Son peygamber'in mucizeleri

sarýklý genç

Active member
SON PEYGAMBER'İN MUCİZELERİ
M.Sadık Hamidi-Elif Eryarsoy Aydın
KUR'AN-I KERİM

Lafız ve manasındaki yüksek belagat

Kur'an şiir olmadığı gibi, nesir de, baştan sona kadar kafiyeli seci' de değildir. O başlı başına eşine rastlanmayan ilahî bir metindir. Bu sebeple Araplar emsalini görmedikleri için onun karşısında aciz kalmışlar, aciz kalınca da Kur'an'ın sihir olduğunu iddia etmekten başka bir yol bulamamışlardır.
Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar, Kur'an'ın nazmı ve manası karşısında aciz ve hayran kalmışlar, tek bir âyetin dahi benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belagati insan sözüne benzemez. Tek kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki o mükemmelliğe ulaşılamaz.
Kur'an'ın icazının iki unsuru vardır, ikisi de vahye dayanır: nazmı ve manası.
Kur'an'ın mucize oluşunun en açık delili yüce belagatidir. Allah bu ilahî kitabında bütün zaman ve mekânları kuşatacak bir şekilde beyan ve fesahat erbabına meydan okumuş, hiç kimse bir cümlesinin benzerini söyleyememiştir. Deneyenler olmuşsa da hepsi aciz kalmıştır. Bu güne kadar aksi isbat edilmediği için bundan sonra olması da mümkün değildir.
(Bu hususta meydan okuyan ayetler (el-Bakara,23-24; el-İsra,88; Hud,13-14; Yunus, 38)
Meydan okumanın Arapçayı en güzel bir şekilde kullananlara yöneltilmesi dikkat çekicidir.
Hz. Muhammed (sav) ümmi idi
Hiç kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiç bir şey yazmamıştı. Buna rağmen ondan önce gelmiş peygamberlerin kıssaları, daha önceki ümmet ve kavimlere dair olayların gerçek olarak Kur'an'da anlatılması bir mucizeden başka bir şey değildi.
Kureyşliler onun okur-yazar olmadığını biliyorlardı. Daha önceki kavim ve peygamberlere dair tarihi olaylar kıssa ve vak'aları nereden öğrendi? Bu ancak ilahi vahyin ta kendisi idi.
"Ey Muhammed! (Bu Kur'an sana indirilmeden önce) Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve sağ elinle de onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı bâtıla uyanlar şüpheye düşerlerdi." (Ankebut ,48 )
Geçmiş Peygamber ve ümmetlere dair olayları anlatmakla yetinmemiş gelecekte olacak bir çok hususu da haber vermiştir
Bu olaylardan en önemlisi; Ateşe tapan Perslerin mağlup ettikleri Rumlar karşısında çok kısa zamanda mağlup olacaklarını ve Rum Devleti'nin galip geleceğini haber vermesidir ki, o gün için bu haberin çok uzak bir ihtimal olduğu söylenmiştir. Ama Allah'ın (cc) Kur'an'da haber verdiği gibi olmuş, on sene geçmeden Rumlar Persleri mağlup etmiştir:
"Elif. Lâm. Mîm. Rumlar, yenildi. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın bir yerde onlar, Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir." (Rum, 1-5)
Allah Peygamberine Mekke'yi fethedeceğini müjdelemiştir
Rivayet edildiğine göre, Peygamber, Hudeybiye'ye çıkmadan önce rüyasında kendisinin ve ashabının emniyet içinde başlarını tıraş ederek Mekke'ye girdiklerini görmüş, bunu ashabına haber vermişti. Onlar da çok sevinmişlerdi. Nihayet sefere çıkıp, Hudeybiye'de alıkonulup döndükleri zaman bu durum onları çok üzmüştü. Bazı münafıklar da üstü kapalı konuşmalara başlamışlardı. Bunun üzerine fethin müyesser olacağı bildirilerek, bir sene önceki fetih (Hayber fethi) hatırlatılmıştır.
"Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi." (el-Feth, 27)
Arapların bilmediği bir çok dini inanç, amel ve ahlâki hususları Kur'an beyan etmişti
Araplar tevhid akidesi, meleklere, gayba, kıyamet ve hesap gününe, amellerin karşılığı olan Cennet ve Cehenneme iman etmenin gerektiğini bilmedikleri gibi, teşri ile ilgili hükümleri, helal ve haramı, insanın saadetini temin eden ahlâki kuralları, kardeşlik ve yardımlaşma ruhunu, birr ve takvayı, aile ve insanlara karşı görevleri de bilmiyorlardı. İnsan hayatı için çok önemli olan bu kuralları anlatan âyet-i kerimeleri Hz. Peygamber insanlara okuyarak tebliğ ediyordu. Kendisi Ümmi idi. Hukuk, sosyoloji, psikoloji tahsil etmediği gibi, felsefe, ahlak ve gayba dair de bir şeyin eğitimini almamıştı. O halde bu İlahi hazineden kendisine vahyedilen nübüvvetten başka bir şey değildi.

