıbaşına birer reçete olan eserlerinden hiç söz etmemesi, bize bir hayli düşündürücü geldiği için, birkaç gündür bu konuları sizlerle yeniden paylaşmaya çalıştık.

Ne diyelim; Allah baştaki başlara akıl, iz`an, feraset, yüreklerine de cesaret versin.




2007-11-05 Yeni Asya
 
Üst