Yedinci Sırr-ı Belâgat: Kâh oluyor ki âyet; zahirî sebebi, icadın kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösteriyor. Tâ anlaşılsın ki; sebeb, yalnız zahirî bir perdedir. Çünki gayet hakîmane gayeleri ve mühim semereleri irade etmek, gayet Alîm, Hakîm birinin işi olmak lâzımdır. Sebebi ise şuursuz, camiddir.
Hem semere ve gayetini zikretmekle âyet gösteriyor ki; sebebler çendan nazar-ı zahirîde ve vücudda müsebbebat ile muttasıl ve bitişik görünür. Fakat hakikatta mabeynlerinde uzak bir mesafe var. Sebebden müsebbebin icadına kadar o derece uzaklık var ki; en büyük bir sebebin eli, en edna bir müsebbebin icadına yetişemez. İşte sebeb ve müsebbeb ortasındaki uzun mesafede, esma-i İlahiye birer yıldız gibi tulû' eder. Matla'ları, o mesafe-i maneviyedir. Nasılki zahir nazarda dağların daire-i ufkunda semanın etekleri muttasıl ve mukarin görünür. Halbuki daire-i ufk-u cibalîden semanın eteğine kadar, umum yıldızların matla'ları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesafe-i azîme bulunduğu gibi; esbab ile müsebbebat mabeyninde öyle bir mesafe-i maneviye var ki, imanın dûrbîniyle, Kur'anın nuruyla görünür.
Meselâ: ﻓَﻠْﻴَﻨْﻈُﺮِ ﺍﻟْﺎِﻧْﺴَﺎﻥُ ﺍِﻟَﻰ ﻃَﻌَﺎﻣِﻪِ ٭ ﺍَﻧَّﺎ ﺻَﺒَﺒْﻨَﺎ ﺍﻟْﻤَٓﺎﺀَ ﺻَﺒًّﺎ ٭ ﺛُﻢَّ ﺷَﻘَﻘْﻨَﺎ ﺍﻟْﺎَﺭْﺽَ ﺷَﻘًّﺎ ٭ ﻓَﺎَﻧْﺒَﺘْﻨَﺎ ﻓِﻴﻬَﺎ ﺣَﺒًّﺎ ٭ ﻭَ ﻋِﻨَﺒًﺎ ﻭَ ﻗَﻀْﺒًﺎ ٭ ﻭَ ﺯَﻳْﺘُﻮﻧًﺎ ﻭَ ﻧَﺨْﻠﺎً ٭ ﻭَ ﺣَﺪَٓﺍﺋِﻖَ ﻏُﻠْﺒًﺎ ٭ ﻭَ ﻓَﺎﻛِﻬَﺔً ﻭَ ﺍَﺑًّﺎ ٭ ﻣَﺘَﺎﻋًﺎ ﻟَﻜُﻢْ ﻭَ ﻟِﺎَﻧْﻌَﺎﻣِﻜُﻢْ
İşte şu âyet-i kerime, mu'cizat-ı kudret-i İlahiyeyi bir tertib-i hikmetle zikrederek esbabı müsebbebata rabtedip en âhirde ﻣَﺘَﺎﻋًﺎ ﻟَﻜُﻢْ lafzıyla bir gayeyi gösterir ki; o gaye, bütün o müteselsil esbab ve müsebbebat içinde o gayeyi gören ve takib eden gizli bir mutasarrıf bulunduğunu ve o esbab, onun perdesi olduğunu isbat eder.
Evet ﻣَﺘَﺎﻋًﺎ ﻟَﻜُﻢْ ﻭَ ﻟِﺎَﻧْﻌَﺎﻣِﻜُﻢْ tabiriyle bütün esbabı, icad kabiliyetinden azleder. Manen der: "Size ve hayvanatınıza rızkı yetiştirmek için su semadan geliyor. O suda, size ve hayvanatınıza acıyıp şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından; su gelmiyor, gönderiliyor demektir. Hem toprak, nebatatıyla açılıp, rızkınız oradan geliyor. Hissiz, şuursuz toprak, sizin rızkınızı düşünüp şefkat etmek kabiliyetinden pek uzak olduğundan, toprak kendi kendine açılmıyor, birisi o kapıyı açıyor, nimetleri ellerinize veriyor. Hem otlar, ağaçlar sizin rızkınızı düşünüp merhameten size meyveleri, hububatı yetiştirmekten pekçok uzak olduğundan, âyet gösteriyor ki, onlar bir Hakîm-i Rahîm'in perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki, nimetlerini onlara takmış, zîhayatlara uzatıyor. İşte şu beyanattan Rahîm, Rezzak, Mün'im, Kerim gibi çok esmanın matla'ları görünüyor.