Kur'an'ın bir çok âyetinde ilmî hakikatler açık olarak ifade edilmiştir.
Kainat, gök, yer, yıldızlar, gezegenler, gece ve gündüzün oluşumu, insan yaratılışı ile ilgili cismanî, aklî ve ruhî safhalar, nebat, hayvan ve böceklerle ilgili beyan ve açıklamalarla, bulutlar yağmur, fırtınalar, dağlar, ağaçlar nehirler, denizler gibi kainatta mevcut olan her şeyin tafsilatlı açık ve net olarak anlatılması asrımızın ilim adamlarını dahi hayrette bırakmıştır. Kur'an nazil olduğunda insanoğlu bunları bilmediği gibi, uzun zaman da anlayamamıştır. Ancak bu asrımızda ilmin çok gelişmesiyle Kur'an'ın ifade ettiği bu hakikatler anlaşılmıştır.
Kur'an'ın nüzulundan bu güne kadar on dört asır geçmesine rağmen ne naslarında ve ne de mana ve kast ettiği hususlarda hiçbir tenakuz, kusur ve bozulma görülmemiştir.
Kur'an hem ifade bakımından, hem mana ve hüküm bakımından bir bütünlük arz etmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz. Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Kur'an'ın ifade ve üslubu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği mana, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden ebediyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük, sıhhat ve uyum arz etmektedir. Yalnızca bunları düşünmek ve tesbit etmek bile, Kur'an'ın insan eseri olmadığını, Allah'tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.
"Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı." (en-Nisa 82)
Kur'an'ın pek çok olan icaz yönleri, genel olarak şu iki kısımda toplanarak özetlenebilir:
1- Bütün insanları hedef alan i'câzı: Kur'an'ın o zamana kadar duyulmayan, adı sanı bilinmeyen gaybî hakikatlerden haber vermesi ve bunların aynen çıkması, geçmiş ümmetlerden ve onların kıssalarından bahsetmesi, bütün devirlerde, her yerde ve her millete uygulanabilen genel ve eşsiz bir hukuk sistemi ortaya koyması mucizedir. Çünkü Hz. Muhammed (sav) ümmî idi, okuması yazması yoktu. Onun herhangi bir âlim ve mürşidden ders almadığı, hukuk ve kanun okumadığı tarihen sâbittir. O halde, böyle ümmî bir zâtın, Kur'ân-ı Kerim gibi, Arap belâgat ve fesâhatının zirvesinde olan ilahî hikmetlerle dolu eşsiz bir hukuk sistemini, kendi çabasıyla meydana getirebilmesi mümkün değildir. İşte Kur'ân-ı Kerim'in bu yöndeki icazını ve onun büyük bir mucize olduğunu aklı selim sahibi herkes rahatlıkla kavrayabilir.
2- Kur'ân-ı Kerim'in Araplara yönelik bulunan i'câzı: Bu Kur'ân'ın ilâhî lâfzının, eşsizliğidir. Kur'an'ın hayret verici, insanı büyüleyen yüce bir belagatı ve eşsiz bir fesahatı vardır.
Eşsiz bir uslup, geniş ve engin bir manâ hazinesi olan Kur'ân-ı Kerim, asırlardır tekrar tekrar meydan okuduğu halde, Arap edebiyatı, belagat ve fesahat üstadları bu güne kadar Kur'ân'ın bir benzerini yapmaktan âciz kalmışlardır.
AY'IN İKİ PARÇAYA BÖLÜNMESİ

