nurhadimi
üye Sorumlusu
Son şahitlerden Ramazanoğlu vefat etti
10/02/2009 - 17:46
İbrahim Mert-Risale Haber
Risale-i Nur'da Mustafa Oruç diye geçen, Asayı Musa'nın sonunda mektupları bulunan Mustafa Hilmi Ramazanoglu vefat etti.
Cenazesi yarın (11 Şubat 2009) ögle namazından sonra Safranbolu Köprülü camiinde kılınacak namazdan sonra Safranbolu mezaristanına defnedilecektir.
Ramazanoğlu:
1929'da Kahramanmaraş'ta doğdu. Bediüzzaman'la ilgili hatıralarını kendisi kaleme aldı. Nurculuktan dolayı çeşitli zamanlarda mahkemelere verildi. “Hakikî Aleviler Müslümandır” ismiyle 1971'de neşrettiği bir kitabı bulunmaktadır.
Bediüzzaman hazretlerini ilk ziyareti 1950 yılında Emirdağ'da oldu.
Kendi dilinden Risale-i Nur'la tanışma anı:
Mustafa Hilmi Ramazanoglu, Bediüzzaman Said Nursi'yi ziyaretini Aksiyon'a şöyle anlatmıştı:
‘Saçlarım adedince başlarım olsa, her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’an’iyeye feda olan bu baş, size eğilmeyecektir.’
Sözlerin sahibi Said Nursi’dir. Bediüzzaman, bu sözleri bir mahkeme müdafaasında sarf etmiştir. Demokrat Parti’nin yeni iktidara geldiği 1950 senesinde, Necip Fazıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu Mecmuası’nda yayımlanan bu sözler, zaten dergiyi hiç kaçırmadan takip eden Mustafa Ramazanoğlu’nu adeta büyüler. Aynı zamanda Büyük Doğu Cemiyeti’nin Kahramanmaraş kurucusu olan Ramazanoğlu, Bediüzzaman’ın kahramanlığına âşık olur. Ve orda bir karar verir; onu ziyarete gidecektir. Hemen otobüse atlayıp adres almak için Büyük Doğu’nun İstanbul Cağaloğlu’ndaki merkezine varır. Necip Fazıl’ı sorar, orada olmadığı cevabını alır. Çalışanlardan Ahmet Ramazan isimli biri, ona, Necip Fazıl’ı ne yapacağını sorar. Ramazanoğlu, ondan, Bediüzzaman’ın adresini isteyeceğini söyler: “Ahmet Ramazan, ‘Bediüzzaman’ın adresini o bilmez ki, ben bilirim’ dedi. ‘Ver öyleyse gideyim’ dedim. ‘Ama’ dedi ‘o zat her ziyaretine gideni kabul etmez. Tam ihlas ve samimiyetle gideceksin ki kabul etsin.’ Ben ‘Maraş’tan İstanbul’a bir adres almaya gelen adamda ihlas olmaz mı? dedim.”