Hem meselâ:
ﺍَﻟَﻢْ ﺗَﺮَ ﺍَﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻳُﺰْﺟِﻰ ﺳَﺤَﺎﺑًﺎ ﺛُﻢَّ ﻳُﺆَﻟِّﻒُ ﺑَﻴْﻨَﻪُ ﺛُﻢَّ ﻳَﺠْﻌَﻠُﻪُ ﺭُﻛَﺎﻣًﺎ ﻓَﺘَﺮَﻯ ﺍﻟْﻮَﺩْﻕَ ﻳَﺨْﺮُﺝُ ﻣِﻦْ ﺧِﻠﺎَﻟِﻪِ ﻭَ ﻳُﻨَﺰِّﻝُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺴَّﻤَٓﺎﺀِ ﻣِﻦْ ﺟِﺒَﺎﻝٍ ﻓِﻴﻬَﺎ ﻣِﻦْ ﺑَﺮَﺩٍ ﻓَﻴُﺼِﻴﺐُ ﺑِﻪِ ﻣَﻦْ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ ﻭَ ﻳَﺼْﺮِﻓُﻪُ ﻋَﻦْ ﻣَﻦْ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ ﻳَﻜَﺎﺩُ ﺳَﻨَﺎ ﺑَﺮْﻗِﻪِ ﻳَﺬْﻫَﺐُ ﺑِﺎﻟْﺎَﺑْﺼَﺎﺭِ ٭ﻳُﻘَﻠِّﺐُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﺍﻟَّﻴْﻞَ ﻭَ ﺍﻟﻨَّﻬَﺎﺭَ ﺍِﻥَّ ﻓِﻰ ﺫَﻟِﻚَ ﻟَﻌِﺒْﺮَﺓً ﻟِﺎُﻭﻟِﻰ ﺍﻟْﺎَﺑْﺼَﺎﺭِ ٭ ﻭَﺍﻟﻠَّﻪُ ﺧَﻠَﻖَ ﻛُﻞَّ ﺩَٓﺍﺑَّﺔٍ ﻣِﻦْ ﻣَٓﺎﺀٍ ﻓَﻤِﻨْﻬُﻢْ ﻣَﻦْ ﻳَﻤْﺸِﻰ ﻋَﻠَﻰ ﺑَﻄْﻨِﻪِ ﻭَ ﻣِﻨْﻬُﻢْ ﻣَﻦْ ﻳَﻤْﺸِﻰ ﻋَﻠَﻰ ﺭِﺟْﻠَﻴْﻦِ ﻭَ ﻣِﻨْﻬُﻢْ ﻣَﻦْ ﻳَﻤْﺸِﻰ ﻋَﻠَٓﻰ ﺍَﺭْﺑَﻊٍ ﻳَﺨْﻠُﻖُ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻣَﺎ ﻳَﺸَٓﺎﺀُ ﺍِﻥَّ ﺍﻟﻠَّﻪَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ
İşte şu âyet, mu'cizat-ı rububiyetin en mühimlerinden ve hazine-i rahmetin en acib perdesi olan bulutların teşkilâtında yağmur yağdırmaktaki tasarrufat-ı acibeyi beyan ederken güya bulutun eczaları cevv-i havada dağılıp saklandığı vakit, istirahata giden neferat misillü bir boru sesiyle toplandığı gibi emr-i İlahî ile toplanır, bulut teşkil eder. Sonra küçük küçük taifeler bir ordu teşkil eder gibi, o parça parça bulutları te'lif edip, -kıyamette seyyar dağlar cesamet ve şeklinde ve rutubet ve beyazlık cihetinde kar ve dolu keyfiyetinde olan- o sehab parçalarından âb-ı hayatı bütün zîhayata gönderiyor. Fakat o göndermekte bir irade, bir kasd görünüyor. Hacata göre geliyor; demek gönderiliyor. Cevv berrak, safi, hiçbir şey yokken bir mahşer-i acaib gibi dağvari parçalar kendi kendine toplanmıyor; belki zîhayatı tanıyan birisidir ki, gönderiyor.
İşte şu mesafe-i maneviyede Kadîr, Alîm, Mutasarrıf, Müdebbir, Mürebbi, Mugis, Muhyî gibi esmaların matla'ları görünüyor.