Peygamber'in bu büyük hissî mucizesi de Kur'an'la sâbittir: ''Kıyâmet saat(i) yaklaştı, ay (ikiye) bölündü (yarıldı)" (Kamer,1)
Abdullah İbni Mes'ud (ra) rivayet ediyor: Resûlüllah zamanında ay iki parçaya ayrıldı.
Bazı sahih hadislerde nakledildiğine göre; müşriklerden bir grup, bir mucize olarak, ayın iki kısma ayrılmasını, Hz. Muhammed (sav)'den istediler. Hz. Muhammed (sav) de, Rabbine yönelerek niyazda bulundu. Ay, Allah'ın kudret ve izniyle derhal ikiye ayrıldı; bir kısmı Hıra dağı üzerinde, diğer kısmı ise, aşağıda ve tam karşısında görüldü.
MİRAÇ
Miraç, Peygamberimiz'in büyük mucizelerinden biridir. Kuran-ı Kerim'in İsra ve Necm Sûrelerinde Peygamber'in mucizevi şekilde Mescid-i Aksa'ya yaptığı gece yolculuğu ve Sidretü'l-Münteha'ya (Sidretü'l-Münteha: Yaratılmışların bilgilerinin tükendiği, ötesine geçemediği son sınır) yükselişi bildirilmektedir.
İsra Suresi'nin ilk âyetinde Allah, Son Peygamber'in mucizevi yolculuğunu şöyle bildirmektedir:
"Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir." (İsra, 1)
Allah elçisi Mekke'den Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya götürülmüştür. İbn-i Kesir, Miraç olayıyla ilgili olarak sahabelerden en az yirmi beş kişinin rivayette bulunduğunu, hatta bu sayının kırk beşe kadar çıkabileceğini ifade etmiştir. Hadiste yer alan bilgilere göre Hz. Muhammed (sav), amcasının kızı Ümmühan bint Ebu Talib'in evinde yatarken, Cebrail, Peygamberimiz'e görünmüş ve onu Burak adlı bineğe bindirerek Mescid-i Aksa'ya götürmüştür. Miraç olayı da burada gerçekleşmiştir. Hadislerde Peygamberimiz'in Miraç esnasında gördükleriyle ilgili çok fazla detay bildirilmektedir.
Miraç konusuyla ilgili Kuran'da haber verilen bilgilerden biri de, Peygamber'in Sidretü'l-Münteha'ya yükselmesidir:
"Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretü'l-Münteha'nın yanında. Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır. Sidreyi örten örtmekte iken, göz kayıp şaşmadı ve (sınırı) aşmadı. Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü." (Necm, 13-18)
SON PEYGAMBER'İN KORUNMASI
Peygamberimiz de tüm diğer peygamberler gibi insanlara tebliğ ettiği gerçeklerden dolayı türlü eziyetlere, iftiralara maruz kalmış, alaycı tavırlarla karşılaşmıştır. Birbirinden farklı pek çok iftira ile itham edilmiş ve uzun yıllar iman etmeyenlerin baskısı ve ölüm tehdidi altında yaşamıştır.
Aleyhine kurulan bunca tuzağa ve hileye rağmen, son Peygamber Hz. Muhammed (sav)'in hiçbir zarar görmeden mücadelesine devam etmesi elbetteki O'nun en önemli mucizelerinden birisidir. ''Allah seni insanlardan koruyacaktır'' âyetiyle de bu vaad edilmiştir. (Maide Suresi, 67)
Allah her zaman onu korumuş ve Peygamberimiz tebliğ görevine sonuna kadar devam etmiştir.
Mucize niteliğindeki bu gerçek Kuran'da bildirildiği gibi, Peygamber'den rivayet edilen hadislerde de yer almaktadır. (mağarada müşriklerden korunması, inkâr edenlerin onu öldürememeleri, savaşlarda İslam ordularının çok görünmesi gibi...)
PEYGAMBER'İN DUALARININ KABUL EDİLMESİ
Peygamber'in ashabına gösterdiği mucizeler çok fazladır. Bu mucizelerden biri de dualarının kabul olunmasıdır. Hadislerde bu konuyla ilgili olarak birçok haber verilmektedir. Bunlar arasında kıblenin değişmesi için yaptığı dua, yağmur duasının kabul edilmesi, sahabeden dua isteyenlere ettiği duaların kabulü zikredilebilir.