Ramazanoğlu büyük bir mutluluk içerisinde yola çıkar. Kendisine verilen adres Emirdağ’ındaki Mehmet Çalışkan’ın bakkal dükkanıdır: “Gittim. Mehmet Çalışkan bana dedi ki ‘Bugün Üstad çok hasta, hiç kimseyi ziyaretçi getirme, kabul etmeyeceğim dedi, götüremem.’ Götürürsün-götürmezsin, iki saat sürtüştük. Çok ısrar ettim.” Israrlara dayanamayan Çalışkan, Bediüzzaman’a gidip sorar ve gülümseyerek geri döner: “Hemen gittik. Ahşap bir ev... Ben o zaman milliyetçiyim, ama kendimi Avrupa kılığına, kıyafetine kaptırmışım. Bıyığım tıraş, kolalı gömlek, kravat. Böyle Üstad’ı ziyarete gidiyorum. İçeri girdim. Üstad böyle dirseğini yastığa koymuş, başını avucunun içerisine almış, istirahat halinde idi. Elini öptüm, yerdeki mindere oturdum. Üstad bana dedi ki ‘Bugün çok hastayım. Hiç kimseyi ziyaretçi olarak kabul etmeyecektim. Fakat senin ismin söylenince içime büyük sevgin dokundu. Derhal getir dedim’ Ve ‘Nereden geliyorsun?’ diye sordu. ‘İstanbul’dan geliyorum’ der demez böyle bir çeviklikle sıçradı, karyolanın ortasına oturdu. ‘Ne biliyorsun bana söyle’ dedi, ‘Orda benim talebelerime işkence ediyorlarmış. Benim cımbızla etimi çeksinler, talebelerime dokunmasınlar.’ Beş dakikadan fazla tutmazmış ama biz yarım saat kaldık. Tabii ben Üstad’la konuşurken en ufak bir çekingenliğim yok. Böyle tam hürriyet içerisinde, pervasız konuşuyorum. Üstad da böyle severmiş. Beni söyletiyor söyletiyor gülüyor. Ceylan Çalışkan çamaşırlarını yıkıyordu. Ona yardım ettim. O bitince gideceğimiz vakit yaklaştı diye düşünerek, bizim ‘Maraş’ta Müftü Hafız Ali Efendi’ye selamınızı söyleyeyim mi?’ dedim. Güldü. ‘Madem hüsnüzannın var, selam söyle’ dedi. Ondan sonra ‘Eserlerinizi okumak istiyorum. Nereden temin edebilirim?’ dedim. Neşe içerisinde gülerek ‘Seni talebem olarak kabul ettim oğlum’ dedi. ‘Elazığ’da Hulusi, İslahiye’de Zübeyir var. Git onlardan iste, al.’ Adres yok, soyad yok, Elazığ’da Hulusi, İslahiye’de Zübeyir. Dedim ‘Verirler mi?’ ‘Benim selamımı söyle, verirler’ dedi.”
Maraş’a varana kadar her şey Mustafa Ramazanoğlu’nun gönlüne göre olur; hatta sonrasında bile: “Kendi kendime düşündüm. Elazığ, bir vilayet. Orada Hulusi’yi kim tanır? Ama İslahiye küçük bir kaza. Belki bir posta memuru götürmüş posta, telgraf, mektup vermiş olabilir. Postanesine bir telefon açıp posta memurlarına bir sorayım dedim.” Ramazanoğlu, aradığını daha ilk görüşmesinde bulmuştur: “Ben Zübeyir Gündüzalp’ dedi. Konuştuk. Ve heyecanla ‘Ne! Sen o zatı gördün mü?’ dedi. Adresimi istedi ve hemen geldi. Beni bir kucakladı. Gözlerimden öptü.” Gündüzalp heybesinin içerisinde de o zaman Osmanlıca olan Zülfikar, Sözler, Siracünnur, Mesnevi-i Nuriye, Mektubat, Tılsımlar Mecmuası’nı getirir ve risaleler hakkında iki saat boyunca sohbet eder onunla. O gittikten sonra da Ramazanoğlu kitapları alıp Maraş Müftüsü Hafız Ali Efendi’ye götürür: “Çünkü müftü ‘aldığınız bir kitabı bize göstermeden okumayın. Kafanız karışır’ diyordu. Müftü ‘Bırak da git’ dedi. Bir müddet sonra sorduğumda ‘Oğlum Mustafa. 200 seneden beri dünyaya böyle bir eser gelmedi. Bundan sonra da geleceği meçhul.’ dedi. ‘Hocaefendi ver öyleyse ben de okuyayım kitapları’ dedim. ‘Yok git sen kendine başka temin et’ dedi. Ve Ondan sonra biz hizmete başladık.”
haberin orijinaline
Son şahitlerden Ramazanoğlu vefat etti / RİSALE HABER
buradan ulaşabilirsiniz
ALLAH ONDAN RAZI OLSUN....