KAYNAKLARDA ZİKREDİLEN MUCİZELERDEN BAZILARI
- Hz. Muhammed'in (sav) Parmakları Arasından Suların Akması Ve Çoğalması:
Abdullah b. Mes'ud (ra) rivayet ediyor: "Ondan görülen harika halleri biz bereket olarak telakki ederken siz O'nu korkutucu olarak görüyorsunuz. Bir seferde Rasulüllah ile beraberdik, suyumuz azaldı. "Bana az bir su bulun" dediler. İçinde çok az su bulunan bir kap buldular. Elini suyun içine koydu ve şöyle buyurdu: "Mübarek suya gelin, bereket Allah'tandır". Suyun Rasul-i Ekrem'in parmakları arasından fışkırdığını gördüm." (Fethul-Bari, 3579)
- Cabir'in Yemeği:
Cabir b. Abdillah'tan (ra): ''Hendek kazılırken Rasûlullah ile beraber çalışıyorduk. Evde, semiz olmayan küçük bir oğlak vardı. Kendi kendime bunu Rasûlullah'a pişirsem dedim.
Hanıma hazırlık yap dedim: O da el değirmeniyle biraz arpa öğütüp ekmek pişirdi. Oğlağı da kestim, Rasûl-i Ekrem için pişirdik. Gündüz çalışır gece olunca evlerimize dönerdik. Akşam olup Rasûlullah hendeğin yanından ayrılmak isteyince ona yaklaşarak, ''ey Allah'ın elçisi bir oğlağımız vardı, Onu sizin için kesip pişirdik. Biraz da arpa ekmeği hazırladık. Evimize buyurmanızı arzu ediyorum'' dedim. Onun yalnız gelmesini istiyordum. ''Peki'' dedi ve birisine herkesin Cabir b. Abdillah'ın evine gelmesi için çağrıda bulunmasını emretti. Kendi kendime "İnna lillâh ve innâ ileyhi raci'un" dedim.
Rasûlullah oradakilerle beraber evime gelip oturdular. Pişirdiğimiz oğlağı önüne koyduk. Bereketli olması için dua ettiler. Bismillah deyip yemeğe başladılar. Ashab'ta sıra ile yemeğe oturdular. Bir gurup yeyip doyduktan sonra kalkıp gidiyor, diğer bir gurup oturup doyuncaya kadar yiyordu. Öyleki; hendekte çalışanların hepsi ondan yeyip doydular.'' (Sahihi Buhâri, 4/90, 5/138; Sahihi Müslim: 13/216)
-Ümmü Süleym'in Küpü
Enes'in (ra) annesinden rivayeti: ''Bir koyunumuz vardı. Yağını toplayıp bir küpe koyuyordum. Nihayet küp doldu. Yanımda hizmetimi gören Zeyneb adındaki kıza küpü verdim, bunu Peygamber'e götür, katık olarak yesinler'' dedim.
Kız küpü Peygamber'e götürür, küp boşaltılıp geri verilir. Kızcağız küpü eve getirir. Ümmü Süleym evde olmadığı için küpü duvarda çakılı bir kazığa asar. Ümmü Süleym eve dönünce, küpün asılı olduğunu hatta yağla dolu olup, üstten taşarak damladığını görür. Hizmetçi kıza ''ben sana bu küpü Rasulüllâh'a götür dememiş miydim?'' deyince kız ''Ben küpü götürdüm, bana inanmıyorsan beraber Rasûlüllah'a gidelim'' der.
Ümmü Süleym kızla beraber gider ve ''Yâ Rasulullâh: Ben bu kızla sana yağ dolu bir küp göndermiştim'' deyince Allah elçisi ''Evet, kız yağı getirdi'' diye buyurur.
Ümmü Süleym'in ''Seni Hak Din ve Hidayetle Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim Küp ağzına kadar yağ doludur. Hatta üstten yağ damlamaktadır'' sözü üzerine Rasulullâh ''Hayret mi ediyorsun? Allah Peygamberine yedirdiği gibi sana da yedirir.''( Sahihi Buhâri, 4/251 - 5/62; Sahihi Müslim, 17/145; Müsned: 5/204)
Tarih boyunca insanlar, iman etmek için kendilerine gönderilen elçilerden mucizeler istemişlerdir. Allah da mucizelerle bazı peygamberlerini desteklemiş, çeşitli mucizeler vermiştir.
Son Peygamber Hz. Muhammed (sav)'in mucizeleri de Allah'ın yardımı ve lütfudur. Mucizeler iman edenlerin imanlarını güçlendiren ve inanmayanları da imana davet eden delillerdir.
 

müdavim

Üye Sorumlusu
Peygamberimiz (sav) ve mucizeleri
Aziz ve muhterem Müslümanlar!

Hutbemiz, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sav) Allah Resulü olduğunu gösteren mucizelerine dairdir.

Şu kâinatın sahibi, insanların içinden her bakımdan en mükemmel ve kabiliyetli, en yüksek ahlâklı bir zât-ı âlîşan olan âhirzaman peygamberi Hz. Muhammed'i (sav) resul ve ebedî rehber yapıp âlemlere rahmet olarak göndermiştir.

40 yaşında kendisine risâlet vazifesi verilince, Allah'ın elçisi ebedî saadetin habercisi olduğunu haber vermiştir.

Bu büyük dâvaya delil istenilince Kur'ân-ı Kerîm gibi bir fermanı göstermiş, 1000 kadar mucize fevkalâde delillerle nübüvvetini ispat etmiştir.

O mucizeler o kadar kat'îdir ki, o zamanın inatçı kâfirleri dahi mucizelerin vuku ve vücutlarını inkâr edemediler.

Mucizeler peygamberin Allah elçisi olduğunu gösteren nişanlardır.

Peygamber olmayan mucize gösteremez. Başka insanlar ne kadar âlim ve akıllı da olsalar mucize göstermekten âcizdirler.

Mucize Allah tarafından O'nun dâvasına bir tasdiktir.

En büyük ve ebedî mucize olan Kur'ân'da "Muhammedü'r-Resûlullah", yâni "Muhammed Allah'ın Resulüdür. Her sözü ve hareketi doğrudur. O'na uyunuz! O'nu size rahmetimi müjdelemek ve azabımla korkutmak için şahit, rehber ve imam olarak ben gönderdim" buyurulmaktadır.

Sevgili Peygamberimiz (sav) risâletini ilân edip buyurmuş ki:

"Ben şu kâinat Halikının meb'ûsuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini (değişmeyen kanunlarını) benim duâ ve iltimasımla değiştirecek. İşte parmaklarıma bakınız! 5 musluklu bir çeşme gibi akıttırrıyor. Kamere bakınız! Bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız! Beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız! İki üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte 200 - 300 adamı tok ediyor."

Aziz mü'minler!

Resûl-i Ekrem'in (sav) bütün hareketleri doğruluğunu ve ciddiyetini ispat etmektedir.

Allah Resulü olduğunu ispat eden deliller binlercedir.

Bir kısım insanlar yalnız simasını görmekle "Şu simada yalan yok, şu yüzde hile olamaz!" diyerek îmana gelmişlerdir.

O'nun mucizeleri çok çeşitlidir. Risaleti umumî olduğu için envâ-ı kâinattan birer mucizeye mazhardır.

Sultan-ı kâinatın en büyük elçisi dünyaya teşrif edince herşey O'na "Merhaba! Hoşgeldin ey şanlı Nebî!" dediler.

Peygamberliğini ilân edip sonsuz bir hayat ve saadet müjdesi verince bütün mahlûkat O'nu alkışlamışlardır.

Pekçok mucizelerinden birkaç misal vermek gerekirse, en büyük ve ebedî mucizesi Kur'ân-ı Kerîm'dir.

14 asırdan beri kimse onun bir harfini değiştirememiştir. Allah'ın kitabı, Resûlü'nün ebedî mûcizesidir.

Dertlerin devası, hastalıkların şifası, her müşkilin hal çâresidir. Kur'ân'ı görüp îman etmeyen, akıl hastasıdır.

Bir defasında iki kişilik yemek üzerine duâ etti, 300 kişi yediler ve doydular. Hiç el sürülmemiş gibi kaldı.

Ordu susuz kaldığı bir günde 10 parmağından 10 musluk gibi su akmış, su ihtiyacı mu’cize olarak karşılanmıştır. Et ve kemikten su akmasına bir ordu şahit olmuştur.

Ağaç huzuruna gelip "Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!" dedi, nübüvvetini tasdik eyledi.

Ağaçların, taşların tanıyıp itaat ettiği bir peygamberi tanımayan, itaat etmeyen insanlara yazıklar olsun!

Resûl-i Ekrem'in (sav) duâsıyla ve nefes-i mübârekiyle meydana gelen mucizelerinden birkaç misal vererek bu uzun dersi kısa keselim:

Uhud harbinde Katâde ibn-i Nu'mân'ın gözüne bir ok isabet etmiş, gözünü çıkarıp yüzünün üstüne indirmişti.

Resûl-i Ekrem (sav) mübarek şifalı eliyle onun gözünü aldı, eski yuvasına yerleştirdi.

İki gözünden en güzeli olarak hiçbirşey olmamış gibi şifa buldu.

Hayber gazâsmda Hz. Ali'yi (ra) bayraktar tâyin ettiği halde Aliyy-i Hayderî'nin gözleri hasta ve çok ağrıyordu. En tesirli bir göz ilacı gibi mübarek tükürüğünü gözüne sürdüğü dakikada şifa bularak hiçbirşey kalmadı.

Birgün huzura bir âmâ geldi. "Gözlerimin açılması için duâ et!" dedi.

Efendimiz ferman etti:

"Git, abdest al! İki rek'at namaz kıl! Sonra şöyle duâ et: Allahım! Habibin hürmetine, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin Hz. Muhammed'in (sav) şefaatine sana teveccüh ediyorum! Gözlerimi aç!' de!"

O adam gitti, öyle yaptı, gözleri açıldı.

Bedir gazasında Muavviz İbn-i Afrâ'nın (ra) Ebû Cehil laîn tarafından bir eli kesilmişti.

Öteki eliyle elini tutup Resûl-i Ekrem'in (sav) yanına geldi.

Allah Resulü onun elini yerine yapıştırdı. İlaç olarak tükürüğünü ona sürdü. Birden şifa buldu, yine harbe gitti. Şehit oluncaya kadar harbetti.

Aliyyi'bni'l-Hakem'in Hendek gazasında ayağı kırıldı. Resûl-i Ekrem (sav) meshetti, dakikasında öyle şifâ buldu ki, atından inmedi.

Nakl-i sahihle Hz. İbn-i Abbas (ra) demiş ki:

"Resûl-i Ekrem'e (sav) mecnun bir çocuk getirildi. Mübarek elini onun göğsüne koydu. Birden çocuk istifra etti. İçinden küçük hıyar kadar siyah birşey çıktı. Çocuk şifa bulup gitti."

Dili var fakat konuşamayan büyükçe bir çocuk Resûl-i Ekrem'in (sav) yanına geldi. Efendimiz çocuğa sordu:

"Ben kimim?"

Hiç konuşmayan dilsiz çocuk, "Ente Resûlullah!" deyip konuşmaya başladı.

İşte bu misaller gibi yüzlerce misal 19. Mektup'ta, siyer ve hadis kitaplarında beyan edilmiştir.

Evet, çok musibetlere giriftar olan nev'-i beşere Resûl-i Ekrem'in (sav) mübarek eli Hekîm-i Lokman'ın bir eczahânesi gibi ve tükürüğü Hz. Hıdır'ın âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hz. îsâ'nın (as) nefesi gibi mededres ve şifaresan olmuştur.

Pekçok hasta, çocuk, akıl hastası, âmâ, dilsiz gelmiş; cümlesi şifa bulup gitmiştir.

Şifa bulmayan kalmamıştır.

Bizler de bu asrın Müslümanları olarak maddî ve manevî dertlerimize derman için O'na uyalım, sünnetine sarılalım, Allah Resulü'nün yolundan ve izinden ayrılmayalım.
kaynak:sorularla islamiyet
 
Üst